Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. -Cervantes |
|
||||||||||
|
KIZ BENİ HÂLÂ SEVİYOR Onun için herkes “Bundan hiç bir şey olmaz” derken, bir ben öyle düşünmemiştim. Yanılmışım. Anladı ki bu çocuk, beyin küçültülerek tasarlanmış değişik bir varlık. Genetiğiyle oynanmış bir tür gibi. Özellikle, ellerin bilekten aşağısı, hanımlara karşı denetim dışı tutulmuş. Beynin ilgili kısmı eksik bırakıldığından, saldırganlığı kumanda etmiyor. Yalnız, bıyıklı karşıtlara göre gelişkin bir düzenek de oluşturulmuş; kesici delici aletleri, ateşli silahları kavrayacak biçimde yapılandırılmış. Aslında o denli iyi niyetli bir çocuktu ki, içinde hiç bir kötülük barındırmazdı. Ha bir de, her şeyi iyiye yorma alışkanlığı vardı; örneğin başına kuş pislese gidip piyango bileti alır, eli kaşınsa para bulacağını, ayağı kaşınsa güzel bir gezi yapacağını düşünürdü. Herkesin kötü saydığı şeylerde bile iyiye yoracak bir yön bulurdu. … Bu yaradılışta bir insan, doğal olarak hatalar yapar; Erol da, özellikle görüşmediğimiz dönemlerde çok hata yapmış. Çok içki içmiş, evine bakmamış, sürekli karısını dövmüş. Sevinç’miş adı. “Sensiz yaşayamam” dermiş oysa buna. Asıl kabahat alkolde olsa da Sevinç de üstüne üstüne gelmiş. “Ne yapayım ? İçince başka biri oluyorum, kendimi tutamıyorum, o da bunu biliyor. Ben tam yetmişliği haklamak üzereyim, iyiyim. Başlıyor: ‘Bu gün ne yaptın ? Kaç para kazandın ?’ Sabrımı zorluyorum ama, kendimi tutamıyorum, oluveriyor.” Sevinç, dayanamamış, açmış davayı, boşamış bunu. Ama Erol’a göre onun amacı boşanmak değilmiş. Bu düzelsin, adam olsun, diye bir ders vermek istemiş. Şimdi gönlünü alıp yeniden evlenmenin yollarını arıyor. İçkiyi de bırakmış, söylediğine göre. Artık Sevinç hanımın “Affettim, döndüm” diyeceği günler gelmiş de geçiyormuş bile. Öyle ya, sen içkiyi bile bırak, adam olmaya karar ver; az şey değil ! … Erol o günden sonra sürekli Sevinç’in peşinde koşmaya başladı. Çok umutluydu. Ama, benim pek umutlu olmadığımı farkettiğinden, haklılığını göstermek için, gelişmeleri gün be gün aktarmaya başladı. “Bak, kız nasıl hâlâ beni seviyormuş !” demek istiyor. Bir sabah erkenden çıktı geldi. Çok heyecanlıydı: - Abi, bu iş oldu. Barışalım, dedim. Şöyle göz ucuyla baktı. Hiç bir şey demedi. Yürüdü gitti. Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım. Bu kız beni hâlâ sevmese bir şey söylemez mi ? Azarlar hiç değilse, öyle ya. - Çok iyi tanımadığım için bir şey söyleyemeyeceğim. - Kaç kez anlattık be abi ! … Üç beş gün sonra yine geldi. Heyecanı daha bir artmış: - Tamam, bu iş bitmiştir. Artık kuşkum kalmadı. Bu kız beni hala u nu ta ma mış. - Çok iyi bir haber, nasıl anladın ? - Barışalım kız; bu böyle olmaz, dedim. “Defol git, onursuz herif !” dedi. Eskiden sinirlenince “Onursuz !” diye bağırırdı. Senin anlayacağın mutlu günlerimizde. Onursuz aşağı, onursuz yukarı. Hatta komşular adımı Onur sanmışlar da, “Onur bey, akşam size geleceğiz, evde misiniz ?” diye sormuşlardı. Erol tam burada bir kahkaha attı: - Düşünsene, bu aşk hâlâ dimdik ayakta değil de hangi aşk ayakta ? Sen bu yuvaya yıkılmış diyebilir misin ? - Doğrudur, dedim, kızdı. - Senin de anlayışın kıt. Ben ne yapayım? Doğru; ‘dur’u yok. … İki gün demedi Erol yine bizde. Havalara uçuyor. Tabii merak ediliyor: - Ne oldu, evlendiniz mi yoksa ? - Henüz değil. Ama işi bitmiş bil. Kız beni hâlâ seviyor. - Anlatsana. - Sevinç’in elinde bıçak. Çarşının içinde “Doğrayacağım seni deyyus !” çığlıklarıyla kovalıyor; ben kahkahalarla önünden kaçıyorum. Mutluluğun büyüklüğünü düşünebiliyor musun ? Gerçi, sen anlamazsın böyle güzelliklerden de, neyse… Eskiden de böyle olurdu. Ne zaman sopayı fazla kaçırsam ya beni ya kendini doğramaya kalkışırdı. Şimdi bu kızın boşandığına bin kez pişman olduğu apaçık ortada değil mi ? - ? - Ortada de, ortada de ! Pişmiş aşa soğuk su katma. Bundan sonra on beş yirmi gün ses çıkmadı. Her halde her düşüncesine katılmadığım için kızdı, aklı sıra küsüyor, diye düşünürken telefon çaldı: - Hastaneden arıyorum. Yoğun bakımdan yeni çıkan bir hasta hemen sizinle görüşmek istiyor. Elim ayağım birbirine dolaştı. Telaşla hastaneye koştum. Kapıdaki görevli: - İçerde yirmi yedi yerinden bıçaklanmış biri var. Komadan çıkarken sizin adınızı sayıkladı. Koğuşa girdim, bizim Erol, neşeli neşeli bana bakıyor. Yanına yaklaşınca, ağlamaklı bir tebessüm belirdi yüzünde: - Gördün mü ? Sen daha bilme. Deli gibi seviyormuş işte. - Nerden bildin ? Kendinden emin. Soruyla karşılık verdi: - İnsan öldüreceği adama kaç kez vurur abi ? - Bilmem. - Sen hep bilme. Kaç kez vuracak; iki, üç bilemedin beş kez. Peki bu tamı tamına yirmi yediyse ? Şimdi düşün. Sevmese bu kadar zahmete katlanır mı ? Ne diyeceğimi bilemedim: - Seviyor da, bu kız seni biraz puanlı seviyor galiba. Her yanın benek benek olmuş. Bir sözüm ilk kez hoşuna gitti: - Hah işte, şimdi anlamaya başladın. Puanım yüksek gözünde. Her zaman yüz üzerinden yüz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |