Abdülbaki Gölpınarlı

Osmanlıdan Cumhuriyete kadar Türkiyede Eski İstanbul Kahvehanelerine aydın, akademisyen, yazar ve şairlerin büyük bir ilgisi vardı. Özellikle Lalelide ki; Acemin Kahvesi ve Beyazıtta ki; Marmara Kıraathanesi son dönem yazar ve şairlerin düşünce insanlarının uğradığı sayılı mekânlar arasında yer alırdı.

yazı resimYZ

Osmanlıdan Cumhuriyete kadar Türkiyede Eski İstanbul Kahvehanelerine aydın, akademisyen, yazar ve şairlerin büyük bir ilgisi vardı. Özellikle Lalelide ki; Acemin Kahvesi ve Beyazıtta ki; Marmara Kıraathanesi son dönem yazar ve şairlerin düşünce insanlarının uğradığı sayılı mekânlar arasında yer alırdı.

Osmanlı döneminde; Ermeni asıllı Sarafim Efendinin 1857 yılında kurduğu ve Beyazıt Okçular caddesindeki Okçular Kahvesi diğer adıyla Uzun Kahve ve sonrasında Sarafim Kıraathanesinin de bir hayli müdavimi isimler vardı. Ahmet Rasim, Hâlit Ziya, Namık Kemal ve Ebuzziya Tevfik Bey gibi yazar ve şairler Sarafimin bilinen en önemli müdavimleri arasında yer alıyordu.

1950lili yıllara gelindiğinde Beyazıtta bir nevi Kültür Merkezi olarak anılan Küllük Kıraathanesinin müdavimleri arasında; Reşat Nuri, Yahya Kemal, Peyami Safa, Necip Fazıl, Neyzen Tevfik, İlhan Berk, Mehmet Kaplan, Orhan Veli, Cahit Sıtkı gibi önemli isimler mekân tutmuş, Faruk Nafiz ve Behçet Kemal 10. Yıl Marşını bu kıraathanede yazdıklarını okumuştum.

Velhasıl kelam, eski ve yeninin harmanı olan bu kalem erbapları Marmara Kıraathanesine takılır vakitlerini buralarda sohbet ederek geçirirlerdi. Ancak geçen zaman içinde burada da ne İzzettin Şadan, Ziya Nur Aksun, Mükrimin Halil Yinanç, Hamdi Çağıl, Nuri Karahöyüklü, Saip Atademir, Filozof Cemal, Hilmi Oflaz gibi bir önceki veya sonraki neslin yazarları artık yok olup gitmişlerdi. Bu insanların bir tek sözü bile insanlara huzur ve istikamet verirdi. Zira hepsi meselelerine vakıf insanlardı.

İşte bu insanlardan biri de Abdülbaki Gölpınarlı idi. O, Marmara Kıraathanesine gitmezdi. Ama onu yine de ismen çoğu ünlü isim tanırdı. Yaz aylarında Bayezıt Camiinin hemen yanındaki meşhur çınarın ağacının dibinde zaman geçirirdi. Yine bölgede ki meşhur Murat Lokantasına yemek yemeye giderdi. Lokantanın sahibi rahmetli Müslim Ülgenin onun öğrencisi olduğu söylenirdi. Zira Müslim Bey, Gölpınarlı Hocaya çok saygılı davranırdı.

Bir insan, bir kişiyi tanıdı mı onun hakkında fazla bir şey okumak istemez; zira okunacak o kadar çok şey var ki
Ahmet Güner Sayar, Abdülbaki Gölpınarlı hakkında bir kitap yazdı. Ahmet Güner çok birikimli bir insan ve yazardır. Gerçekten ne yazmış diye kitabını alıp okudum. Nelerle karşılaştığımı anlatmak çok zor! Yakın geçmişimizi, kültürümüzü öyle şekilde ortaya koymuş ki onu burada seri halde üç beş yazı ile zor anlatırım. Hazret, Nazım Hikmetin, Peyami Safaya dair yazdığı şiirine karşı Gölpınarlının reddiye yazdığını bile kaleme almış O yazmasaydı şimdi kim nereden bilebilirdi böyle bir şey olduğunu
Yine şiir Namık Kemali de hedef aldığı için Gölpınarlı;
Bu millete milliyetini duyuran /
Zulmü, istibdadı, tahakkümü kıran /
Büyük Türke Namık Kemal sövmek /
İçtiğin Moskof şarabının neşesinden olsa gerek
dedikten sonra Sırtlan tabiatlı nebbaş diye yazmış
Ve daha yazılan bir çok şey var

Osmanlının son dönemlerinde, Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşayan nesil hiç kuşkusuz altın bir halkadır; kendi kültürümüzü ve ona lazım olacak tarzda Batıyı çoğu bilindik yazarlardan daha iyi biliyorlardı. Cumhuriyet kendi kültürümüzü dışlayıp Batıyı hedef almasaydı, bence çok daha iyi ederdi; bir insan kendini tanımadan kimi tanıyabilir? Zaten Sayarın kitabının tadı kendi kültürümüzü ortaya koymasından ileri geliyor diyebilirim kısaca.

