Altın Yagmurları

küçücük bir tebessüm bazen hiç ummadığınız anda öyle bir gelir ki yıllar geçse de hatırladığınızda hep gülümsersiniz. öyle bir şey işte

yazı resim

“Saçlarına altın yağmurlarımı yağdı” bu cümleyi her anımsadığımda yüzümde aynı tebessüm oluşur… Çok eskiden ben henüz yirmili yaşlarıma yeni girmişken bir Anadolu kentine doğru trenle yol alıyordum… Gece geç saatlerdi. Tren sarsarak ilerlerken Konya ovasında, oturduğum kompartımanda herkes uyumuştu çoktan.Biraz soluklanmak ve sigara içebilmek için araya çıkmıştım…Kimse yoktu..bir kaç delikanlı açık pencerenin önünde sigaralarını içerken memleket meselelerini tartışıyorlardı.Oldum olası geleceğini ve yaşadığı ülkeyi düşünen gençleri severdim hoşuma gitmişti..güldüm içimden hatta bir ara onlara katılmayı bile düşünmüştüm.Ama öyle yorgun ve öyle uykusuzdum ki ne tartışacak gücüm nede konuşacak halim vardı…kendi penceremin önüne geçip pencereyi araladım ve sigaramı yakıp Konya ovasının o iç gıcıklayıcı sessizliğini izlemeye başladım…Yıllardır gördüğüm halde yine aynı ürpertiyi yaşıyordum onu izlerken…Çöl gibi öyle sahipsiz ve kendine güven doluydu ki… beklide o yüzden asırladır burada yaşayan halkın karnını doyuracak ürünü verebiliyordu…geç saatlerdi ve etrafta kimse yoktu..uzun bir vaktim vardı düşünmek için hayatımı…
Bir ay içinde dördüncü gidişimdi o şehre…On üç yaşımda geçirdiğim o hastalık tekrarlamaya başlamıştı…Tüm aile bin bir panikle yollara düşmüştük o yüzden.Sürekli kontroller, bitip tükenmek bilmeyen ilaç tedavileri ve netice aynı hastalığın ilerlemesine ait bir neden bulamadık diyen yaşlı doktorun o kaybetmiş hali…Bir nedeni yoktu arada sırada gelen epilepsi nöbetlerimin.Önceleri sinirlenince veya üzülünce oluşan nöbetler sonradan benim kendi dünyamda yarattığım kaçışlara döndü…
Yine kontrole gidiyordum ve biliyordum doktorumun yine o ezik ve kaybetmiş halini göreceğimi… Üzülmüyor değildim ama yalanlara alışmıştım son günlerde… Her şeyden sıkılmıştım.Aptal sınav muhabbetlerinden ve ne yaparsan yap etek boyuna göre not veren öğretmenlerin kendinden emin idealist ayaklarından…Arkadaşlarımda güven vermiyordu en kötüsü…Hele geçen gün en yakın arkadaşımın bana “fahişelik yapalım iyi para var” dediğini anımsayınca,bütün inançlarım cılız bir kuş gibi havalandı göğümden…Nelere şahit oluyordum son günlerde..ve kimseye bahsedemiyordum olanlardan…Ne zaman anlatmaya başlasam geri zekalıymışım gibi bakan yüzler görür olmuştum karşımda…Yada psikologumun tabiriyle ağır bir depresyon geçiriyordum ve her şeye bir kulp takıyordum…Öyle ya en yakın arkadaşımın fahişe oluşu gayet normaldi.yada öğrencilerin ders çıkışları sınıflarda saf kızlara tuzak kurarak zorla öpüşmeye zorlamaları oldukça normaldi.sorun bendim kahretsin ki.her şeye kulp takan bendim.benim haricimde olan her şey normal düzenin parçasıydı… Trenin bir istasyonda durmasıyla gerçek hayata dönmüştüm yine. Uyanık olanlar koşarak aşağıda ki çeşmeden su doldurmak için birbirleriyle yarışıyorlardı… Çocuklar uyanıyordu, yaşlılar çoktan geçmiş olan ilaç saatini hatırlayıp çantalarında ki şişeden sularını çıkartıp geçen ilaçlarını içiyorlardı… Genç delikanlılar yan kompartımanda ki uzun siyah saçlı güzel kızı kesmek için yarışıyorlardı… Ve ben insanları izliyordum… Ne kadar ilginçti. Belki hayatları boyunca bir araya gelemeyecek olan insanları bu uzun tren yolculuğu buluşturuyordu aynı yerde… Bir süre sonra üstümdeki örgü ceketin asıldığını hissettim. Öyle dalmış ve öyle geçmiştim ki kendimden göremiyordum ceketimi asılan o küçük kızı… Küçük gözleri apaydınlık dünya güzeli bir kız çocuğu iri gözleriyle göz bebeklerime bakıyordu inatla… Etrafıma bakındım ailesinden birilerini görebilirim ümidiyle. Yalnızdı. Göz gözeydik halen. Gülümsedi ona merhaba deyince.”neden bana öyle bakıyorsun” dedim alçak bir ses tonuyla… “abla senin saçlarına altın yağmurlar mı yağdı “ dedi en çocuk haliyle…Baktım o küçük güzel gözlerine..Gözlerinde sevdiğim insanlığı gördüm..Gözlerinde özlemini çektiğim hayatı gördüm…gülümsedim “evet” dedim.”ben her gece yıldızların altında bekliyorum,sonra sabah olunca saçlarım böyle oluyor” dedim.İnanmıştı.gülerek ailesinin yanına döndü.ben arkasından o küçük kızla giden insanlığıma baktım,özlemini çektiğim hayata baktım…ve gözlerim kanadı,sözlerim ağırlaştı…Koca bir ömrün bir küçük kızın gözünde nasıl basitleştiğini gördüm…ağladım biraz ,ama gözyaşlarım onu anlamayacak kadar kötü insanlarla dolu bir hayataydı..biliyordum altın yağmurları her gece düş ülkesine girecekti ve kim bilir bir gün o da sıkılacaktı saflıktan ve gerçekleşecekti tüm insanlar gibi.acımasızlaşacaktı,kötüleşecekti…Yinede o gece gökyüzünde hiç yıldız kaymadı..ve Konya ovası daha az ürküttü içimi belki ama ne zaman küçük bir kız görsem aklıma hep o küçük yol arkadaşım geldi…ve tabii altın yağmurları her gece saçlarıma yağan..
Hayat üzer be küçük kız sen sakın ağlama…hep gül ve hep gülecek masalların olsun yalandanda olsa inadına…

Başa Dön