Arthur Miller Cadı Kazanını yazdığında Amerika McCarthy dönemini yaşıyor ve komünistler girdikleri inlerde bir bir avlanıyordu. Daha bir yüz yıl bile geçmeden yeni bir cadı avı başladı ve hepimiz bu avın Müslümanlara yapıldığını yakinen biliyoruz!
Evet, çok kısa bir süre sonra da Müslümanlığın alametlerinden biri olan Başörtüsünün özgür olduğu tek ülke Amerika olabilir; ama aynı ülke yarattığı cadı tasavvurunu insan hakları kalelerine soktu. Sonra onu 11 Eylül mefhumundan mürekkep bir truva atı ile de pekiştiriverdi. Şimdi bir bakıyorsunuz Batının sözüm ona en medeni ülkelerinde türbana yasalarla, komisyonlarla sınır ve engel getirmeye çalışan iki ülke, Irak operasyonu sırasında Amerikaya karşı diklenmeyi beceren Almanya ve Fransa insanlık onuruna yaraşır bir tavır alarak ününe ün kattı.
11 Eylül olayı, dünyanın en güçlü bölgesinin ekmek arası ekmek yiyen bir azlık coğrafyasına çullanmasına tahvil edildiğinde savaş karşıtı söylemler ve mitingler hatırlarsanız zirvelere kadar çıkmıştı. Ama bunların hiçbiri yüzyılın yeni cadısının Müslümanlar olduğu fikrinin giderek yaygınlaşmasına, Avrupayı da yavaş yavaş egemenliği altına almasına engel olamamıştı. En güçlü eleştiriler giderek ana arterin gümbürtüsüne karıştı, hatta iyice perçinlendi. Eleştiren ve muhalefet eden bunun bedelini ödemek, beyatını en kısa sürede yeniden ihdas etmek zorunda kaldı. Yeni dünya düzeninde barış gibi helalleşme gibi muhalefetin tanımının ne kadar tuhaf durduğunu başörtülü ama eşek beyinliler bile tuhaf buldu. Sanki, birtakım kararsız otomatiğe bağlı muhalefet biçimleri, aslına kefiller-miş gibi salınıveriyorlardı bir bir ortalığa Sanki, önceden işaretlenmiş bu muhalefet biçimleri Erdoğanın samimiyseniz gelin anayasaya bunu koyalım sözünden sonra da bir bir toplanıp yuvalarına geri dönmeye başladılar sonra
Evet, tıpkı 28 Şubat sürecinden sonraki süreçte yaşananlar gibi saçma sapan bir helalleşme sürecini yaşayıverdik hep birlikte. Yani, vicdanı ve demokrasi algısı düzgün olan kimsede bunun bir karşılığı olmadığından artık cümlemiz emin olup bu postmodern darbeden az sonra, darbenin faziletleri hakkında beyin fırtınalarının estirilmesi gibi bir kafadan fikirler fışkırıverdi. Bazen Yok yok siz bunu hak etmişsiniz diyebilmek için bahane yarışları tam gaz düzenlenmeye devam etti. Dün inanç özgürlüğünü savunanlar bugün başörtüsünü diğerinin inancını küçümseyen küstahça bir tavır olarak görmeye hiçbir şey olmamış gibi görmeye devam etti
Sezerin davetiye nezaketsizliğini topa tutan eleştiriler yerini hızla başörtülülerin davalı ya da davacı olamayacaklarını, hatta espri kabilinden verilen o zaman hastaneye de alınmasınlar örneklerini ciddi ciddi tartışan söylemlere bırakmıştı. Üniversiteler neyse de bu kadarı ayıp oluyor beyler türünden çıkışların üniversiteler neyse.. kısmına ayrıca eğilip bir bakmak gerekir elbette. Mahkemeydi, hastaneydi derken, üniversite işi bir şekilde çözüme bağlanmıştı bile!
Siyahların özgür, Yahudilerin zengin, komünistlerin haklı olmalarından korkuluyordu. Şimdi Müslümanın eğitimli olmasından korkmak da yeni moda! Öyle ya, ya bu türbanlı kızlar büyüyüp, eğitimli anneleri nedeniyle yarışa 1-0 önde başlayacak mühendis militanlar doğururlarsa! Öyle ki o militanlar artık başkalarının teknolojilerini kullanmayacaklar, o teknolojinin kendisini de üretebiliyor olacaklar! Breh breh!
Türkiye ile Avrupanın farklı nedenlerle de olsa aynı irritasyonları taşıyor olmaları ne güzel değil mi?! Avrupanın sadece Mevlanamızı ve Yunus Emremizi değil Nasreddin Hocamızın peşin para fıkrasını andıran milli korkularını da keşfedip paylaşması çok sevindirici geliyor artık bana!
Eli kılıçlı hakim mefhum pazarlayıcısı, her zaman haklı çıkan ak sakallı dedeler gibi küçük yaramaz muhaliflerinin er geç doğruyu görüp yola geleceklerinden emin. Eleştiri topları kararsız elektronlar misali her yörüngede bir nebze eğleşen bu cins muhalefet, seçimini en kararlı, en güçlü, en erkeksi en kılıçlı yörüngeden yapmakta oldukça mahir.
Yani. Yurtta ve cihanda. Muhalefet ve mağduriyet forever kardeşlerim
Kalın sağlıcakla