Umutlar, tersine çevrilmiş anılardır. -Anonim |
|
||||||||||
|
Sabah karanlığında Balıkesir istikametine doğru giderken, nakil aracının havalandırma deliklerinden dışarıyı seyretmeye çabalıyorum. Bir psikopatın yıllar önce söylediği sözü hatırlayınca gülümsüyorum: "Aga ben var ya, iğne deliğinden Hindistan'ı görürüm. Ben numara yemem arkadaş." Çok zeki ve kurnaz olduğunu belirtmişti bu psikopat. Ben ise bu delikten tarlaları, köy evlerini zar zor görebiliyorum. Bileğimdeki zincirleri gevşetmeye çabalarken, diğer üç mahkuma bakıyorum. Oğuz Allahtan uyuyor. Diğer iki mahkum da uyur gibi yapıyor ama uyumadıklarını biliyorum. Sarışın, genç bir mahkum göz ucuyla Oğuz'u izliyor korku içinde. Sarışın çocuğun suçu ırza geçme. Diğeri ise dolandırıcı, hırsız bir tip. Gece yola çıktığımızda Oğuz sarışın mahkuma saldırıp, vurmuştu. Askerler dahi korkudan müdahale edemedi. Astsubay feryat edip bağırmıştı: "Vurmayın ulan adama, hakkınızda tutanak tutarım, ceza alırsınız, rahat durun!" Birbirimizi öldürsek dahi, bizim bölmeye geçmeleri yasaktı. Oğuz'un hiçte umrunda değildi ceza almak. Cinayetten, gasptan zaten otuz beş yıl hazır cezası vardı. Astsubay'a da, askerlere de küfür etmişti. Tecavüzcülerin kaderidir diğer mahkumlar tarafından dövülmek, linç edilmek. Ben tecavüzcüyü zor kurtarmıştım. Aslında hiçte umurumda değildi onun dövülmesi. Oğuz yalvarıyordu: "Abi Allahını seversen bırak, bu ırz düşmanıyla mı yolculuk yapacağız." dediğinde tecavüzcü korkudan titriyordu. Oğuz da benim gibi İstanbul varoşlarında şekillenmişti. Mahkumlar arasında benim tek farkım ise edebiyat ile uğraşmam sayılırdı. Hatırı sayılır bir yerim vardı mahkumlar arasında. Hemen her mahkum saygı gösterir, saygı gösterirken çekinirdi. . Her gün yaşardık acımasızlığı, varoşlarda hapishanelerde.. Ranzamda uzanırken yanıma gelirdi Oğuz ve diğerleri. "Abi koğuşa bir psikopat geldi. Nereden geldiğini bilmiyoruz, arkadaşlar hazır seni bekliyoruz, şunun ifadesini alalım." Benim canım sıkılırdı. Okuduğum romanı, yastığımın ucuna bırakır, ranzamdan inerdim. Alt kata yemekhaneye indiğimde, gelen mahkum birşeylerin olacağını hissederdi. Buna rağmen yeni gelen mahkum korkunun sınırlarını da zorlardı. Adam zaten müebbet cezayı almıştı. Vücudu sayısız kesikler ile doluydu. Suratı ise yıllardır aldığı darbelerden harita gibi olmuştu. Dişlerinin çoğu kırılmıştı, yani kırmışlardı. Adamın kaybedeceği hiçbir şey yoktu. Yanımdakiler talimat beklerken, sorardım mahkuma: "Nerenin mahkumusun?" "İzmir mahkumuyum." derdi. Çoğunlukla kurallara uymayan mahkumlardı İzmirliler ve Ankaralılar. Biz Bayrampaşa mahkumları ile geçinemezlerdi. Ülke hapishanelerinde Bayrampaşa cezaevi, cezaevlerinin akademisi sayılırdı. Bayrampaşa'yı gören bir insan, artık üst düzey bir mahkum sayılırdı. Yani kariyer sahibi olurdu. Diğer vilayet hapishanelerinde bile saygı görürdü. Ama gurbet cezaevlerinde vahşi bir yaşam vardı. Cezaevleri koğuş sisteminden, oda sistemine geçmişti ve mahkumlar on metrekarelik odada, on onbeş kişi kalıyordu, fareler gibi. Herkes odasını koruyordu, adeta bağımsız bir cumhuriyet gibi. Mahkum kendisini savunurdu: "Birader ben buraya kendi isteğimle gelmedim, idare verdi beni buraya, benim bir kabahatım yok." Mahkuma bakardım. Herşeyi anlatıyordu suratı, vücudu, duruşu, konuşma tarzı. Mahkum görüntüsüyle kendini anlatırdı. "Ben artık bittim, irademi kaybettim, ceza yatamıyorum, dışarı çıkma şansım yok, delirmek üzereyim, kontrolümü yitirdim, bela arıyorum ben. Ben aslında intihar etmek istiyorum. Bir çok mahkumla kavga ettim, dövdüler beni, ben de bazılarını şişledim. Gardiyanlar dahi benimle başa çıkamıyor, aylarca hücrelerde kaldım, şimdi de taşıdığım belayı sizin koğuşa getirdim. Şimdi iyi niyetle konuşuyorum ama yarın öbür gün size cehennemi yaşatacağım. Bundan emin olun." Başka koğuştan gelen mahkum aslında bunları anlatıyordu. Okuyordum onu. Arkadaşlarım bana bakardı. Talimatımı beklerdi. Bazılarının heyecan içerisinde ayaklarının titrediğini, sabırsızlandığını, yumruklarını sıktığını görürdüm. Bu adamı çok feci bir dayak bekliyordu. Bir işaretimle çullanacaktı adamlar. Edebiyat sevgim bu tip hadiseleri bazen önlerdi. "Bak" derdim, "Arkadaşım, sana tavsiyem kapıya vurup çekip gitmen olacak. Sana yarım saat müsaade. Bir çay iç ve ilerle git. Şimdi yukarı çıkıyorum, indiğimde seni görmeyeceğim, anlamışsındır herhalde. Arkadaşar siz de işinize bakın." derdim. Mesaj gayet anlaşılır dilden olurdu. Kelimeler yasa yerine geçerdi. Bu psikopat da, arkadaşlarım da bu yasaya uymak zorundaydı. Cezaevlerinde insanın sermayesi sadece ortaya koyduğu hayatıydı. Hayatını ortaya koyduğunda kazanırdın. Bunu hiçbir mahkum kolay kolay yapamazdı. Yapanlar ise saygı görürdü. Yapamayanlar ezilirdi. Ranzama uzandığımda romanı kaldığı yerden okurken, psikopatın kapıya vurduğunu duyardım. "Gardiyan kapıyı açın, gardiyan ben burada yatamam, alın beni buradan." Tecavüzcüye bakarken bunları düşünüyordum. Bela her yerde, her alanda vardı. Oğuz da uyanmıştı.Sesleniyor.. "Hangi yoldayız abi?" Öbür bölümdeki jandarmalar da bizim gibi uyku sersemi. Kimi tüfeğine yaslanmış, kimi arkadaşının omuzuna. Ara sıra bizi ayıran tel örgü arasında yüz yüze geliyoruz. Onların görevi belli, bizlerin de. Bizleri teslim ettikten sonra başka bir cezaevine yahut başka bir vilayete gidecekler. Oğuz askerlerle bizi ayıran bölüme yanaştığında onu uyarıyorum. "Oğuz şu ............ tartışma, yine gittiğimiz yerde de başımıza iş açmayalım." "Sigara istiyeceğim abi, tamam. Asker sigara içeceğiz, sigaramızı verin." Oğuz bağırıyor. Sevk yolculuğunda askerler güvenlik nedeniyle sigaralarımızı, çakmağımızı ve bazı eşyalarımızı kendi bölgelerinde tutardı. Saat başı da birer sigarayı kendileri yakıp, bölme deliklerinden bize uzatırdı. Kırmızı suratlı, köylü çocuklarından oluşan bu askerler bizden korkardı. Hatta Astsubaylar, Uzman çavuşlar da dahildi buna. Arada bir köylü kabadayısı çıkardı. "Fazla içmeyin hemşerim, duman içinde kalıyoruz." Bir asker Oğuzu uyarıyor.. Mızmızlanan askerin sesini duyduğumda ben de ayağa kalkıyorum. Oğuz uyarmama rağmen çıldırmıştı. "Ulan yav......, size ne bizim sigaramız değil mi?" diye haykırırken, bölme kapısını tekmelemeye başladığında, yanına gidip onu çektim. Bu kez ben bağırıyorum.. "Komutanınıza söylesenize lan, savaş esirimiyiz ulan.. Sevk, nakil yolculuklarında alışkındık bu tip olaylara. Askerler de, bizler de... Aracın önünde oturan astsubay kamerada bizleri izliyor ve telefonla uzman çavuşa talimat veriyor. Dört dal sigara veriliyor. Bir dal sigara için bile öfke tavan yapıyor. Diğer iki mahkum Oğuz'a ve bana yalvaran gözlerle bakıyor. İkiside dehşet içersinde, korkuyor.. "Bakma lan bana orospu çocuğu. Senin ben ........ şimdi." Oğuz sigarasını içerken bu kez tecavüzcüye bağırıyor, küfür ediyor. Küçümseyen gözlerle bu iki zavallı mahkuma bakıyoruz. Bizler sıradışı, belalı mahkumuz. Her mahkumun bir statüsü var. Sekiz sene cezayı bitirmiş Oğuz. Bir sekiz sene daha yatarsa şartlı tahliye ile dışarı çıkma şansı var. Ama dışarı çıkamayacağını biliyor Oğuz. Ben de biliyorum. Belki de öfkesinin sebebi de bu his. Benim bir kaç yılım kalmış. Ring, nakil aracının sarsıntısı, pisliği bizi iyice yoruyor. "Abi bu Bolu F- Tipimidir, nedir orası için sakat bir hapishane diyorlar. Belayı bulmayız inşallah." diyor. Gülerek Oğuz'a bakıyorum. "Sıkıntı çekmezsin merak etme." diyorum. Oğuz traş ettiği dazlak kafasını kelepçeli elleriyle kaşırken soruyor: "Gittiğimizde inşallah ikimizi de aynı yere verirler, vermezlerse birbirimizi arayalım abi." Oğuzun ürktüğünü hissediyorum. Korkuyor, o da çaresiz. Kütahya Cezaevinin en belalı mahkumu olmasına rağmen, gideceği yerden korkuyor. Gittiğimiz yerde de bizden beter mahkumlar var. Daha onlarla mücaadele edeceğiz. Oğuzu arayan, soran yok. Ziyaretçisi gelmiyor. Desteği yok. Parasız, sefil bir mahkum. Yeni bir cezaevi, linçler, kavgalar,isyanlar hücreler bizi bekliyor. Oğuz belki de benden daha şanslı.Bekleyeni yok.. Benim var.Bir eş ve üç çocuk, bekliyor..Onları hiç düşünmüyorum.Düşünme lüksüm dahi yok. Beni bekleyen benim gibileri düşünüyorum..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © şenol durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |