"Bazen bir mısra yaşamı değiştirir." -Kafka |
|
||||||||||
|
Mektup bu; mutlaka sahibine ulaştırılmalı. Yoksa kişiyi vebal altında bırakır. Bana zarfsız, katlanmış iki mektup geldi. Okudum. İlginç buldum. Bu iki mektuptan biri tarihi bir vesika idi, mektup formatında yazılmıştı. İşte ilk mektup: Sevgili İskenderun Halkı, Biz, Bizşimdi ‘Şehit ve Gaziler Derneği’nin bulunduğu evde doğduk: Ağbeyim, ablam ve ben. İskenderun şimdikinden çok farklıydı. O dönemi hatırlayan şimdi ki yaşlı kişiler herhalde, özlüyorlardır eski İskenderun’u… Deniz kenarında ağlarını diken balıkçılar, iskelede 2.50 liraya verilen kiralık kayıklar. Emirgan çay bahçesi, eski Deniz Kulübü, her hafta yapılan dans şampiyonası… Tabii genellikle ben kazanırdım. İyi dans eder, ara sıra da şarkı da söylerdim. Eski Kanatlı Sineması; kışın kedi gibi fareler panik yaratırlardı. Yazlıklar çekirdek ve gazozla geçerdi. İlk Kafeyi Toni Yıldırım açmıştı, sene 60’lı yıllardı. İlk tostu orada yemiştim. Herkes kardeş gibi geçinirdi. Evlerde balkonlarda yatılırdı yaz geceleri, çok sıcak olurdu geceleri. İskenderun tabi o zamanlar Fener mahallesinin arkasında bataklık var… Sivrisineklerden korunmak için annelerimiz cibinlik kullanırlardı, yoksa her tarafın kaşıntıdan yara alırdu. Ali Baba’nın bilardo salonu; en çok o salona gider, bilardo, ping pong, masa topu oynardım. Tabi, Toni ağbinin Tillo’sında tavla partilerini saymıyorum. Çok çok samimi bir şehirdi İskenderun. Demir çelikten sonra dışarıdan işçiler geldi. Esas kültürünü yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Evlerimizin kapıları açıktı, anahtarları ya paspas altına ya da saksının altına koyardık. Şimdi gelin koyun bakalım, balkonda tek katlı evin terasında yatın bakalım… Sevgili kardeşim, Ferda Kitap evinin sahibi Kemal bey’le 1997 ‘de tesadüfen tanıştık, ağabeyi rahmetli Mehmet çok yakın dostumdu, çok şeyi beraberce paylaştık. Ruhu şad olsun. Hala da ağbi- kardeş görüşürüm Kemal bey’le hanımı ve oğullarına saygım büyüktür. Birkaç kez beni Haluk Arlı’nın gazetesinde misafir etti; yazılarımla… teşekkür ederim. Şimdi Cem Erman olarak yine İskenderun’da yaşıyorum. Şöyle, böyle hatırlarımla yaşıyorum. Eh! Hatıralar çok olunca; güzel oluyor. İyi ki yaşamışız diyorum. Eski İskenderunum’u arıyorum; bulamıyorum. Eski sahibi, eski terbiyesi maalesef çok geride kaldı; ileride olmamız lazımken. Burada kültür seviyesinin eksikliğini hissetmemek mümkün değil. İnşallah yeni Başkanımız Yusuf Civelek ve yardımcısı Haluk Arlı bey kültür faaliyetleri ile biraz ilgi ve alaka gösterirler; içimdeki ses her şey daha iyi olsun diyor, Sevgili İskenderunlu hemşerilerim Cem Erman İkincisi mektuptan ziyade tarihi bir yapının tanıtımı: Şimdilere Ayşe Barutçu Kültür Merkezi olarak Belen’de etkinliklerini sürdüren bir tarihi yapının tanıtımına ait bir broşürden alıntı yaptım. “Kanuni Sultan Süleyman Kervansarayı” Belen’de bulunan muhteşem bir tarihi eserdir. İskenderun’dan – Antakya – Halep karayolu istikametinde 12’nci kilometrede. İskenderun ve Antakya’dan günün her saatinde ulaşım imkanı var. Belen ilçesinin Kaymakamlık ve Belediye binasının yakınındadır. Aynı tarihte yapılmış camii ve hamam ile külliye özelliği taşımaktadır. Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1553 yılında yaptırılmıştır. İstanbul’da Mekke’ye uzanan. İpek yolu üzerinde Suriye kapısı olarak adlandırılan Belen geçidinde inşa edilmiştir. Mimar Sinan’ın eseri olan Kervansaray’ın kapısının üzerinde ki kitabede: “Bismillahirrahmanirrahim. Bu büyük hanı en büyük sultan en azametli hakan Allah’ın yeryüzünde gölgesi insanlarının sultanlarının sultanı, Arap ve Acem sultanlarının efendisi Mekke ve Medine’nin yardımcısı Sultan Selim Şah oğlu Sultan Süleyman Han Allah hükümdarlığını ve saltanatını daim kılsın salât ve selamının en faziletlisinin üzerinde olduğu Nebinin( Peygamber) hicret yılı itibariyle 957 senesinin Şaban’ı Muazzam ayında yapılmasını emretti.” yazılıdır. Alman düşünürü Goethe: ”Üç binlik yıllık geçmişin hesabını yapamayan insan günü birlik yaşayan insandır.” demiş. ‘Tarihini bilmeyen insanlar günübirlik insanlardır ’şeklinde kısaltılabilir de bu söz. Mezarların üzerine bir taş koyup bu dünyadan göçen şahsiyeti anmayı bile çok gören bedevi kültürü, bize de yavaş yavaş sirayet ediyor. Oysa bizim tarihimizde yazı hep yer almıştır. İşte Kervansarayın kitabesi… işte tarihi eserlerimiz hepsinin ne olduğu kim tarafından yapıldığı az da olsa belli; bilgi var belge var. Bize düşen o bilgileri çoğaltmak zenginleştirmek. Tarihine sahip çıkan yarınında da ülkesine de ulusuna da sahip çıkar. Yakın tarihini bilen insan yaşadığı coğrafyaya önem verir, büyüklerine saygı duyar, bu toprakları emanet edeceği çocuklara da sevgi gösterir. 2001 yılında Lütfiye Vural’ın “Babam Ben ve Çocuklar” adlı kitabından, 20 adet tanıdık biri getirmiş; “Yaşlı bir teyze yazmış bu kitabı, Hatay tarihi ve kültürüyle ilgili çok önemli bilgiler var; senin yanına uğrayacak, satılırsa parasını kendisine verirsin demişti.” Sonraları Lütfiye teyze geldi. Kitabını sordu. Ben de çoğunlukla önererek sattığım kitapların parasını kendisine verdim. Zaman zaman kitabevine gelirdi. Yazdığı şiirleri ve derlediği masalları bana okurdu. Hatıralarından bahsederdi. Huzurevinde kaldığını söylerdi. 33 yıl hemşire olarak görev yaptığını ve sonra emekli olduğunu, şimdi hastalıklarla boğuştuğunu söylerdi. Bir zaman geçtikten sonra hiç gelmez olmuştu. Sonra vefat ettiğini duymuştum. Sohbetlerimizden birinde, Lütfiye Vural bir gün bana evinde Atatürk’ün masası olduğunu ve bana vermek istediğini söyledi. Pek inandırıcı gelmemişti bana; Atatürk’ün masasının kendisinde olması.. Biraz daha anlatmasını istedim. Bu masa da Atatürk’ün yemek yemiş olduğunu söyledi. Ben kendisine “sağol teyze, başkasına verirsin” dedim. O ısrar etti “bu masanın kıymetini başkası bilmez, Sana vereceğim.” dedi. Birkaç gün sonra masayı yanında bulunan iki kişiyle birlikte dükkana getirdi. “Masanın sadece üstüne getirebildim, ayaklarını araba almadı.” dedi. Bende “olsun, işte esas bölümü gelmiş ya.” dedim. Lütfiye teyze bana anlattığı kadarıyla Hatay tarihine gül dikenlerden biriydi. Kitabının şöyle bitirmiş:”Düşünüyorum da bir katır yükü altınla Hatay’a gelen ailemiz bir anda yok olmuş vaziyettedir. Bende artık babamın yanına gitmek üzereyim. Zaten babamı çok özlemiştim işte geliyorum baba az daha bekle.” Pek çok insan, günümüzde kendilerini dinleyecek, ifade edecek, düşüncelerini paylaşacak bir arkadaş bir dost arıyorlar, bir ortam arıyorlar, bulamıyorlar. Sarımazı’da oturan bir Ali Bey vardı. İki, üç yıl önce vefat etti. Sık sık kitabevine gelirdi. Dertleşirdik. Eski günlerden bahsedersi. Bir gün kitabevine gelmişti.. “Bir şiir yazdım okuyacağım, ancak dinleyecek kimsem yok.” demişti. Eşim’de; “ ben dinlerim, bana oku.” demişti. Ali amca ne çok memnun olmuştu. O Köy Enstitütüsünü bitirmiş, yıllarca sağlık memurluğu yapmış İskenderun’da. yazdığı şiiri dinletecek kimseyi bulamamıştı. İşte bu kentin böyle düşünen insanları buluşturan bir mekana ihtiyacı var. Yaşadığımız zamanın en büyük problemi yabancılaşma. Bunu kırmanın yolu da kültürel faaliyetlerden geçiyor. Çünkü sanat ve edebiyat insanları yakınlaştırır. İşte bu nedenlerle, insanları geçmişte yaşanan ortak yaşama kültürünü arıyor geçmişi yaşıyorlar. Oysa bugünün dünden daha iyi olması gerekiyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal düz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |