Her şey ancak sevgiyle satın alınabilmelidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Sigara tiryakiliği çok meşakkatli bir iştir. Bu konuda tanıklık ettiğim bir olayı anlatmak istiyorum: Bu günlerdeki kadar olmasa da, o yıllarda bile ramazan ayında açıktan oruç yemenin adeta yasak olduğu işyerimde, yaza denk gelmiş bir ramazan ayında yıllık izine çıkmıştım. Bu iznin bir bölümün arkadaşımın yayla evinde geçirdim. Seyrekten yerleşik evlerin yanında, Öbek öbek eğreti yapıların, çadırların ve karavanların bulunduğu yaylanın ortak kullanıma açık spor ve oyun alanları olduğu gibi fırını, kahvehanesi de vardı…Yayla, o çevrede iyi bilinen bir cennet köşeydi…Ve bu denli cennet köşelere arada bir uğrayanların rakım makı içmeden dönmesi nerdeyse yadırganırdı o zamanlar!... Hatta, bize ev sahipliği yapmakta olan arkadaşımla, yaylanın Subaşı adıyla bilinen yerinde yiyip- içenleri gözledikçe, ‘ Oruç buralara hiç uğramamış galiba!, diye konuşmalar geçmişti o gün aramızda. Sonra eşlerimizi eve bıraktıktan sonra, arkadaşımla yaylanın kahvehanesinde odun ateşinde çay içmek için gitmiştik. Kahvehanede o gün, göreceli bir olağanüstü hava vardı.. Arkadaşım kahvehane işleticisi, Gıcık Seyfo’ya : Seyfo nedir bunlar, diye duvardaki kelli felli adamın resmini ve kahvehanede duvardan duvara grafon kağıtlarından yapılmış kedi merdivenini, bir kaç şerit rafya ve asılı balonları sordu.. Ortada sünnet, düğün, dernek havası var, desek duvardaki resme bakarsanız, ne sünnet olacak çocuğa, ne de damat adayına benzer bir yanı yoktu!... Gıcık Seyfo, kıçını, başını oynatarak : ‘ Daha nolsun ! Milletvekilimiz Şahabettin Yusyuvarlak, çayımı içmiye geliyor, diye çalımlı bir karşılık verdi… Arkadaşım doğrudan bana döndü ve duvardaki afişte kelli felli adamı im ederek, ‘ Biz bu adamı, Subaşı’nda görmedik mi yahu ? Hani!.. Rakı da içiyordu!, dedi.. Sahiden resimdeki adam, Subaşı’nda rakı içen adamdı! Subaşı’ na bizden bir hayli sonra adamlarıyla gelmiş, gelişi sırasında da küçük bir kaynaşma olmuştu… Gıcık Seyfo, gecikmeli de olsa, onca yoğun telaş içinde çayımızı önümüze koyduğu gibi gerisin geri döndü. Gözleri fıldır fıldır, bir yandan kapıyı kollarken, öte yandan sandalye ve masa düzeninde değişiklikler yapmaya çalışıyordu... Daha önce geldiklerimizdeki gibi hal-hatır sorması da yoktu… Gıcık Seyfo’nun ikinci çaylarımızı getirirken daha bir nazlanarak ağırdan aldığı gözümüzden kaçmadı. Zaten, ikinci çaylarımızı getirmesiyle dışarı fırlaması bir oldu… Biz ikinci çayımızı daha bitirmemiştik. Milletvekili olduğunu öğrenmiş bulunduğumuz Şahabettin Yusyuvarlak, kahvehaneye arkasından itiliyormuş gibi girdi. Arkasından adamları…Kendisinin oturması için dört-beş kişi tarafından kavranarak kendisinden yana doğrultulmuş dört-beş sandalyeden birisini seçerek oturdu… Bir elini lacivert çeketinin sağ cebine atıyor ve geri çekiyordu.. Önceleri pek ilgi çekmedi, bu davranışı.. Kime ne? Cep, kendi cebi... Sokar da .çeker de.. Belki, bir şey koymuşur da yerinde bulamamıştır!.. Milletvekili Şahabettin Yusyuvarlak’ın lacivert çeketinin sağ cebiyle ilgili sokar- çeker tedirginliğinin nedenini belki böyle düşünenler olduğu gibi, başka türlü düşünenler de olmuştur kim bilir. Belki de, orada bulunanlardan kimilerinin gözüne takılmamıştır bile, milletin vekilinin diken üstünde tedirgin hali… Gıcık Seyfo, çok özenli bir saygı ifadesiyle sırım gibi gövdesinin belden yukarısını doksan dereceden daha geniş bir açıyla eğmiş halde ıkınıp sıkılarak milletvekiline yöneldi.. Milletvekiline yaklaştıkça ıkınıp sıkınması arttığı gibi, gövdesinin eğimini de yere paralel bir şekilde doksan dereceye ayarlamış gibi ilerliyordu sanki…Gıcık Seyfo, çatısını içinde tasarlayarak kurmuş olduğu kısa tümceyi fısıldar gibi yöneltti milletvekiline: ‘ Sayın milletvekilim. Çay!... Kahve!... Adaçayı!... Ayran… Kekik!... Pek tabi ki, anlaşılacağı gibi, o misil bir milletvekilinin meşrebine asla ve kata uymayacak işlerin başında, aziz mübarek ramazan günü ahali arasında bunlardan birini içmesi gelir. Gıcık Seyfo’ nun, çatısını içinde kurduğu ve bir çok kez prova etiği kısacık tümceyi ıkınıp sıkınarak fısıldamasının ana nedeni buydu … Şu yaylalık yerlere ayağı basmış milletin vekiline, ‘ne içeceğinin, sorulmaması da olmazdı canım… Gıcık Seyfo, böyle düşünüyordu…Eylemini de, bu düşüncelerin yoğunluğu içinde gerçekleştirdi… Milletvekili, lacivert ceketinin sağ cebinde arayıp bulamadığı ve ya bulup da çıkaramadığı nesnenin verdiği şaşkınlık içinde neredeyse, ‘ sade kahve, diyecek oldu.. Ne yalan söyleyeyim, öylesi bir yerde çakır olduktan sonra, ben de zinhar sade kahve isterdim!.. Ama, eksik olmasın; arkadaşımın sayesinde biz o işi Subaşı’ nda görmüştük… Bu bakımdan milletin vekiline hak veriyorum, vermesine de!... Milletin vekilinin derdi o değil!... Aklı fikri cebinde adamcağızın! Ne dediğinin ayrımında mı? Kişisel olarak, bendeniz, milletin vekili o anda ‘ kallavi bir duble rakı , da dese, hoş karşılarım… Yoksa siz, hoş karşılamaz mıydınız? Ne diyeyim, vallahi siz de haklısınız! Zira, vekilin cebinde ne olup bittiği ile ilgili bilgi sahibi değilsiniz… Milletvekili Şahabettin Yusyuvarlak, cebinde böcek bulmuş gibi elini cebinden çekerken kendisini toparladı ve sağ eliyle göğsünün sol yanını tıpışlayarak,’ Allah kabul ederse, niyetliyim, dedi…Kahvehanede bulunanlar, aralarında birliktelik olmaksızın “ Allah kabul etsin!... Amiiin!.. Allah kabul etsin!... Amiiin!..., dediler, milletvekilinin duyacağı şekilde. Bu sırada milletvekilinin geğirmesi hiç kimsenin dikkatini çekmedi, arkadaşımla benden başka. Gıcık Seyfo dikelerek, ‘ Sayın Milletvekilim, biliyom niyetli olduğunuzu..Ama, gine de sormak vazifem, dedi… Gıcık Seyfo, ortalıkta dönendiği için yanık kokusunu ilk hisseden oldu… Milletvekilinde tedirginlik tırmanışa geçmiş, yerinde duramıyordu. Çevresini sarıp, ağzından çıkacak sözleri