Doğaüstü henüz anlayamadığımız doğal şeylerin adı. -Elbert Hubbard |
|
||||||||||
|
Her allahın günü, aynı saatte aynı dakikada o sokaktan geçerdi. Akşam dönüşü de dakik sayılırdı. Adam bir çocuk arabasına, kapalı dört köşe cam tezgahı başarıyla monte etmişti. Akvaryuma benzeyen cam tezgahında, ortalama elli, altmış civarı simit olurdu.Bir çocuğu gezdiren anne misali şevkatle hassas kullanırdı küçük arabasını.İki eli direksiyonda olan usta bir şoför gibiydi..Sağına soluna bakmadan kısa aralıklarla sık sık bağırırdı.. "Simit, Simit, Simit-- Ses tonu bir çok satıcıdan daha iyi daha da güzeldi.Bazı esnaflar, mahalleli kadınlar onu Neşet Ertaş a benzetirdi..Ses gerçekten benziyordu ama bu gövde kesinlikle aykırıydı..Ellili yaşlar da olan adamın, kılık kıyafeti, kısa boyu, hacı sakalı ile tipik bir görüntüsü vardı.. "Simiit, Siimiiit, Siiimiiiitt" Ses ne açak, ne de yüksek çıkardı. Robot gibi yürürdü, dümdüz hayal aleminde. Gündüz yatan çocuklar, yaşlı hastalar bu simitçinin sesinden hiç de rahatsız olmazdı. Bazen sesler karışırdı.. "Huurrdaciiiiii" "Simiit, Siimiiit, Siimiiiitt" "Karpuza geel , Karpuzaaa geel" Kamyonetle satış yapanlar ise ortalığı sarsardı..Hoparlöden çıkan ses, kundakta ki bebekleri zıplatırdı.Bir ses ise bir gün faciaya sebep olacaktı...Kamyonuyla bakkalın önüne park eden satıcının sesi sonuna kadar açıktı.. "Patlıcaaann biberrr domateesss, Patlicaaannnnnn" Sanki bir el bombası patlamıştı. Bir metre yukarıda, kümes gibi bir odada yatan, yaşlılıktan kıvranan tansiyon hastası ihtiyar bu korkunç sesi duyduğunda anında beyin kanaması geçirmişti. Mahalle halkının linç girişiminden, son anda kıl payı kurtulan satıcı kamyonunu üç gün sonra ancak alabildi.Tabiki polis desteğiyle.. İşte bu simitçi diğerleri gibi değildi..Sesi güzeldi.Sağa sola bakarak mahallenin namusunu rahatsız etmezdi. Sadece önüne bakardı.. "Simiit, Siimiiit, Siiimiiiiitt" Bazen gülümserdi kendi kendine...Acaba ne düşünürdü ?.. Kendi kendine gülen bir manyak gibi görünse de aslında o çok şeyler görüyordu. Genlerinden gelen hayal aleminde. Kendi dünyasında kurduğu, bir simit yolculuğuna çıkmıştı. Bu onun yoluydu. Onun "İpek" yoluydu. Çevrede ki binaları, dükkanları, araçları, serserileri, camiden çıkan ihtiyarları görmüyordu. Bu adamı daldığı derin düşünce onu bir zaman tünelinden geçiriyordu. Tarlaların arasında, uzun kavak ağaçlarının süslediği toprak yollardan geçiyordu.Simit arabasıyla. Güneş altında kıvranan, tarlada çalışan akrabalarını görüyordu. Koyun sürülerini izliyordu, gülümseyerek. Anılarıyla,genleriyle, geçmişiyle atalarıyla yürüyordu şehrin sokaklarında. O belkide hedefini asırlar önce belirlemişti. Bir yolda gidiyordu. Malazgirt ovasında bu yola adım atmıştı. Yüzlerce yıl, binlerce kilometre yürümüştü, tezgahıyla. Surların önünde, mola vermişti. Konstantin şehrinde. Pala kılıçların, pala bıyıkların arasında, girmişti şehre, tezgahıyla. Büyük bir cesaretle. Tezgahını Viyana kapılarına kadar taşımıştı. Sokaklar da yürürken bu uzun mücadelesini, azmini, zaferini düşünüyordu. Gülümsüyordu, haklı olarak. O bunu haketmişti. "Simitçi bey, iki simit lütfen" Balkondan sarkan sepete iki simiti koyarken, kadının sarkan göğüslerini hiç fark etmiyordu. Onun için, bol süt veren bir ineğin memelerinden hiç bir fark yoktu.. Mahalle halkı bu simitçiyi severdi. Diğer satıcıları da severlerdi. Bu satıcılar modern marketlerle mücadale ederdi. Tembel ev kadınları özellikle bu satıcılara hayrandı. Markete gitmek alışveriş yapmak için çaba sarf etmek gerekirdi.Televizyon izlemekten, dedikodu yapmaktan, dolma börek günlerinden enerjisini kaybeden bu kadınlar sokağa çıkmazdı. Sadece sepet sarkıtırdı. Sabahları kahvaltı dahi hazırlamaktan üşenen bazı kadınlara poçacılar servis yapardı. Simitçinin hasılatı sabahları daha çok artardı. Mahalleler, sokak araları sabahtan akşama kadar seyyar satıcılarının oluşturduğu, dev bir orkestra eşliğinde çınlardı.. Günde beş vakit çıkan ezan sesi de araya ahenk katardı.S esler bir çok insanı rahatsız etse de toplumun büyük çoğunluğunu sinir hastası aşamasına getirsede, yaşam kendisini tüm canlılğı ile gösterirdi. Bizim mahallede.. Evlerden duyulan televizyon da çıkan müzik, haber programlarının çığlıkları, satıcılara karıştığı zaman ses cümbüşü daha da çoğalırdı.. "Simiit, Siimiiit, Siiimiiiit" "Sooğaannn, patateesss" " Kahrolsun PKK" " Demirciii, demir aliyorr " "Yaşasın 23 Nisaannn " "Karpuzaaa geeelllll " "Çanakkale geçiilmeezzzz" "Patatesss suğaaaan" "Çocuklara Tecavüüüzzz" "Simitttttt" "Allahü Ekberr" "Simiittttt" "Sabrımız Taşmasıınnnn" "Simiiiiiitttttttt" "Kahrolsun İsraaiiillll" "Siimiiiitttttt"
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |