Bildiğiniz gibi Dünya Sağlık Örgütü (WHO), domuzların itlafını önlemek amacıyla, Domuz Gribi teriminin kullanımını durdurduğunu açıkladı. Dünya genelinde katledilen milyarlarca tavuk için aynı hassasiyeti göstermeyen WHO’nun domuzlara sahip çıkması, bana oldukça ilginç geldi. Bakın Dünya Sağlık Örgütünün yaklaşımı medyaya nasıl yansımış geçmişte:
30 Nisan. 2009 Perşembe
CENEVRE - Dünya Sağlık Örgütü 'domuz gribi' teriminin kullanımını, domuzları korumak için durduracağını bildirdi. WHO Sözcüsü Dick Thompson, isim değişikliği kararının, tarım söktörü ve BM gıda örgütünün 'domuz gribi' teriminin tüketicileri yanıltacağı ve ülkelerin gereksiz yere domuzların itlaf edilmesi talimatı vereceği kaygısını açıklamasından sonra alındığını söyledi. WHO'nun İsviçre'nin Cenevre kentindeki genel merkezinde gazetecilere açıklama yapan Thompson, bundan sonra domuz gribinin bilimsel teknik ismi olan 'H1N1 grip A'yı kullanacaklarını kaydetti.
http://www.ntvmsnbc.com/id/24962276/
Görüldüğü gibi Dünya Sağlık Örgütü domuzları koruma konusunda oldukça hassas. Halbuki Kuş Gribi vakalarının olduğu dönemlerde, başta Avrupa olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde adeta bir tavuk katliamı yaşanmıştı. Nedense daha sonraları bu Kuş gribi vakaları birden bıçakla kesilmiş gibi duyulmamaya başlanmıştı. Bu taraflı tutum da medyaya şöyle yansımıştı:
Canoler'in verdiği bilgiye göre, Hollanda'da, 15 Nisan itibarıyla 14.2 milyon adet tavuk itlaf edildi, bu sayının 20 milyona ulaşması öngörülüyor. Canoler, Türkiye'nin AB ülkelerine sektör ürünlerini ihraç edemediğini, ancak, Hollanda'nın çekildiği pazarlar açısından fırsat yarattığını da sözlerine ekledi.
02/05/2003
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=73914
Avrupalı Tavuk Yetiştiricileri Zor Durumda 20/02/2006
Almanya Başbakanı Angela Merkel, kuş gribinin ülkesinde görülmesinin ardından, durumun “ciddi olduğu” uyarısında bulundu. Alman yetkililer, dün ülkenin kuzeyinde iki yaban kuşunda ölümcül H5N1 virüsüne rastlandığını duyurdu. Baltık Denizi’ndeki Rügen adasında da, 18 kuşta aynı virüse rastlandı.
Bu arada Fransa Tarım Bakanı, Dominique Bussereau, halka, “iyi pişirilmesi koşuluyla” tavuk yemesi çağrısında bulundu. Fransa’da ilk kuş gribi vakası Cumartesi günü görülmüştü. İtalya ise tavuk ve hindi tüketiminin azalmasından dolayı, kümes hayvanı yetiştiricileri için Avrupa Birliği’nden yardım istemeye hazırlanıyor. Hindistan’ın batısındaki Maharaştra eyaletinde ölümcül H5N1 virüsüne rastlanması üzerine, kümes hayvanlarının itlafına başlandı. Yetkililer, kuş gribi görülen çiftliğin etrafındaki 3 kilometrelik alanda bulunan yarım milyondan fazla kümes hayvanının itlaf edileceğini bildirdi.
http://www.voanews.com/turkish/archive/2006-02/2006-02-20-voa4.cfm?moddate=2006-02-20
Bu haberlere genel hatlarıyla baktığınızda açık bir hayvan ayrımcılığı göze çarpmıyor mu sizce de? Nispeten hızlı bir yayılma oranına sahip olmasına rağmen domuz gribinin, adı üstünde, çıkış noktası olan domuzların itlafının adeta yasaklanmaya çalışılması ama buna rağmen tavukların cömertçe itlaf edilmeleri, „neden kaynaklanıyor olabilir?“ diye sizler de düşünmüşsünüzdür benim gibi..
Bu ayrımcılığın nedenlerini sorgularken, aklıma George Orwell’in Hayvanlar Çiftliği adlı romanı geldi her nedense? Romanın baş kahramanlarından olan Domuzlar, tavuk, at, eşek, koyun gibi hayvanların bulunduğu çiftliğin liderleri konumuna gelirler. Domuzlar, okuma yazma bilmeleriyle ve hayvanların hakları için mücadele ettiklerini iddia etmeleriyle diğer hayvanlardan ayrılırlar. Kendilerini diğer hayvanlardan daha üstün ve zeki kabul ederler. Domuzlar, Hayvanizm ilkelerini belirleyerek bunları kağıda dökerler ve çiftliğin kapısına asarlar..
Konumuzla ilintili olan ilkelerden birisi ve en birincisi şudur:
1-İki ayakla yürüyenlerin hepsi kötüdür..
Hatta büyük domuzun bu ilkeden yola çıkarak tavuklara karşı uyguladığı baskı ve şiddet inanılmazdır. „Büyük domuz, aldığı bir kararla, tavukların yumurtalarının çiftlik dışında satılacağını, tavukların kuluçkaya yatmalarını yasakladığını ilan ediyor, buna karşı çıkan tavukları, yetiştirdiği köpeklere öldürtüyor... Bunun üzerine hayvanlar; "hiçbir hayvan diğer bir hayvanı öldürmeyecektir" ilkesini hatırlıyorlar. Hemen bu ilkelerin yazılı bulunduğu duvarın yanına gidiyorlar. Ancak duvarda: "Hiç bir hayvan diğer bir hayvanı bir sebep olmadan öldürmeyecektir" yazıldığını görüyorlar, bu ilkeyi de yanlış ezberlemiş olduklarını düşünüyorlar!“ Hatta tavuklar baskı karşısında öyle çaresiz kalıyorlar ki, liderleri domuzu adeta bir Tanrı gibi görmeye başlıyorlar ve her gün şöyle bağırıyorlar: "liderimiz sayesinde altı günde beş yumurta yumurtladım"
http://www.ogretmenlerforumu.com/roman_ozetleri/hayvan_ciftligi_domuzlar_diktatoryasi_gorvell-t7974.0.html
Bu örneklere bakınca, George Orwell’in Hayvanlar Çiftliği adlı romanının, dönemin bazı devletlerini ve ideolojilerini hicvetmek amacıyla yazıldığı anlaşılıyor. Ancak konu insan ve onun ürettikleri olunca, yaşananlar da tekerrür etmeye devam ediyor her defasında.
Bugün de Avrupa, kendisini çiftliğin Domuzu olarak görüyor seleflerinden ilham alarak. Tavukgillerden bir hayvanın ismiyle anmaya devam ettiği Türkiye (Turkey-Hindi) gibi ülkeler ise devamlı yönetilmeye, yönlendirilmeye çalışılıyor. Hatta şu evrim felsefesi bile sonuçta Hindo-Europian insanın en evrilmiş, mükemmel insan olduğunu ispatlamaya uğraşıyor. Bu ideolojiye göre tekamül seviyesinin son halkası Avrupa ve onun değerleridir.
Muhtemeldir ki Avrupa, kendisini bu hikayede geçen domuzla özdeşleştiriyor ve domuzlara bu nedenle daha bir müsamaha ile yaklaşıyor. Bizler gibi tavuklar ise ufacık bir yanlışımızda topluca itlaf edilmenin çaresizliğinden kurtulamıyoruz. Irak’ta, Filistin’de ve Afganistan’da son 10 yıl içinde ölen insanların sayısını bir incelerseniz, iki ayaklı tavukların acımasızca ve topluca nasıl itlaf edildiğini görürsünüz. Ufak bir virüs, ufak bir yanlış suçsuz tavukların da canına mal oluyor maalesef..
Bu açıklamalarım sizi tatmin etmedi ve belki de mistik açılımlardan hoşlanıyorsunuz. Bu da olabilir.. O halde Hz. İsa’nın kıyamete yakın yer yüzüne geleceği, haçı kaldıracağı ve domuzu öldüreceği şeklindeki İslami kaynaklarda geçen rivayetler malumunuzdur. Şimdi bu bakış açısıyla baktığımızda „domuz gribi“ olarak adlandırılan domuz kaynaklı hastalık, Avrupalı insanları domuzdan soğutmaya başlayabilir. Bu da domuzun bundan sonra çok az tüketilmesi anlamına gelebilirdi.
Ancak haç gibi domuz da, Hıristiyan dünya ile özdeşleşmiş durumda. Yeni Ahid’de domuzun yenilmesini emreden bir ayet bulunmamasına aksine Eski Ahid’de de domuzun yenilmesinin yasak olmasına rağmen domuz, Hıristiyan batılılar arasında oldukça yaygın. Avrupa ülkelerinin genelde soğuk olması ve domuz etinin ucuz olması gibi sebepler bunda etken olabilir ama dünyanın neresinde bir Hıristiyan yaşıyorsa, domuzu gönül rahatlığıyla yiyebilir. Yani artık bu şarap içmek gibi bir dini gelenek, bir kültür haline gelmiştir. Çizgi filmlerdeki sevimli domuz figüründen bile bunu rahatlıkla anlayabiliriz..
Richard Dawkins gibi ateist batılılar bile kendilerini diğer inançlardan ve dinlerden ayrıştıran „Hıristiyan kültür ve geleneklerinin“ yaşatılması taraftarıdırlar. Çünkü onların yaşadıkları ve kişiliklerinin şekillendiği Avrupa, bu değerler olmadan asla düşünülemez. Hıristiyanlığı bir kültür olarak bilmeden, ne Nietsche’yi ne de Descartes’i anlamak mümkündür çünkü.. Hem de bu kültür ve gelenekler sistemi, bilhassa Müslüman dünya ile Batı arasında en köklü ayrışmaların ana sebebi durumunda. Eğer bu ayrışmalar ortadan kalkarsa elbette Huntington gibilerinin tezleri olan „Medeniyetler Çatışması“ gibi ihtimaller daha bir geçerlilik kazanacak. Bu da batının bugün elde ettiği müthiş gücü de kullanarak, yeni çağdaş sömürgeler elde etmesi ve sıcak topraklara (petrol ve doğal gazı olan topraklara) daha rahat ulaşması anlamına geliyor. Yani aslında köklerini ancak Haçlı Savaşlarıyla açıklayabilen gelenekçi bir Hıristiyanlık anlayışı, çatışmanın da kaçınılmaz bir sebebi olacak..
Batı ancak domuzuyla, şarabıyla, ideolojileriyle, felsefesiyle ve diğer özellikleriyle batıdır. Bu özelliklerini reddetmesi, hatta dünya insanlarının sağlığı rağmına böyle bir inkar girişiminde bulunması düşünülemez. Sigaraya karşı gerçekleştirilen mücadelenin binde birinin alkollü mamüller için gösterilmemesi de köklerini „şarap“ ayininde bulan bir geleneğin sarsılmaz taassubunu gösterir. Batının bu alışkanlıklarından taviz vermesi demek, İslam’ın tezlerini de kabul etmesi anlamına geliyor. Sadece İslam’ın değil elbette, Yahudiliğin de. Yani batı, iki taraftan sıkıştırılmış durumda. Böyle bir gelenekçilik anlayışına sahip olanların, kadim yaşamalarının bir parçası olan „domuzu“ itlaf ettirebileceklerini düşünmek, çok da mantıklıca gelmiyor bana. Hem de şu ekonomik kriz sırasında… Vakta ki zorunluluk neticesinde buna mecbur kalalar..
Domuzun hayvan haklarına hürmet için itlaf edilmediği fikri pek sıcak gelmiyor bana. Dedim ya, o halde yüz milyonlarca tavuğu niye katlettiniz diye sorarlar adama.. Hem zaten domuz, sütü ya da yünü için değil bizatihi eti için yetiştirilen bir hayvan. O halde gerçekten hayvan haklarına riayetkarlarsa, domuzun yenilmesini de yasaklamaları gerekiyor. Çünkü öyle ya da böyle öldürülüyor bu hayvan.. İtlaf için olmasa bile, etini yemek ya da derisi için.
Peki konu tavuklar olduğunda vicdanları neden harekete geçmiyor batılıların? Bunu anlamak için sanırım derinlere daha da derinlere inmemiz gerekiyor. Kuşlar ve dolayısıyla onların yerdeki temsilcisi olan Tavuklar ruhaniliği, göklerin ötesini temsil ediyor olamaz mı? Bu kanatlı yaratıklar hıristiyanlık mitolojisindeki melekleri az da olsa çağrıştırmıyor mu? Evet domuz, hıristiyanlar için bir gelenek olmuştur ama gerçekte bu dinin köklerinden kaynaklanmamaktadır. Göksel değil arzidir, yeri, beşere ait olanı temsil eder. Kuşlar ise her kültürde sonsuzluğu ve kutsal olanı işaret etmişlerdir. Zaten hıristiyanlığın inanç yapısıyla gökler arasında derin bir bağlantı vardır. Hz. İsa göklere yükseltilmiştir ve göklerden süzülerek geri gelecektir. İşte Avrupa, Hıristiyanlığın maddi kültürünü ve geleneklerini kabul etmekle birlikte onun manevi ve inanca dönük yapısını reddetmektedir. Belki de Hıristiyanlığın inanç yapısını hatırlatan kuşgillerden olan tavukları acımasızca katletmelerinin altında bu gibi ince ve derin anlamlar da yatabilir. Bu zorlamalı bir yorum diyorsanız, meseleye farklı bir açıdan bakmaya devam edelim..
Tavuğun kökenlerini incelediğimizde çok ilginç sonuçlara varıyoruz.. Tavuklar ilk olarak Güney Doğu Asya’da evcilleştirilmişlerdir. Türkler de tavukların evcilleştirilmesine katkıda bulunan birinci sıradaki topluluklar arasında yer alırlar. Çok daha sonraları bu evcil tavuklar Anadolu yoluyla Avrupa’ya yayılmışlardır. Avrupa dillerinde Tavuk, Horoz ve Hindi kelimelerini karşılayan kelimelerin kökenleri bile bu gerçeği ortaya koyar. Almanca’da tavuk „Huhn“ kelimesi ile ifade edilir. (İngilizce „Hen“ aynı kökten) Bu da tavuğun Hun Türkleriyle Avrupa’ya yayılmış olabileceğini düşündürür. Hatta Horoz’un karşılığı olarak „Hahn“ kelimesinin kullanılması, Tavukların kralı olan Horoz’u ifade etmek için kullanılabilecek en güzel tercihtir. Yine başka bir kümes hayvanı olan Hindi’nin de „Türke ait“ anlamına gelen „Turkey“ kelimesi ile ifade edilmesi tesadüfi olmasa gerektir..
Belki de tavuklara karşı gösterilen acımasızlığın altında bütün bu anlamlar da yüklü olabilir. Yani batıyı temsil eden domuzun itlaf edilmesi, batılıların hislerini, kültürlerine olan bağlılıklarını zedeleyebilir ama doğudan ve bilhassa da Türklerden gelmiş olan tavukların itlaf edilmesi, aynı kötü sonuçları doğurmaz. Bu durumda batılı kendisiyle çatışmak zorunda kalmaz. Üstelik binlerce yıldır bu hayvanın etini yiye onu öylesine kanıksamışlardır ki, onun öyle tiryakisi olmuşlardır ki, kendileri onu itlafa yönelseler bile, hücreleri, etleri, elleri ve ayakları onları engelleyecektir. Aksine şuuraltındaki bazı açıklanamayan intikam duygularını tatmin etmesi açısından, mevcut kültürün beslenmesine daha da büyümesine de katkı sağlayabilir..
Sebep ister ekonomik, ister dini isterse de kültürel olsun, ortada bir hayvan ayrımcılığı olduğu kesindir. Domuzlar kollanmakta, tavuklar ise acımasızca itlaf edilebilmektedir.. Bize soracak olursanız biz, ne domuzların, ne de tavukların katledilmesinden yanayız. Bu soykırımlar gerçekleştirilmeden de dünya yaşanılabilir bir hale getirilebilir. Bünyeleri korumasız hale getiren kimyasal ve beşeri içerikli maddi gıdalar yerine, vücut direncini arttıran doğal-manevi gıdaların tüketilmesi sağlanmalıdır. Fikri ve maddi bulaşıcı hastalıkları önlemenin başka da yolu yoktur.
- yüzyıla geldiğimiz şu günlerde itlaf etmemiz gereken tek şey, sınır tanımayan maddi ihtiraslarımızdır. Bunun için de maneviyat reçetelerini kullanmamızın zamanı gelmiştir. Ancak maddi ihtirasların azaldığı, manevi duyguların harekete geçtiği bir dünya çiftliğinde domuzlar da, tavuklar da huzur içinde daha uzun süreler yaşayabileceklerdir.