bekleyenlerin beklentisi boşunaydı.. . Gıcık Seyfo’ nun sesi ortalığın bir anda karışmasına yetti: “ Çaput yanığı kokusu geliyor, biriniz yanıyor mu ne ?” Milletvekilinin lacivret çeketinin sağ cebinde çıkan yangın bir süre için için sürdükten sonra, alevli yangın başlangıcına denk düştü, Gıcık Seyfo’ nun bağırtısı…Milletvekilinin sağ yanı alev almıştı.. Koskoca milletvekili göz göre göre yanıyordu… Gıcık Seyfo, mekanın sahibi olması nedeniyle sesi çıktığı kadar bağırıyordu: Vekilim yanıyor koşun!.. Vekilim yanıyor yetişin!...Yangının ana üssü milletvekili olduğu büsbütün ortaya çıkınca, milletvekilinin ne gizleyecek, ne de gocunacak bir nedeni kalmamıştı... Milletvekili, ani ve çevik bir kaç hamle ile kahvehaneden dışarı fırladı ve kavehanenin yanıbaşındaki balçık, çimen ve yosunla kaplı durgun su birikintisinin içine attı kendisini… Milletvekili, bu eylemini öylesine doğallıkla gerçekleştirdi ki, çok iyi ezberlediği bir senaryonun gereği olarak üstlenmiş olduğu rolü oynuyor sanırdınız. Bu plânı, cebinde çıkan yangın, daha büyümeden kafasında tasarladığı besbelliydi… İşin aslını mı sordunuz? Kısaca anlatalım: Milletvekili Şahabettin Yusyuvarlak, yemin ettiğinden başka kürsüye çıkmadığı meclis çalışmalarında parmak kaldırmaktan bunaldığı için, genel başkanının da bilgisi dahilinde, yolunu seçim bölgesine düşürmüş; hem seçmenleriyle görüşerek gelecek seçimler için bir ön yoklama yapacak, hem de memleketinin havasını doyunca soluyacaktır. Hem ziyaret, hem ticaret gibisinden algılamada hiçbir sakınca olmayan bu gezi, milletvekilinin parti içindeki geleceği bakımından çok çok verimli geçmiştir. Milletvekili, seçmenleriyle yaptığı sohbet toplantılarını film, fotoğraf gibi kayıtlarla belgeleyerek genel başkanın gözüne girmeyi garantilemiş olarak, bir de yayla kaçamağı yapmayı kafasına koymuştur…Siyasetçi, yirmi dört saat, yedi gün, üç yüz altmış beş günü siyasetle içli dışlı olan adamdır. Siyaset, siyasetçinin kanına bulaşmış bir virüs gibidir… Siyaset, Allah vergisi olarak, beşikle mezar arasında her ne alan varsa gereken yapılacaktır, memleket menfaatlerinin gereği olarak! Buna cami avlusu, mihrap, ibadet de dahildir. Şahabettin Yusyuvarlak, ‘ Durmak Yok, Yola Devam, diye formüle edebileceğimiz siyaset sanatının bu cilvesini şiar edinmiş, şimdiki partisinden kaytarmayı asla ve kata düşünmüyordu. Gidecek yeri yoktu çünki! Çünki, bütün partileri gezmiş ve ‘ kendisini bulduğunu, söylediği şimdiki partisine demir atmıştı. Galiba, bu beşincisiydi!... Şahabettin Yusyuvarlak, akşamında uçakla Ankara’ ya döneceği son gündüzün üç-beş saatini Subaşı’nda geçirecek, gözlerden uzak bir kuytuda birkaç duble rakı içecekti…Gıcık Seyfo, gıcık olduğu kadar da kulağı delik, eski bir kulağı kesik olduğundan milletvekilinin yaylaya geleceğini duymuştur. Çevre köylerden yaylaya yolu düşen bir kaç muhtarı da araya koyarak, milletvekilinin kahvehanede toplantı yapmasını sağlamıştır… