Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür -Atatürk |
|
||||||||||
|
Şu hastanelerden oldum olası tedirgin olmuşumdur. Hasta ziyaretine bile gitsem, kapıdan adımımı atarken bir yerlerim ağrımaya başlar. Yıllar sonra hastaneye gidiş sebebim bizim Cihan, “Abi senin kılığını beğenmiyorum. Bir kan tahlili yaptır. Aman ha !” diye diye, beni hastaneye soktu. Cihan, bu sözleri kırkın çok üstünde söyleyip alın yazıma nakşetmekten başka, bir de akıl verdi: - Önce doktor sıranı al. Sonra git kan tahlili yaptır. Doktorun yanına hazır raporla git. Onlar pratik hastayı sever. Sen de iki dakikada ilacını yazdırır çıkarsın. Tabii, Cihan, geceleri acil servis onurlandırmalarının yanında, haftada üç dört kez de poliklinik muayenesine gittiği için deneyimli, kesinlikle bildiği bir şey vardır. … Önce doktor için sıra aldım. Sonra bir yolunu bulup tahlil kâğıdını yazdırıp, laboratuvarın kapısına dayandım. Hastane o saatte bile dolu; iğne atsan yere düşmez. Herkes erkenden gelip, sağlığına kavuşmak istiyor. Sıraya karşılık itiş kakış da eksik değil. Bir ara hastalardan, burnu uzunca olanı önüne geçmeye çalışana bağırdı: - Hooop ! Arçaya, içi topiktan ayri ayri deluk açtirma bağa. Uşutur, hasta olursun. Bağırdığı adam kelli felli görünüyor ama, yüreksizmiş. Gitti sıranın en arkasına dikildi. Ama tek durmuyor; bıdır bıdır söyleniyor. O uzun burunlu adam boynunu eğip sıranın en arkasına baktı. Kelle felli adam, iyice tırstı mı ne, ağzını bantlanmış gibi kapadı. Bu arada ilk sıranın başka adayları da var. Esmer kara bıyıklı olanı da burnu uzun olana takmış: - Kardeş, ıslık çalsam aşiretin yarısı dökülür. Tozunun değeri varsa iki adım geride eyleşsin ! Esmer kara bıyıklısı için “Her halde ihalenin yapılacağı binayı şaşırdı” diye düşünüyordum ki, karnını tutup arı sokmuş gibi yüzünü buruşturdu. Tamam, bizden. Sırada, şu şu memleketten, bu bu memleketten herkes ne denli yiğit olduğunu ortaya koymakta olsun, yerler belli olunca çoğumuz kenardaki sandalyelere dizilendik. İçerden de sık sık “Susuuun !” uyarıları geliyor. Bir an herkes sus pus oluyor, ardından aynı gürültüye devam. Benden bir sonraki sırayı kapmış, ağzı kalabalık bir genç var, ikide bir bana laf atıyor: - Amca, sen hangi memlekettensin ? Sizin oralardan çıkmaz mı böyle yiğitler ? Yanıtsız bıraksam olmaz; “Ben” dedim, “Buranın yerlisiyim. Dedem bu hastanenin yerinde çok koyun gütmüş zamanında.” Laborant yerli sözünü duyunca dışarı seslendi: - Bir Kızılderili eksikti. Hangi kabiledensin, apaçi misin ? Benim gibi sırayı oturarak bekleyenlerin arasında bir de yaşlıca amca var. O da, sanki benim Kızılderililiğim tescilliymiş gibi, yoruma başladı: - Ben bunları çok iyi bilirim. Çocukluğumda okumadık çizgi roman bırakmazdım. Bizim rahmetli “Okuma bunları, Amerikan uşaklığı damarın genişleyecek” derdi, kızardı ama, ben dinlemezdim. Ders kitaplarının arasında yerleştirir, gizli gizli Tom Miks, Teksas okurdum. Ama yukarda Allah var, Zagor’u, Zempla’yı pek okuyamadım. Öyle ya, çoluğa çocuğa karıştık, fırsat olmadı. Ama dedim ya, iyi bilirim bunları. Bunlar kafa derisi yüzerler. Neler çektik biz bunlardan; Amerikalı olarak yani ! Yaaa, çoğunuz o günleri görmediniz; hiç unutmam, serüvenin birinde kafa derisi yüzen bir apaçi savaşçısı vardı. Breh breh breh. Beş dakikada on tane kafa derisi vız gelir tırıs giderdi. Konuyu açıp beni apaçi yapan genç, bu kez amcanın sözüne karıştı: - Yapma beyamca beh ! Nerde bizim Yaşar abide o yetenek. Yarım saatte bir dana kellesini yüzemedi. Kasapların yüz karası ! Bu kafa derisi sohbeti sırasında önümüzdekiler epeyce azalmış. Yanımdakiler de beni gerçekten Apaçi mi sanıyorlar bilmem, kellelerini korumak için biraz uzak duruyorlar. Yalnız, arada benim Apaçi savaşçısı olduğumu duymayan gafiller de çıkıyor. Yeni biri geldi, benim oturduğumu görünce, elindeki akciğer filmini elime tutuşturdu: - Bilader şu filmi iki dakika tutuver, hemen gelicem. Arkadan bir genç: - Amca şu bardağı bir tutsana, sevabına. Ne demek efendim, insanlık ölmedi ya. Şimdi sağ elimde akciğer filmi, sol elimde de bir plastik bardak dolusu sidik. Filmin bir zararı yok da, öteki, dakikalar geçtikçe “Ben buradayım amca !” demeye başladı. Gözüm bir sağda bir solda. Ha geldi ha gelecekler. Elimdekileri alıverseler rahatlayacağım. Hatta, bizim Cihan’a inat, iyileşivereceğim. Asıl sorun da, çağrılmam an meselesi. Nitekim çok uzaklardaymışım gibi, ortalığı inleten bir sesle çağrıldım. Bir elimde akciğer filmi, ötekinin adı lazım değil, sahiplerine kıza kıza içeri girdim. Laborant eliyle şuraya otur işareti yaptı: - Kolunu sıyır. Bileğimle çabaladım, olmuyor. Yardımcı oldu. Baktı kan tüpünü tutacak üçüncü bir elim yok, gömlek cebime koydu. Tahlil yapıldı, rapor yine gömlek cebime. İşim bitince tam donanımlı olarak dışarı çıktım. Elimdekilerin sahipleri hâlâ ortalıkta yok. Doktordan da çağrılırsam; nasıl muayene olacağım ? Hep onun yüzünden “Ah Cihan. İki elim iki yakanda. Hem bu cihan, hem öteki cihan.” Ben Cihan’a söylenirken doktor sıram da geldi. … İçeri girdim, doktorun nöbeti yoğun geçmiş olmalı, başını arkaya yaslamış, şekerleme yapıyor. Hemşireye baktım, yarı işaret yarı fısıltı: - ……. anlat, o …… Tam rahatsızlığımı anlatmaya başlayacağım, doktor varlığımı hissetti. Benden önce o başladı yakınmaya: - Ben hastayım ! İşe bak, doktor da hasta çıktı. Hatta durumu acillik gibi görünüyor. Ne yaparsınız, ava giden avlanır. “Tanrı size sağlık versin” dememe kalmadı, bu kez: - Tatile gereksinmem var ! Öff. Dertleri de bitmiyor ki. Ah Cihan ah. Ben şimdi bu doktoru nasıl otayacam ? Hele bir de tatil istiyor. Az buz yerleri de beğenmez. Antalyalarda kızgın kumlardan serin sulara… - Doktor bey, benim reçetemi yazın, sonra bir tatile çıkın, deyivermişim. Demesem iyiymiş, çok kızdı: - Bak bak bak ! Koyun can derdinde, kasap et derdinde. Zaten sinirlenen doktor, elimdeki akciğer filmini kaptı: - Senden film isteyen mi oldu ? Zaten ortalıkta ciğer miğer de yok. Tinerci misin, nesin ? Ben, filmin bana ait olmadığını, başka bir hastanın “İki dakika tutuver” deyip geri dönmediğini anlatmaya çalışıyorum. “Efendim geçiyordu” dedim, “Şunu iki dakika tutuver” dedi dememe fırsat kalmadı: - Geçmez bu, dedi. Ciğer bitmiş. Filmin sahibini “Bekledim“ filmini geri verecektim, gelmedi diyeceğim, yine sözümü bitiremedim: - Tabii azraili beklerken, gideyim hastanedekileri de rahatsız edeyim, dedin. … Bu arada hemşire de emanet bardağa göz dikmiş, doktora yardımcı oluyor: - Doktor bey, bunun idrarı da kötü, böbrekler de bitmiş. Bu kez bağırarak itiraz ettim: - Hayıırr ! Onlar benim değil. Doktor istediği pası almıştı. Şairane bir tavırla karşılık verdi: - Tabii senin değil. Onlar artık ellerin olmuş. Baktım olmayacak, gömlek cebimdeki tahlil sonucunu göstermek için cebimi işaret ettim, “Kan tahlili, kan tahlili !” Buna ikisi birden gülüştüler. Ciğeri, böbreği olmayan adamın kan tahlili ne işe yarar, der gibi. Ama ben ısrarcıyım: - Kolestrol, perhiz filan ? Bir eliyle burnunu tıkayan doktor, öteki eliyle de hemşireye “Sıradaki hastayı çağır” işareti yaptı. Ama, söylenmeyi de ihmal etmedi: “Kalmış şurada üç günü, ne yersen ye !” Hemşire dışarıya seslendi: - Sıradakiii ! … Dışarı çıktım; elimdekilerin sahipleri yollarımı gözlüyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |