Özgür insan, denizi daima seveceksin. -Baudelaire |
|
||||||||||
|
Sekiz on kişilik kompartımanda tek başıma mı yolculuk yapacağım, derken; yardımlaşmalarından karıkoca oldukları anlaşılan bir çift içeri girdi. Ben cam kıyısında oturuyorum. Adam tam karşıma, kadın onun yanına oturdu. Adam pencereden dışarıyı seyretmeye başladı; kadın çantasından örgüsünü çıkardı. Her ikisi de bir şeylerle meşgul olunca ben de gazetelerimi çıkardım. Sürekli dışarıyı seyreden adam, hava iyice kararıp bir şey görünmez olunca başını içeri çevirdi. Henüz tanışmıyoruz. Daha doğrusu tanışmıyor sayılırız. İlk andaki merhabalaşma töreni, ona sallama da denmez ya, çok hafif baş eğme ve mırıldanmalardan ibaret kalmıştı. Sessizlik adamın “Gazeteye göz atabilir miyim?” sorusuyla bozuldu. Sohbetimiz benim “Hı hı”mla daha ileri bir boyut kazandı. Gazeteden başımı kaldırıp yüzlerine bir daha baktım; adamda alın, kaş, baş karışımı kıpırtılarla bir teşekkür; kadında “Gördünüz mü? Yarım saat demedi, canciğer kuzu sarması oluverdik” diye yorumlanabilecek bir gülümseme. … Adam gazetenin birinci sayfasındaki en büyük başlıktan okumaya başladı. Yalnız bir değişik okuyor. Uzun zamandır; öyle uzun dediysem de, bu sıradan bir uzunluk değil, sanki altı yaşından beri hiç yazı görmemiş gibi okuyor. Onun kemkümlerinden okuduğumdan bir şey anlamamaya başlayınca gazeteyi bıraktım, onu dinlemeye başladım: - Do do do doğ… Uzunca bir süre do do doğ heceledi. Bu böyle olmayacak: - İsterseniz ben okuyayım, siz dinleyin; sonra siz yorumlayın. Olmaz, adam okumaya çok meraklı. Bırakmıyor. - Ben, dedi, okumayı çok severim. Akşamları bir saat kitap okumayayım, gözüme uyku girmez. Anlaşıldı, tam bir kitap kurdu. Yalnız, gazetede zorlanıyor. … Artık ahbap olduk ya, kadın da söze karıştı; biraz da övüngeç mi ne? Ağzını yana yatıra yatıra: - Bizim Ceyda’nın bir mutfak dolapları var… Ben bu ani girişin konumuzla ilgisini kurmaya çalışırken, kadın rüzgarı ardına aldı gidiyor. El parmaklarının dürüp dudaklarına götürüyor, “Mmmmıh!” diye diye devam ediyor: - Aman aman aman! Çekmeceler yaylı, dolaplar … Derkan, adam bir azar savurdu; kadın örgüsünü hızlandırırken, adam devam etti: - Doğ doğa ağ ağa… Şunu okuyuverse de kurtulsam diye sabırsızlanıyorum. Bari bir yardım örerisi daha götüreyim, insanlık ölmedi ya: - Beyefendi, o kısım ağdalı bir dille kaleme alınmış olmalı. İsterseniz orasını ben geçiştirivereyim. Nerde! Gazeteye sımsıkı yapıştı; ne bırakıyor, ne de gösteriyor: - Doğ doğa ağa. Ya ya. Doğa ağa ya… Oluyor galiba. Ben de bir an “Hah çıkıyor!” demişim. Ben “Hah çıkıyor” deyip heyecanımı belli edince, adamdan önce kadın galeyana geldi: - Bizim Ceyda’nın bir mutfak dolapları... Derken adam “Aman aman aman”a izin vermeden; bir daha bağırdı. Kadın örgüsünü daha da hızlandırıp sustuğunu belli etti. … Ama adam da okumakta kararlı: - Doğa ağaya… - Hı. - Doğa ağaya. İh ih net. İh net. İh anet. - Oluyor, oluyor! - Doğaağaya ihanet. Adam başlığı okuyunca, gazeteyi hatmetmiş gibi keyiflendi. Tabi karısı bu neşeli ortamı kaçırır mı: - Bizim Ceyda’nın bir mut… Devamı dilini kıt tut. Adamın sesi borazan gibi inledi: - Dur be kadın! Şurada bir kültür faaliyetinde bulunuyoruz. … Yalnız bir sorun var. İlle de ben okuyacağım diye, saklayıp engel olduğundan anlaşılmıyor. Sorun da şu: Kanımca Doğa ağa olmaz. Ağalar genellikle erkeklerdan çıkar. Bu olsa olsa Doğan Ağa’dır. Olayda Doğan Ağa adında bir ağa var. Şöyle büyük toprak sahibi, zengin mi zengin, hayvan haşatının sayısını kendi bile bilmeyen, köyleri, mezraları olan türden. Ve sanırım işçileri, köylüleri, marabaları bu ağayı sırtından vurmuşlar. Gazete de ağaya yapılan ihaneti, kadirbilmezliği yazıyor. Adama “Bir kez daha oku bakayım ‘Doga Ağa’ya ihanet’ mi?” dedim. Son derece kendinden emin: “Eve evet. Doğa Ağa’ya İhanet.” Her olayı söze karışmak için fırsat bilen kadın, yine karıştı: - Bizim Ceyda’nın… Ve malum tepki üzerine örgüsüne bir hız daha verdi. … Adam geçti alt başlığa: - Ku ku. şcen netinev lerkon acak. Okumasını oldukça geliştirdi ama, hangi dilden okuduğunu açıklamıyor. Şimdi: Ku ku şcen netinev lerkon acak. Anlaşılan bir şeyler olacak da, ne olacak? Elimi bir daha uzattım, gazeteyi yine geri çekti. Bu arada kadın, ya azarları unuttu, ya da susmaya tahammülü kalmadı; bir daha: - Bizim Cey… Dedi demedi sonuç aynı. Kime örüyorsa, kazağın sahibi şanslı. … En sonunda yeterince kültürel faaliyette bulunduğunu düşünmüş olmalı gazeteyi elinden bıraktı. Ana başlığa baktım: Doğaya İhanet. Altındaki: Kuş Cennetine Evler Konacak. Haklı bir eleştiri. … Sonuçta, kemkümün arasında benim de okuma hevesim kaçtı. Kadın da Ceyda’nın mutfak dolaplarını anlatmak için can atıyor: - Haydi, dedim, güzelce bir anlat şu Ceyda’nın mutfak dolaplarını da dinleyelim. İşittiği azarlardan kadının da kafası mı karıştı ne? - Mutfak dolapları da ne olacak, dedi. Ceyda’nın bir çamaşır makinası var; aman aman aman! Mmmıh.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |