Aşk’tım
Aşık’tım
(vaz) gecebilirdim
Gectim.
Gitmelere dönüyordum,
Nice seller götürüyordu
Yaşanmışlıklarımı beraberinde.
Bir ana sığdırdığım,
Bin ömür hayatım.
Vazgeçmek aşkın kendisiydi,
Ben seni değil
Aşkı sevmiş,
Vazgeçmeyi kabullenmiştim...
Şimdi güncemde bana kalan
Sensiz yokluk
İçinmde eriyen,
İçimde eriten,
İçimi sarsan,senden bana kalan bir ömürlük alıntılar...
Ben seni, kimseler olmadığı için değil, kimse olamadığın için sevdim.Aşkı en mutena yerimde yoklayıp, sana yürümeyi yeni öğrenen bebekler gibi düşe kalka geldim.
Ellerimden tutmaya bilirdin.Beni sevmeye bilirdin.İçinde bana akan teninin adını “aşk” koymaya bilirdin ki sen yine bilirdin herşeyi bildiğin gibi...
Sen beni gizli seviyordun, bense en aşikarlığındaydım sevdamın.Vazgeçmelerin bana düşeceğini nerden bileblirdim? ..
Bu senden kaçmak değil, bu içimde yitirdiğim kendimdendir.Çünkü ben sana, gelmekle tüm bildiğim, öğrendiğim beni ben eden herşeyden vazgecerek geldim.Ben sana gelirken kendimden geçtim.
Aşk için şimdi senden geçiyorum.Bir ömrü bir lahza ya sığdırarak kendimi, senli düşlerin en törpüsüz yerine itiyorum.Her uykuya dalışımda törpülenmeyen yanlarının yüreğime, tenime takılıp acıtsın diye...
Sen adını bana acı ile öğreten kadın...
Adını biliyorum
Adını öğrendim
Adın Aşk...
Suretinse bir yokluk.
Suretinse unutulmaya mahkum
Suretinse hiç yaşamamışlığım
Aynaların aksinde...
Yoklukla barışmayan ruhum, varlığına inandığı günlerde Araf’ı tanıdı.Sen ne cennet olabiliyordun ne de cehennem. Bir boşluk hülyasında sendeliyordun. Sendeliyordum seninle. Ne dokunabiliyorduk ne de yanabiliyorduk ellerimiz de...
Rüyalarımda gördüklerim, aynadaki ters iz düşümleri gibiydi. Seni tanımıyordum Aşk’ı görüyordum. Yaklaştıkça sana...Sana yaklaştıkça biraz daha yabancı oluyordum.
Gecenin en muladi noktasında, kendimden yitiyor, sana doğamıyorken senin Araf’ında kayboluyordum...
Bizimkisi suretsiz bir Aşk’tı.Araf ‘a sıkışan ruhların ruhların tecellisi gibi.Cennet ile müjdelenen iki yüreğin,
Nasıl olurda bir birini tanımamaları gibi...
Sen beni, ben seni sende tanımıyorduk.
Tanıdığımda ise Aşk’ın vazgeçmek olduğunu hatırlamak bana düştü...
Sen kendini karanlık olarak nitelerdin.Ben se aydılığında, yürüyordum senin.Aramızda ki yabancılık böyle başladı.
Sen ben de seni, ben de sen de beni görnüyorduk.
Aynalar yalancı, Araf ise gerçekti bize...
Gerçeklikle, olmayışının arasında beliren fark_ın en iyi tarifi Araf yeri olurdu.
Adının anlamına Cennet manasını uyak düştüğüm günler henüz eskimemişken, senin Araf’ın; içimde ki adının anlamını kapladı.yitirdiğim bendim, senin adının anlamı ile birlikte...
Susmalarının ardında saklanan Araf aslında seni yansıtmıyordu.Ben sen de Aşk’ı görüyordum.Aşk varsa araf olamazdı.Bunu farkettiğim de ise bana Aşk’ın vazgeçilmezi olan (vaz) geçmeği kabullenmek kaldı...
Sen yoktun sende.benim tanıdığım adına Cennet_i uyak düştüğüm sen yoktun.Sen Araf’tın ben de artık...
Ben ise sen de kendini yitiren Mecnun...Senin Araf’ında toprak olmayı bekleyen...
Şimdi biz; bir birini tanıdığı kadar birbirine yabancı iki Aşık, İki insan iki Adı konulmamış bir duyguyuz.
Ben Aşk’ı kuşanırken, sen Araf’ında kayboluyordun.Kuşandığım sevdamın ucu ulaşmıyordu sana...
Ben sana gül bahcesi vaat etmemiş olmamama “rağmen” canımdan ektiğim tohumları çıkardın sen...
Aşk’tım
Aşık’tım
(Vaz) gecebilirdim
Geçtim...
Mehmed Asım
25/04—05/05 2005
İstanbul