Bir reklam afişinin dipnotunda uzanıyordu aşk... Dokunduk ve uyandırdık içimizdeki o çok bildik yasakları... Çocukluğumuzun o en asi ve en uysal günlerine döndük yanlış kavşaklarda. Yine de kulak asmadık bizliğimize "DUR!" ihtarı veren ve kavşağın diğer tarafındaki zalim düzenden bi' haber o "TRAFİK POLİSLERİ" ne...
Belki ayıptı, günahtı, yaralayıcıydı yaşamlarımız; ama minnetle öptük yaralarımızı. Hüznün gel-gitlerinde çırpındık; ama sustuğumuzda kendi sesimizdi duyduğumuz... Boş bir beden ardına sığınmadan, ruhumuzla tattık ümidi de hüznü de. Ve sevdik hüznümüzü...
Çünkü ne zaman bir yerimiz acısa, oraya dokundurduk şefkati ve anlayışlarımızı... Aynı bedene hapsolmuş iki yabancı ruhu anımsadık o çocuk ellerimizde. O kana bulanmış, üzeri gazete kağıtlarıyla örtülü "YAŞAYAN CESETLER" e, kendi merhamet ve sıcaklığıyla hayat verebileceğine inandığımız o en temiz, o en kirli ellerimizde... İki aykırı ruhu yoğurduk yaşatmak için şimdi çoğunun hafızalarımızda sabunlu bir cam arkasında yer ettiği hatıraları...
Hani uzun süredir görmediğin bir dostla karşılaşmış gibi, öyle sarıldık o özlediğimiz benliğimize... İŞTE O ÇOCUK HİSLERİMİZİN UYANDIĞI BİR ARKA BAHÇEDE ELEKTRİK TELLERİNE TAKILDI UÇURTMALARIMIZ VE BİZ KAYBETTİK AŞKI...
]