En güzel özgürlük düşü, hapishanede görülür. -Schiller |
|
||||||||||
|
Çocuklar kalkıp “Bizim uykumuz geldi, yatacağız” deyince, babaları arkalarından seslendi: - Seyrek yatın. Hırsızlar elinizi ayağınızı çiğnemesin! … Evimiz üst üste beş kez soyulunca, hırsızla yaşamaya alışır gibi olduk. Hele hiç biri yakalanamayan beş hırsızın da aynı kişi olabileceği söylenince, arada ister istemez bir yakınlık, bir sıcaklık da doğdu. Zaten, beşinciden sonra da artçılar sistemli olarak sürdü; gitgide bunlara da alıştık. Adam kadrolu hırsız gibi oldu. “Abi sigorta primlerini ihmal ediyormuşsun” diye bir not bıraksa, irkilecek hale geldik. Artık tek düşüncemiz, girip de bir şey bulamazsa, ayıplar mı acaba, sorunsalında düğümlenir oldu. … Öyle demeyin, hırsızın da iyisi kötüsü, kibarı saygısızı, yeteneklisi yeteneksizi var. Bizimki ilk iki girişte kapıyı kırmıştı; sonrakilerde daha teknik çalışmaya, çaldıklarının yanında marangoz, demirci, çilingir masrafı çıkarmamaya özen gösterdi. Hatta çocuklar, eve girerken ayakkabılarını çıkardığını, konuklara ayrılan kısımdan terlik alıp giydiğini bile söylemeye başladılar. Bir keresinde giydiği terliği yerine koymayı unutunca erkek olmalı, demiştik. … Benim kadrolu hırsızla ilk yazılı iletişimim, mutfak bankosunun üstüne koyduğum ikiyüzelli lira emanet parayı alması üzerine oldu. Belki bir işe yarar diye, girişteki aynalı dolabın camına açık açık, bu paranın emanet olduğunu, sporcu dilinde buna belden aşağıya vurmak dendiğini, beni çok zor durumda bıraktığını, yazdım. Yanıt çok gecikmedi. İki gün sonra geç vakit eve geldiğimizde baktım, aynaya bir yazı yapıştırılmış: - Canım abim, çok özür dilerim. Çocuğun okul taksidi gelmişti. Zorda kalmıştım. Yerine koyuyorum. Eee babalık kolay mı? Hırsız da olsa, devlet okullarının üvey evlat durumuna düştüğünü görüyor. Çalıp çırpıp paralı okula gönderiyor. Neyse, biz inadımıza devam edelim. Paralı okul mu olurmuş, bizim okullarımızın suyu mu çıkmış? Ama bunlar konu dışı zırvalar. Bıraktığı paralara baktım; bütün olan iki tane yüzlüğün yerinde yirmilikler, onluklar. Aynadaki yazı devam ediyor. O da kimse: - İrfan abinin dükkan hasılatından. Malum ona bütün para düşmez. Bir zahmet köşedeki büfeden bütünletiver abi. Ellerinden öperim! … Bizim adam üç gün sonra yine bizde. O gün milli maç var. Bitmeden dönmeyeceğimizi biliyor; maçı da bizde izlemiş. O gün küçük bir not bırakmış: - Kanal karlı gösteriyordu; ayarladım. Teşekküre değmez. … Ben size bir şey söyleyeyim mi? Bu hırsız takımına bir şey beğendirmek de çok zor. Bazı kızıyorum. Bizi tanıyor, nereye gitsek izliyor ya, evimizi yine akşam yemeği için onurlandırmış. Titiz mi titiz, yemeğe de kusur bulmuş; üşenmemiş uzun uzun da yazı döşenmiş: - Biricik abim, yengeme söyleyiver, yakındaki bakkaldan yoğurt almasın. Mayası mı bozuktur ne? Adamın yoğurdu gelişten ekşi. Üç adım ötede mandıra var; öyle ya. Hem eskiden süt alıp kendi üğütmez miydi? Şeker gibi yoğurt yerdik. Hem daha ucuza… Neyse, asıl söyleyeceğim bu değil: Hani sen kızartmanın üstünde yoğurt sevmezdin? Yanında isterdin? Beni de alıştırdın damak tadına ! Yani, biraz dikkat be ağabeycim. Dilberim bostan patlıcanı kızartması ne hale gelmiş. Sen çaktırmadan yengeyi uyarıver. Ha bak, sen yine benim söylediğimi söyleme, yıllardır pişirdiğini yedik; nankörlük gibi olmasın. … Bizim hırsız önemli günleri de unutmuyor. Benim aklıma bile gelmeyen doğum günümde pasta yaptırmış. Üstüne mumlarını dikmiş. Yanında bir kibrit. Yabancı dili de var. Mektubu yine aynaya yapıştırmış: - Happy birtday to you! On iki yıl İngilizce okudum, on iki laf bilmem, dediğimi duymuş olmalı; altına Türkçe de yazmış: - Doğum günlerinin hepsi kutlu olsun. Onun altında da: - Sevdiğin pastadan aşırdım abi. Afiyetler olsun. … Artık bizim evde ne korunma kaldı ne de kapı güvenliği. O gün de bir ahbabın düğününe gideceğiz. Hanıma “Ne yapsak içerdeler. Kapıyı ardına kadar aç. Çalacakları bir şey de kalmadı. Bari kırıp dökmesinler” dedim. Öylece bıraktık çıktık. Eve geç vakit geldiğimizde hırsız girmiş girmemiş umrumuzda bile değildi. Rahatız ya, sallana ballana kapıya dayandık. Ama, o ne ! Ardına kadar açık olan kapı sımsıkı kapatılmış. Camda da kocaman bir yazı: - Abi, ne yaptın sen öyle! Kapı açık bırakılır mı? Hırlısı var, hırsızı var! İti, uğursuzu var. Hatta, sağlamından bir çelik kapı taktır şuraya. Altına da önemli not diye eklemiş: - Sen beni düşünme. Ben bir yolunu bulur girerim. Neyse, bizimkiymiş. … Misafirlikteki olay mı? Onların hırsızı başka. Sık sık pencereden girer; çanta , cüzdan çocukların paralarını toplarmış. Babaları üstlerine basılmasın; canları yanmasın, diye öğüt veriyor “Seyrek yatın hırsız üstünüze basmasın” diye.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |