Yazar yazı yazmayı başka insanlara göre daha zor yapan insandır. -Thomas Mann |
|
||||||||||
|
Bizim rahmetli siyasetle çok uğraşmış; anlaşılan zarar da görmüş, “Oğlum büyüyünce siyasete bulaşma” diye öğüt verir dururdu. Sözünü tuttum, hiç siyasete bulaşmadım. İkide birde partilere girip çıkışım mı? Hep o bana bulaşıyor, o yüzden. … Bir yerel seçim öncesiydi, kelli felli biri çıktı geldi; bir partinin ilçe başkanıymış: “Mehmet bey, uzun zamandır partiye belediye başkan adayı arıyoruz. Düşündük taşındık en iyi adayın sen olduğuna karar verdik. Mevcut başkanı devirse devirse o devirir.” dedik. Bak sen! Damardan damardan da giriyor. Yani, bu şu demek: Siyaset denen şey açık açık bulaşıyor. Ağzımızdan da noter tastikli belge hükmünde bir “Eh!” çıktı mı? Artık siyasetin içinde değil, ta göbeğindeyiz. Yalnız tek sıkıntı parti bol para gönderemeyecekmiş. … “Arkadaşlar o zaman işimiz çok zor. Bu işler bol para ister, emek ister, işi gücü bir yana bırakmak ister” diye yalvarıp yakarmalar sinek vızıltısı kadar etki etmedi. Beklendiği gibi ertesi sabah da istekler başladı. İlçe başkanı birini göndermiş. Adamın deyişiyle “Ercümen Listesi” hazır mıymış? İnsaf artık, daha bugün bir. Ne encümeni ne meclisi. Akşama doğru il başkanlığı sekreteri: Meclis listesi nerede kalmışmış. Ertesi sabah erkenden de bizzat parti genel sekreteri, bizi “En tembel ilçe örgütü” ilan edeceklermiş, bu ne uyuşuklukmuş. Aldık başımıza bir dert ya, inşallah sonu hayırlı olur. Bereket ki, bu konularda deneyim sahibiyim. Bir tarihte “Usulen adını ilçe başkanı yazıverelim, işleri biz yaparız” denip siyasete sokulmuş, üç gün sonra bizzat genel başkandan “Filan köydeki üye sayımız niye hala üç, orada yan gelip yatıyor musunuz!” diye azar bile işitmiştim. Neyse, bir yola çıktık, bulacaz artık o ercümen denen zevatı. Ama, bulmak için de aramak lazım. Yola koyuldum, bir kahveye bakınırken taa ortaokuldan bir arkadaşıma rastladım. Tembel Osman. O zamanlar yaşamaktan bezgin bir çocuktu. Derslerine çalışmaz, kırık not alınca da “Bırakıcam bu okulu” diye mızıldanır dururdu. İlk yılın sonunda bıraktıydı da kurtulduyduk. Ama şimdi, kendisine gereksinim var. Yukardan bastırıyorlar, “Osman’ı bile meclis üyeliğine yazarsam şaşırmayın” diyecektim ki, o da arayış içindeymiş. Daha beni görür görmez “Sigara var mı?” dedi. Uzattım; anlaşılan ateşi de yok, sağa sola bakınmaya başladı. Çakmağı çıkarıp yakıverdim, elimin üstünü okşar gibi yapıp teşekkür etti. Sonra dumanı uzun uzun çekti. Bir daha bir daha derken başladı öksürmeye. Neredeyse boğulacak. Biraz rahatlayınca: - Bırakıcam bu naleti! dedi. Rahatlayıp sövmeleri de bitince konuyu açtım. Meğer en doğru adrese gelmişim. Şöyle bir gerindi: - Mehmetciğim tam adamına geldin. Biz demokrasinin emniyet sübabıyız. Aynı zamanda oy deposuyuz. Bir kaşımızı oynatalım, oyların yarısı tuz yüklenmiş koyun sürüsü gibi peşimize takılmazsa aha şu ellerim işe güce varmasın. Tam da yukardan bastırdıkları bir sırada, iyi ki Osman’a rastlamışım. Daha yüzlerini bile görmediğim elin adamlarına rezil olacaktım. Ama bu iş bir Mehmet bir Osman’la da olmaz ki, bunun meclisi var, kontenjanı var. Var oğlu var, derken; meğer ben ne ufku dar insanmışım. Doğru dürüst insan tanımıyormuşum. Osman öyle mi? Koşuverdi; pek kılık kıyafetleri yerinde olmasa da yedi sekiz kişiyi bir çırpıda buldu geldi. İnsanlar her an bayramlıklarıyla gezmeyecekler ama, yine de soruşturmak gerekir: - Arkadaşlar ne işle iştigal ederler? Osman en öndekilere sempati ile baktı: - Aha şu ikisi fayans