Diğer taraftan Ahmet Güner, Abdülbaki Hocayı yakından tanıyordu; yazdıkları kesinlikle bir biyografi değil, belki de bir kültür tarihidir desem realist bir tespitte bulunmuş olurum. Zira, yalnız Gölpınarlı Hocayı incelememiş; yakın dönemi, ona etki eden çevresindeki insanları da etraflıca ele almış; böylece Gölpınarlının resmini tam olarak ortaya çıkartmış. Hocası, Mehmed Fuat Köprülü hoca mezuniyet tezi olarak, Osmanlı asırları içerisinde Melamet olgusu ile hakim Melamet damarını ve önde gelen Melamileri incelemesini istemiştir. Gölpınarlı, ününe layık olan Melamilik ve Melamiler tezini 1930 yılında hocasına teslim etmiştir. Çalışmasını Aziz Üstadım dediği Fuad Köprülüye şu sözlerle ithaf etmiştir:
Bu eserimi, Türk Edebiyat Tarihini kurarak gençliğe ilim yollarını gösteren ve çalışma zevki veren Şarkiyat banisi aziz üstadım Prof. Dr. Köprülüzade M. Fuad Efendiye ithaf ediyorum.
Köprülü de 1931 yılında kitaplaşan bu eseri için bir Takriz kaleme alarak edebiyat ve tasavvuf tarihçisinin irfan hayatına gelişini; Bize ilk kitabı olarak bu kadar olgun bir eser veren genç müelliften ilim alemi daha pek çok hizmetler bekleyebilir. diyerek müjdelemişti.

Yunus Emre, Gölpınarlının idrakinde çok yönlü bir hâl almıştır. Herhalde Gölpınarlı hangi düşüncenin içerisinde bulunuyorsa, Yunusu da kendi idrakinde anlıyordu. Aslında Yunus benim bildiğime göre, dört dörtlük bir Müslüman şairdi. Okur-yazar olmayan rahmetli nenem bile Yunus Emrenin şiirlerini dua diye okuyarak ağlardı, hatta o sözlerin sahibinin Yunus Emre olduğunu da bilmezdi. Fakat Gölpınarlı hangi düşünceye sahipse, bu büyük şairimizi o düşüncenin malı yapmış. Evet, Bektaşilikten Mevleviliğe, Hümanizmden Sosyalizme açılan Gölpınarlı, Yunusu da oralara taşımış ender düşünce insanlarımızdan biridir.

Gölpınarlı ömrünün son yıllarına doğru mistisizme sığınmış. Yunus Emrenin ki de mistisizm değil miydi? Sayarın anlattığına göre, Yunusun şiirlerini bestelemiş olan Ruhi Su bir gün yanına gelir. Gölpınarlı, Ruhi Sunun yaptığı bestelerin okunması bitince; Bunlar Yunusun değildir der. Bunun üzerine Ruhi Su şöyle söyler: Aman hocam yapmayın! Nasıl olur? Bu şiirleri sizin kitabınızdan aldım. İyice celallenen Gölpınarlı sesini yükseltir (Sebahaddin Eyüboğlunun Yunus Emre derlemelerini kastederek); Ruhi! Ruhi! Sen Sebahaddinisin, sen Sebahaddinisin. Ruhi Su ters yüz olup gider. Tabii bu hikâyecik, mistik düşünce tarzını benimsemediğinden sonradır.

Ahmet Günerin belirttiğine göre İstanbulda Yunus Emre sempozyumu yapılır (Eylül 1971). Gölpınarlı da o sempozyumun değerlendirmesinde bulunur; Seminerde bir garip ses duyulur İnsan sevgisini, İslami görüşü şiiriyle ören, gönüller yapmaya geldiğini söyleyen gönül eri Yunusu, bu ses bir ihtilalci yaptı ve esefle söyleyelim ki; astı.

Elbette insan odun gibi değildir; kemale erme ameliyesinden dolayı sürekli tekâmül eder; işte bu sebeple kimisi mistiklikten materyalizme döner; kimisi de tam tersine. Ama bütün büyük adamların fikir hayatlarına bakınca, daha çok mistisizmin ön plana çıktığına artık eminim. Zira insan hayatın önemini anlar, batan gün bizi nerelere sürükler, ölmek mutlaka doğmak zorunda kalır. Ömer Faruk Akgün de Gölpınarlının çok çileler çektiğini anlatıyor Ahmet Güner Sayarın kitabını okuyunca, Gölpınarlı da bunu söylüyor. Gerçekten de tasavvuf vadisinde mürşit arayışları da çok sıkıntılı geçmiş hazretlerin Hatta yaşadığı zelzeleleri :

Çok heyete girdim, geleli bezm-i cihane

Bin surete koydu beni evza-i zamane

beyitiyle dile getiriyor..

Şimdilik, kalın sağlıcakla

Başa Dön