Bir Refakatçinin Günlüğü
Bu devasa binanın içinde konaklayan insanların
Gözlerindeki bulanık bakışlarla karşılandım
Pullu bir yılan değmişti tenlerine
Yorgun bir tayfun geçmişti ruhlarından
Anlamsız bir selamın
Sonrasını düşünmedim
Ve saymadım adımlarımı
Kutsal vaktinin emeklisinde aklını ve ayaklarını
Ve dışkısını kaçıran adamın
O esmer teni
Ve bir oğlun bir kadının ellerindeki ince eldivenlerin hükmü yoktu
Hüküm
Sancılı bir gece geçiren
Kanserli her hücrenin bayrak yarışıydı
Ölüm üzerine bahis oynuyordu
Odadaki hava
Ellerimi yıkadım
Bir daha ve bir daha
Sigara içtim
Kaç gün oldu haberlerin o dehşetli umutsuzluğunu
İzlemeyeli
Banyoda kalbinin dikine düşen ihtiyarın
Gözlerini unutmadım
Rakının tadını bilmeden
Mezesinden mayhoş bir kavun yuvarlar gibi
2 gün geçti hayatımdan
Hemen karşıda inleyen bir adamın başında
Nil nehri bir kadın duruyordu
Kırılarak konuşuyordu
Kalbiyle dili arasında bir tavus kuşunun tüyünü kaldırmıştı sanki
Ve Azeri dişlerinden dökülen sözcükler
Altın gibi parlıyordu önümde
Tahta iskemlede minderin keyfini yaşadığımda
En çok sevdiğim kitap yoktu
Testislerinden ameliyat olduğunu küfrederek söyleyen ihtiyar bir adamla
Yangın merdiveninde
İçtiğimiz sigaraların tadını
Belki bir hint cevizinin rafındaki pahalı güzelliğinde alabilirim
Ölümler olmadı
Ama beterini buldum bu odaların içinde
Sonra çıktım
İki gün bitti hayatımda
Bir şiir oldu
Arkama dönüp bakmadım
Unuttum hemşirelere bıraktığım manalı bakışları
Ve onların nazik sözcüklerini
Kalbimin define dönen kadınlar gibiydiler
Sonu çabuk
Varlığı nimet
Söğüt kelebeklerinin ışıktaki seması gibi
Hayat ince telleriyle dokunuyor
Her ilmeğinde kan tüküren bir veremli kız karşılıyor bizi
Çarşafların o beyaz ışıltısı çabuk sararıyor gözlerde
Hayat bir urganın en asil görevine katlanıyor bazen
Ölümlere
Ruhlarımızın cehennemini gördüm
Bir mayın tarlasına
Kazmasını vuran köylünün teri gibi
Aktı zaman
Ahmet Serdar Oğuz