Aşka Aşık Olmak

Farkında olmasak da herbirimiz bir şeylere karşı mutlaka bir aşk besliyoruz ve bu aşk yaşamımızın temel taşı. Peki ama biz esasında neye aşığız acaba?

yazı resim

İnsan yaşar...Fakat insan dünyadaki diğer tüm varlıklardan farklı bir biçimde yaşar. İnsanın hisleri ve düşünceleri vardır. İnsan onlarla yaşar. Ve insan bu elindekileri paylaşır, diğer insanlara aktarır ve başkalarından aldıklarıyla kendi elindeki his ve düşünceleri geliştirir. Bu sayede insan bazen kendini dahi aşar ve dünyada adeta Tanrı'nın bir temsilcisi halini alır. Bu sayede insan dünyanın varoluşundan beri kendini geliştirebilmiş yegane varlıktır. Hatta insan, dünyaya yeni yeni varlıklar kazandırabilmiştir, ki bu zaten başlıbaşına Tanrısal bir özelliktir. Ancak bütün bunları yapan insanın bu aşamalardan önce temel bir yetiye sahip olması gerekir: İçindeki o his ve düşünceleri, yani kendine özgü doneleri dışarıya aktarabilme ve anlatabilme yetisi. Bizler, kendi içimizdekileri dışarıya aktarabildiğimiz ölçüde varız. Yine de içimizde öyle şeyler doğar ve gelişir ki, bunları ne kelimelere döküp dışarıya salabiliriz ne de o soyut olguların varlığını ve bize hakim oluşunu inkar edebiliriz. İşte bu anlarda bu durumu aşmayı başarabilmiş kişilere ihtiyaç duyarız. Çünkü biz bütün sözlüklerde aramış olsak da o halimizi ifade edecek sözcükleri bir türlü bulamamışızdır. Bu durumdaki en büyük yardımcılar, kanımca şarkılardır. Çünkü hem o sözleri yazan kişinin sanatsal gelişmişliği bana göre yüksek seviyededir hem de bulduğu tanımlamaları en etkili biçimde, doğru melodiler eşliğinde aktarmaktadır. Aslında bu yazının ortaya çıkmasına neden olan faktör de bu. İçimdeki bir hissi tanımlamak amacıyla didinip dururken birden kulağıma eski bir MFÖ şarkısı takılıverdiydi: "Bir denize açılmış Sufi...Ne sonu var ne sahili...Aşka aşık olmuş o besbelli...Deli mi divane mi..."
İşte buydu arayıp da bulamadığım söz...!"Aşka aşık olmak." Bir nedeni olmalıydı girdiğim çıkmazların. Bir nedeni olmalıydı kararsızlığımın. Bir nedeni olmalıydı ruhumun, dünyanın orta yerinde yapayalnız kaldığını hissetmemin. Aşık olsam, aşık olduğum kişinin karşısına çıkar bunu açık açık söylerdim. Aşık olsam başka birilerinin peşinde de aynı zaman dilimi içinde &ltherhalde&gt koşuyor olmazdım. Aşık olsam ona karşı olan hislerimi, onun bana karşı olan hislerine endekslemezdim. Dahası sahiden dünya üzerinde (kendim de dahil olmak üzere) aşık olunmaya, aşık olmama değer bir olgu var mıydı? Ya da aşk sadece birtakım hislerin paylaşılma dürtüsü müydü? Gerçekten karşılıksız aşk olmaz mıydı? Karşılıksız aşkın tipik örneği olarak Leyla ile Mecnun efsanesinden sözedilir hep. Acaba sahiden orada bir karşılıksızlık mı vardır? Mecnun, aradığı karşılığı aslında Leyla'nın hayalinde bulmamış mıdır? Bu durumda herbirimiz soyut ya da somut bir karşılık bulmuyor muyuz aşık olduğumuzu iddia ettiğimiz nesneden? Ya da belki hepimizin aşık olduğu esas olgu