işinde uzmandır. “Canlarım benim, bu aralar inşaat işi de krizde; zorda olmalılar. İnşallah işleri açılır da rahat harcama yapabilirler” diye düşünürken, ardındaki dört kişiyi işaret etti. - Bu arkadaşlar kağıt sektöründe birinci sınıftır. Güzel. Gerçi bizim buralarda kağıt fabrikası yok ama, işe bir atölyede başlamış olmalılar. Yavaş yavaş büyümek daha akıllıca. Sonra arka yandaki ikisini işaret edip, sır verir gibi ağzını yarı kapadı: - Bu ikisi asla sıradan işlerle uğraşmazlar. Risk alırlar. Yani kılıç kalkan ekibi. Hem büyük işadamı, hem de folklora aşıklar demek. Ne güzel. İnsanın mesleğinin yanında sanatsal faaliyetlere de zaman ayırması ne büyük zenginlik. Osman tüm arkadaşlarını tek tek tanıttı. Meclisime üye ararken gölebe batmış gibi oldum. Hatta en arkalarda tek başına dikilen biri kalmıştı. “Bu kimdir?” dedim. “O çaycı” dedi “Önemli değil. Aday listesine yazmasan da olur.” Buna ısrarla karşı çıktım: - Olur mu öyle şey? O da bizden. O da emekçi bir kardeşimiz. Çaycıyı da listeme alıp ekibimi oluşturdum. Bizim partiye hiç para gelmiyor ama, bu kadar işadamının katkısıyla seçimi sürükleriz evelallah. Zaten Osman’ın bir kaş göz işaretine bakan yüzde elli çoğunluk çantada keklik, buna yüzde bir bile eklesek seçim bizim. Gel zaman git zaman seçim çalışmaları oldukça ilerledi. Yukarıları aradım, prensip olarak bu seçimde bir kuruş para göndermeyeceklermiş. Kendi yağımızla kavrulmamız gerekiyormuş. “Bereket versin arkadaşların ensesi kalın” diyeceğim ama, onların da ceplerinde akrep mi var ne, henüz hiç birinin eli cebine gitmedi. Ben tüm harçlığımı harcasam da giderlere yetişemez durumdayım. Bir gün baktım, cepte bir kuruş yok. Az bir şeye gereksinim var. Alacaklı başucumda bekliyor. Aday arkadaşlara “Para!” dedim, hiç biri oralı olmadı. Neyse ki, geride geride duran çaycı arkadaşta para varmış da, rezil olmaktan kurtulduk. Yokluğunda her kuruşun değeri anlaşılıyor. Arkadaşlar o akşam, önemli bir konuda toplantı yapma önerisi getirdiler de yüreğime soğuk sular serpildi. Anlaşılan arkadaşların paraları ortaya serme zamanı gelmiş. Yoksa, tam da bir işe kalkışmışız, halimiz nice olurdu? … Toplantıda ilk sözü Osman aldı: - Sayın başkan, arkadaşların sabrı taşmaya başladı. - Neden? - Neden olacak, para konusu. Öyle ya, kibar adamlar “Al şu parayı, seçim parasız olmaz” deyeme utanıyorlar. Konuyu benim açmamı bekliyorlar. Hani birçok partinin meclis üyeleri şu kadar bu kadar para harcıyor diye konuşuluyor ya, ben de bizimkileri rahatlatmak istedim: - Haklısınız arkadaşlar. Konuyu gündeme getirmekte geciktim. Çekinmeyin, buyurun. Çıkarın paraları! Ben bu sözü söyleyince bir şaşkınlık geçirdiler, gözleri açıldı. Hep bir ağızdan: - Çıkaralım da, kasa nerede? - Ne kasası? - Paraların bulunduğu kasa. Paralarımızı nereden alacağız? Öyle bir şey olmadığını söyleyince başladılar homurdanmaya: - Ulan, çayına okey çevirsek, bari hoşça vakit geçirirdik. - Bu da iş mi be? Ne varsa kağıtta var. Al papazı ver kızı. - Bir kılıç açsam, bir ay karnım doyardı. Yediniz sermayemi. Tek sitem etmeyen çaycı kalmıştı, ona baktım; hiç umurunda değil: - Müşterilerin hepsi burada. Zaten iş olmazdı. … Partiden topluca çıkıp gitmeye hazırlanırlarken Osman sitem etmeyi sürdürüyordu: - Birader, okul arkadaşı dedik bağrımıza bastık, beni kahveye rezil ettin. Bu koşullarda siyaset yapmayı hiç mi hiç etik bulmuyorum. Ben ve arkadaşlarım siyaseti bırakıyoruz. Onlar uzaklaşırken, seçimi kazanma umutlarımız ufukta yitti gitti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |