Egoistlerin en güzel yanı başkaları hakkında konuşmuyor olmaları. -Lucille S. Harper |
|
||||||||||
|
HALİMENİN BÜYÜK AŞKI - Mehmet, sır saklar mısın? - Elbette, sırsa saklanır. Öyle ya, aynı fabrikada, hatta aynı bölümde çalışan arkadaşım. Sırrını elaleme açmak bana yakışır mı? Şu da var: Kız benim sır saklayacak biri olduğumu anlamış ki, paylaşıyor. Anlatmaya başlayınca da anlaşıldı ki, gerçekten, saklanması gereken bir sırrı varmış: - Biz, tüccar İhsan’la büyük aşk yaşıyoruz. Bir hoş oldum tabi, O da öyle bir şey beklemediğimi anladı: - Çok mu şaşırdın? Kendimi toparlamaya çalışıyorum: - Yok yok, büyük aşksa niye şaşırayım? Kendini hemen toparladı: - Tabi canım, büyük aşk. Yoksa, insan kötü olur ya! … Halime, büyük aşkını “Sır ha! Unutma ha!” diye diye, “Kimseye söylemek yok!” uyarılarını yineleye yineleye en ince ayrıntısına kadar anlattı. Tabii benden sır çıkmayacağını, ne denli güvenilir biri olduğumu biliyor. Yoksa, adamın yazlığında sabahlamaları, şöminenin karşısında yiyip içip sevişmeleri, karısını boşama planları yapmaları herkese anlatılacak şeyler mi? Ben bu büyük aşkın yegane sırdaşı olarak işime bakıyorum. Yalnız, iş gereği öteki bölümlere gittiğimde; hatta tuvalette, yemekhanede arkadaşların bu konularda bir şey biliyormuş gibi davrandığını farkettim. Tabi bir şey bilmeleri mümkün değil. Halime’nin sırrını bilen tek kişi benim; onlar boş atıp dolu tutmaya çalışıyorlar. Bundan hiç kuşkum yok. Bir gün paketleme bölümünün önünden geçerken orada çalışan arkadaşlardan biri: - Mehmet abi, seninki şimdi de evli bir adamı ayartmış. Gül gibi karısını boşatmaya uğraşıyormuş, dedi. Arkasındaki: - Lüks villalarda görülmüş. Bir başkası: - Zengin arar o! Onun ardındaki: - Paranın kokusunu aldı mı, parmak şaklatsan gelirmiş. Bunları duyunca içimden “Bu kadarı da doğru değil, sırrını yalnız bana açtı. Birazını tutturuyorlar ama, o kadar rastlantı olur. Falcılar bile on tane atıyor, biri ikisi tutunca falcının ne kadar bilgili olduğu anlatıla anlatıla bitirilemiyor” diye yorum yapıyorum. … Ama bizim bölümün önünden geçenlerin, beş parmaklarını birleştirip dudaklarına götürmeleri, gözleriyle de bizim Halime’yi işaret etmeleri beni çok rahatsız ediyor. Yemekanede herkesin bize bakarak yemek yemesini, açacına geçiştirsek de çözüm değil. Meydana çıkıp, “Ben size Halime’nin sırrını ne zaman açıkladım” diye bağırasım geliyor. … Bir gün işler yetişmeyince fazla mesaiye kaldım. Gecenin on birine doğru iş bitti; dönüş için dış kapıya doğru yürüdüm. Fabrikanın bir gece bekçisi var, Şükrü. İçmeyee mesai bitmeden gizliden başlar, bitince açıktan sürdürür. Tam kapıdan çıkacağım sırada, koluma yapıştı: - Memetjim. - Ne oldu? - Yanlıj, olmuyor. Terj oluyor. İçkinin etkisiyle dediğinden bir şey de anlaşılmıyor: - Ne istiyorsun? - Hajime, dedi. Aleme japur jupur. Eee, biz? Olmuyor. Yanlıjjj oluyo. Adaleti yok. Anlaşıldı. Bu alkolik bizim Halime’den yüz bulamamış, ustasına şikayet ediyor. Biz de artık “Kızım, kullar arasında ayırım yapma; ayıptır, günahtır!” filan deyip Halime’yi paylayacağız. Adam körkütük sarhoş, ayakta zor duruyor. Ağzından doğru dürüst bir söz de çıkmıyor. Yalnız bir “jjjjıııı” sesi. İşaret parmağını gözümün içine soka soka: - Jjjj, dedi. - Abi, yoksa Halime öptürmedi mi? - Jjöpptürmedi! Ne diyeyim şimdi ben bu adama? En iyisi aynı telden yürümek: - Ne demek, aslan gibi adama jöptürmemek, ben ona yapacağımı bilirim! Bu sözler çok hoşuna gitti. Uzun uzun teşekkür etti: - Jjjjjjjjjjj. … Ertesi sabah Halime’yi yanıma çağırdım: - Senin sırrın sır değilmiş, herkes biliyor! Umrunda bile değil: - Nasıl olsa yakında evleneceğiz. Dayanamadım, anlattım. Bu gidişle, onunkini bilmem ama, benim adım çıkacak. En iyisi işi bırakmak. Kıdem mıdem ne varsa el sallayıp ayrıldım. … Yıllar sonra Konak’ta bir çay bahçesinde karşılaştık Halime’yle. Elinde üç dört yaşlarında bir kız çocuğu. Hoşbeş derken, merak da ettim: - Büyük aşkından mı? - Öyle. Pek neşesi yok. Herif kalleş çıkmış. Karısı zenginmiş ya, mallara, paralara kıyamamış. Birkaç ay sonra bunu terk edip evine dönmüş. Diyecek başka bir şey bulamadım: - Büyük aşklar da bitebiliyor. Büyüğü müyüğü mü var? der gibi güldü. “Haydi iyi şanslar“ deyip ayrılacaktım ki: - Mehmet, çalıştığın yerde bana uygun bir iş var mı? - Şimdilik yok. Olursa haber veririm. O zamana kadar, bu küçük kızın nafakasıyla idare edeceksiniz artık, babası zengin nasılsa. Meğer bizim Halime ondan da dertliymiş. Küçük kızın sırtına okşar gibi bir yumruk indirdi: - Nerdeee! Tutturamadı ki bu herife, deneasını.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |