Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham |
|
||||||||||
|
Bu cümleyi hepimiz sık sık işitiriz, ve de kullanırız. Bir ölüm olayı gerçekleştiği zaman, ölen kişinin yakınlarına bu cümleyi kullanmak adet olmuştur. Hiç düşündünüz mü aslında ne demek istediğimizi bu cümle ile ? Hemen, ne gerek var, bu bir çeşit taziye der çıkarız işin içinden. Gelin beraberce irdeliyelim. İnancımıza göre “ Her canlı ölümü tadacaktır”. Eğer inanıyorsak, ölüm gerçeğini ne kadar acı olursa olsun sabırla karşılamamız gerekmez mi ? Eğer gerçekten, yürekten inanıyorsak, ölüm karşısında daha sakin, daha kabullenici bir davranış sergilememiz lazım gelmez mi ? Hele 70-80-90 yaşına kadar yaşayan bir kişinin ölmesi kadar doğal bir şey olmadığını neden kabullenemiyoruz. Uzun yıllar hastalık çeken yaşlı insanlar için, aslında “Ölümün de bir şifa” olduğunu anlamak imkansızmıdır ? Ama burada da çevre faktörü devreye girer ne yazık ki. Aman etraftan ne derler korkusu ile, yapmacık, sahte, veya abartılı bir şekilde üzüntümüzü göstermek zorunda hissederiz kendimizi. Aslında aşırı tepki göstermek bir nevi isyan etmek sayılmaz mı ? İnsanın sevdiği bir kişiyi kaybetmesi muhakkak üzüntü vericidir. Kim ne derse desin, acı duymamak olanaksızdır. Ateş, düştüğü yeri yakar. Diğer bir deyişle, ateşin düşmediği yerler ise yanmaz. Daha açık ifade ile, ölüm olayında, herkesin üzüntü duyması sözkonusu değildir. Ancak, üzülüyor maskesini takmak yolu ile, üzülenin yanında olmak istenir. Asıl amaç, bak kötü gününde de senin yanındayım mesajını verebilmektir. Bu şekilde davranarak acıya ortak olduğumuz varsayılır. Hiç bir acıya ortak olunamaz ; ancak, olunur gibi yapılır. Acı paylaşılamaz ; paylaşılırmış gibi yapılır. Ölü evinde üzüntü çeker gibi davranmak adettendir, atalarımızdan gelen bir gelenektir denebilir. Bu da aslında yapmacık bir davranış içerisinde olduğumuzun bir itirafıdır. Yani bir nevi tiyatro oyunu sergilenmektedir aslında. Eğer biz atalarımızdan böyle gördük dersek, atalarımızın “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar “, sözü bizi yalanlamaz mı ? Şimdi gelelim “Başın sağolsun” cümlesinin anlamına. Aslında diyoruz ki, ölen öldü, kendini yıpratma, senin sağlığın yerinde olsun önemli olan bu. İnancımıza ne kadar uygun bir ifade! Ölüm, hayatın bir gerçeği, yaşam devam etmektedir. Zaten istesek te istemesek te, zaman ilacı, herşeyin üstesinden gelecektir. Ama, maalesef, hiç bir zaman bu şekilde bir düşünce, ne dile getirilir, nede duyulmak istenir. Yani, dini inanışımızın tam tersi bir anlayış sergilenir örf, adet, gelenek, görenek, adına. İşin garibi, başın sağolsun dileklerini iletmeyenlerin listesi de bir güzel tutulur bu hengame arasında. Eğer gerçek bir üzüntü içinde isek, kimlerin gelip başşağlığı dileyip dilemediklerinin hatırlanmaması gerekir. Ne hikmetse o acı, üzüntü içerisinde kimlerin başşağlığı diledikleri / dilemedikleri şaşmaz bir şekilde kaydedilir zihinlere. İlginç değil mi ? Aradan, günler, haftalar,aylar geçer, artık acı yavaş yavaş unutulmaya, kabullenilmeye başlamıştır. Üzeri yavaş ta olsa kabuk bağlamaya başlar. Dost olarak görevimiz, insanların bu acı verici olayın etkisinden bir an önce kurtulmalarını, normal hayata dönmelerini sağlamak değilmidir ? Tam bu sıralar rastladığımız bir kişi ( aradan uzunca bir zaman geçmiş olsa dahi) hemen başsağlığı dileklerini sunar. Kabuk bağlama aşamasındaki acı, bu başsağlığı dilekleri üzerine yeniden tazelenir ve yara kanamaya başlar. Aslında bir tür acımasızlık değilmidir bu davranış şeklimiz. Bir yakınını kaybeden bir kişiye rastladığımız zaman, hemen başsağlığı dilememeli, bir müddet konuştuktan sonra; eğer acılı kişi kaybından bahsederse, o zaman başsağlığı dileyerek, teselli etmemiz daha uygun olmaz mı ? Eleştirdiğimiz bu adetin , hakikaten gerekli olan, çok güzel bazı yönlerinin de olduğu inkar edilemez . Konu, komşunun ölüm yaşanan eve, yardım amacı ile koşması ne kadar takdir edilse azdır. Geride kalanların yemek ihtiyaçlarının karşılanması gerekmektedir. Bunun için makul bir süre yemek servisi yapılır. Keza eli ayağına dolaşan insanlara yol göstermek gerekmektedir. Bu da yerine getirilir çevre tarafından. Ama, çevrenin sakin bir davranış sergilenmesi gerekmektedir. Zaten evde yeteri kadar üzüntü çeken insan vardır. Feryat, figan ederek, vah vahlamak acı çeken insanların acısını artırmaktan başka bir işe yarar mı acaba ? Hepimizin başına ölüm olayı gelecektir. Hepimiz bu acıları yaşayacağız. Önemli olan yaşamın bir parçası olan ölüm olayını tevekkül ile karşılamak, aşırı tepkiler göstermeden acımızı yaşamak ve herşeyi zamanın ilacına bırakmaktır. Bir de aradan zaman geçmişse, başsağlığı dilemekten kaçınmamız yararlı olur düşüncesindeyim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © sedat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |