Bir Aziz Nesin Hikayesi

İnsanlar kendi yaşamlarını patavassızca ve düşüncesizce diledikleri gibi yönetebilirler.Bu sadece kendi yaşamlarını bağlar. Buna karşın,eğer ki kararlarınız bir milletin kaderine etki ediyorsa attığınız her adıma,aldığınız her nefese ehemmiyetle dikkat edeceksiniz.Unutmamalısınız ki atılan adımlar,alınan nefesler sizin değil bütün bir milletindir.Gün gelir,o nadide millet yaptıklarınızı en ufak zerresine kadar sorgular.Emin olun sizlere yazık olmaz ama bunca yıldır her hükümetin bin bir uğraşla,sabırla ve güçlükle kurduğu dostluklara ve en önemlisi de aziz Türk milletine yazık olur.

yazı resim

Sovyetler birliğinin çöküşü dünya tarihinde bir milat olarak yerini almıştır. ABD ve SSCB’nin oluşturduğu iki kutup arasında şekillenen güçler dengesi 1991 yılından itibaren yerle bir olacaktır. Bu tarihten sonra küreselleşme dediğimiz kavram, nereden geldiği anlaşılamadan tüm dünya kamuoyunun önüne sunuluverdi. Aradan geçen yıllar içerisinde hızla gelişerek yeni bir dünya dengesi oluşturuldu. Küreselleşen yeni dünyada ABD, AB ve bu iki güce yeni yeni sözünü dinletmeye başlayan Çin ve Rusya yeni oluşan dengelerin temel taşları oldular. Elbette yeniden şekillenen güçler dengesinde Türkiye de kendince, ulusal çıkarları doğrultusunda taraf olmaya çalıştı. Yıllardan beri süre gelen ABD müttefikliği, bunun yanında AB ailesinin bir ferdi olabilme arzusu ve çabaları günümüze kadar ısrarla devam etti. Bu amaçla çok kapılar çalındı, yeri geldi önemli tavizler verildi hatta çok nadiren de olsa masaya yumruğumuzu vurduğumuz anlar bile oldu. Sonuç olarak iyi yada kötü, Türkiye kurulduğu günden bu yana belirli bir strateji etrafında, genellikle de göreve gelen tüm hükümetlerce benimsenen tutarlı bir dış politika izledi. Her gelen hükümet kendinden öncekilerin bıraktığı yerden, yapılanların üzerine yeni bir şeyler eklemek suretiyle yol almaya çalıştı. Tüm bunların neticesinde bugün baktığımızda Türkiye Cumhuriyeti bölgesinin en önemli ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri gücü konumuna geldi. Aslına bakarsanız diplomasinin temel kurallarına sürekli bağlı kalındığı için bu başarı elde edildi.
Bunca şeyden bahsetmemin esasen tek bir sebebii vardı, o da şu an dışişleri bakanlığımızın içinde bulunduğu karışıklığa, tarihi süreci emsal göstererek dikkat çekmekti. Ne yazık ki şu an Ankara’da, memlekete ülkeler nezlinde yön veren dışişleri bakanlığımız adeta rezil durumda. Uzun süredir varolan bu kargaşa, son olarak Hamas’ın ülkemizi ziyareti vesilesiyle tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Öyleki ortada tüm dünyaca tepki toplamış bir terör örgütünün sürgündeki liderinin Türkiye Cumhuriyeti’ne davet edilmesi gibi ilginç ve bir okadar da düşündürücü bir konu var. Ziyaretin gerçekleşeceği dedikodularının yayılmaya başlaması üzerine, böyle bir ziyaretten birinci dereceden rahatsızlık duyacak olan İsrail ve akıl babası ABD, kendi dışişleri aracılığıyla bizin dışişleri bakanlığımıza olayın doğruluğu hakkında danışır. Aldıkları cevap çok nettir: ”Türkiye Cumhuriyeti dışişleri bakanlığının böyle bir girişimi asla olamaz” . Çok güzel ve yakışıkalır bir cevap. Kesinlikle taktir etmek lazım. PKK gibi bir illetle yıllardan beri uğraşan bir devlet, adı ve amacı ne olursa olsun, bir terör örgütünü resmen tanımak anlamına gelen bu ziyarete pek tabi olumlu bakacak değildi. Sonra olaylar gelişimini sürdürdü ve Hamas yöneticileri Ankara’ya geldi. Doğal olarak tüm dünya da ayağa kalkıverdi. Dünya ayağa kalkar da Türk basını ve kamuoyu aşşağı kalırmı? Tüm gözler hükümete ve dışişlerine çevrildi. Tayyip Erdoğan deseniz ne yapacağını şaşırmış, Hamasın lideriyle karşılaşmamak için hava alanından kaçıp kendini mobilyacı dükkanlarına atıyor. Çeyiz düzmeye karar vermiş olmalı! Aradan günler, geçiyor bir basın mensubu dışişleri bakanımız Abdullah Gül’e soruyor: ” Sayın bakanım ziyaret talebi dışişlerinin miydi yoksa AKP’nin mi? ” . Verilen cevap çok ilginç: ” Bu soruya şöyle yada böyle diye kesin bir cevap veremem! ” .
Aziz Nesinlik bu komedi zinciri büyüyor ve sonunda bir devletin tırnaklarıyla kazıyarak oluşturduğu uluslararası dengelere öyle bir şamar indiriyor ki bizim komedi oluyor trajedi. Aslında sorunun kaynağı ben buradayım diye bas bas bağırıyor da biz görmemekte inatla diretiyoruz. Bugün ülkemizin dışilişkilerini yöneten ne yazık ki yanlızca dışişleri bakanlığı değil. Dışişlerimiz diplomatları, büyük elçilikleri ve tüm çalışanlarıyla, geçmiş birikimlerinin tecrübesi sayesinde işini layıkıyla yapıyor. Buna karşın Abdullah Gül ise dışişleri bakanı olarak gibi değil de bağımsız bir organ gibi kendine buyruk çalışıyor. AKP desen devletin yeni yürütme organı olduğu için( ! ) dışişlerinin de merkezi konumunda. Diğer bir tarafta ise her konuda olduğu gibi devletler arası ilişkilerde de kendine has anadolu delikanlısı tavırlarıyla Recep Tayyip Erdoğan beyzademiz dilediği gibi at koşturmaya devam ediyor. Efendiler kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın burası devlet erkanı. Hiçbir devlette birbirinden kopuk dört başlı dışişleri yönetimi olamaz. Olursa da böyle trajedilerin yaşanması kaçınılmaz olur. Üzerinden epey bir zaman geçmesine karşın halen daha kimse bu rezaletin sorumluluğunu üzerine alamıyor. Kısa ve uzun vadede, yapılan bu diplomasi çılgınlığının Türkiye Cumhuriyeti’ne vereceği zararları düşünen bir Allahın kulu var mı? Çok merak ediyorum, bu hatanın sorumlusu beyfendiler, İsrail ve ABD’nin globalleşen dünyada Türkiye için ne kadar önem taşıdığını hiç mi bilmiyorlar? Ortada dolaşan Ermeni soykırımı iftiralarına karşı dünyadaki ender ve en mühim destekçimizin Amerikadaki yahudi lobisi olduğunu, kıbrıs sorununda arkamıza çekbileceğimiz yegane gücün de ABD’den başkası olamayacağını bilmeden mi yönetiyor bu hükümet bizleri. Diyebilirsiniz ki biz her daim ABD yada İsrail’e bağımlı mı politikalar üreteceğiz, biraz da cesur olalım! Pek tabi cesur olalım ama dengeleri yeniden şekillenen dünyada herkes bir saf almaktayken dikkat edelim de serseri mayın vari harcanan biz olmayalım.
İsrail’in yapılan bu hareketi sineye çekmesini beklemek hayalperestlik olurdu. Keza cevapları da gecikmedi. ” Biz Abdullah Öcalan’ı resmi davetle çağırıp görüşseydik, PKK’nın uluslararası arenada fiilen meşru bir oluşum olarak tanınması anlamına gelen bu davranıştan Türkiye rahatsızlık duymaz mıydı? ” .Günün birinde, İsrail’in de dikkat çektiği gibi herhangi bir devlet bizimkine benzer bir davranışta bulunup PKK’yı muhattap kabul ederse, Türkiye’nin diplomasi masasında kızarıp bozarmaktan başka takınabileceği bir tutuma olanak kalmış mıdır? Bu dakikadan sonra kırdığımız bu pot, ısıtılıp ısıtılıp her defasında önümüze koz olarak konulmayacak mıdır? Eline paha biçilmez bir fırsat geçen Türkiye düşmanlarının, Türkiye’yi terörizme destek veren bir ülke olarak tanımlayıp, Türkiye’nin devletler arası imajına onarılması mümkün olmayan zararlar vermesi kaçınılmaz bir son değil midir?
İnsanlar kendi yaşamlarını patavassızca ve düşüncesizce diledikleri gibi yönetebilirler. Bu sadece kendi yaşamlarını bağlar. Buna karşın, eğer ki kararlarınız bir milletin kaderine etki ediyorsa attığınız her adıma, aldığınız her nefese ehemmiyetle dikkat edeceksiniz. Unutmamalısınız ki atılan adımlar, alınan nefesler sizin değil bütün bir milletindir. Gün gelir, o nadide millet yaptıklarınızı en ufak zerresine kadar sorgular. Emin olun sizlere yazık olmaz ama bunca yıldır her hükümetin bin bir uğraşla, sabırla ve güçlükle kurduğu dostluklara ve en önemlisi de aziz Türk milletine yazık olur.

Başa Dön