aşkın kendisidir. Öyle olmasa nasıl olur da hem delicesine sevdiğimiz bir kişi ile olan ilişkimizi bitirir ve sonrasında bir daha onun karşısına bile çıkmaz, fakat bir taraftan da onun nasıl olduğunu öğrenmek adına bin türlü tilkiyi kafamızda dolandırırız? Aşık olduğumuz olgu, artık o kişinin bedeninden daha yukarılara çıkmış olmaz mı? Daha da uçlara taşımak mümkün bu durumu. Şöyle ki, bu aşık olduğumuz kişiyle illaki bir ilişkinin içine girmiş olmamız da gerekmez. O kişiyle her gün yüzyüze geliyor olabiliriz. Karşılıklı bir biçimde konuşuyor olabiliriz. Ama asla bu tip bir hissi ona karşı beslediğimizi dile getirmemişizdir. Bunun nedeni acaba yalnızca cesaretsizlik midir yoksa içimizdeki aşkın muhatabının direkt olarak o kişi olduğuna dair kuşkularımız da bu esnada mevcut olabilir mi? Belki de biz aşık olma ihtiyacımızı o kişinin hayali aracılığyla gideriyoruzdur ve o kişinin kendisinin bu durumu hayali kadar sağlayamayacağına inanıyoruzdur. Dahası aşkın mutlak surette bir insana ve ondan esinlenerek ortaya çıkan hayaline dayanarak ortaya çıkması da gerekmez. Bana göre, bir kişi şayet yaşamında kendisi için vazgeçilmez bir olguya sahipse ve o olgunun yaşamındaki varlığından ötürü binbir sıkıntıya giriyor ve yine de o olguyu yaşayıp özümsemekten keyif alıyorsa pekala o kişinin aşkı da odur. Somutlaştıracak olursak, bir Einstein'ın bilime aşık olduğunu söylemek çok mu yersiz olur? Peki Einstein, bütün ömrü boyunca ferah bir yaşam mı sürmüştür sanki? En yüce olgu olarak genelde Tanrı kabul edilir dünya üzerinde. peki bu dünyadaki yaşamını dahi Tanrı'ya adamış tasavvufçuların hislerini aşktan başka hangi kavramla ifade edebiliriz? Somut olarak bakıldığında onların aşkları uğruna ne büyük cefalara katlandıkları malum. Ancak şu da ayrı bir gerçek ki, bu zatların hepsi de kendi yollarını kendileri seçmişlerdir ve bütün bu sıkıntılarına karşın gayet de mutludurlar. Onların ellerinden aşık oldukları olguları alın, belki o anda çektikleri hiçbir sıkıntı kalmayacak; lakin yaşamın, yaşamanın da bir manası ve de tadı kalmamış olacaktır.
Evet, sanırım yaşamın hep o bahsedilen çözülememiş gizine bir anahtar aşk. Çünkü yaşamımıza anlam kazandıran, insan yaşamını diğer varlıkların yaşamından ayıran olgu da yine aşk. Ve madem yaşamımızın birinci dereceden renklendiricisi aşkın ta kendisi, o halde bizler de evvela ona, yani aşka aşık olmalı, olabilmeliyiz gibi geliyor bana. Herbirimizin elbet kendine özgü aşkları vardır ya da olmuştur. Ama kanımca bütün bu aşkları anlamlandırabilmek, aşka aşık olmanın yolundan geçiyor. Zira aşk, bizleri kendisine aşık ettikten sonra mutlaka bir zaman bir şekilde dünyanın somutlukları dahilinde bir çerçeve içerisine giriyor ve biz de o çerçevenin içinde hem kendimizi hem de yaşamanın keyfini keşfedebiliyoruz. Dışarıdan bakanlar, yani aşka aşık olmayı henüz başaramayanlar, bizlere sırf somut sıkıntılar yaşıyoruz diye tuhaf gözlerle baksalar bile...

Başa Dön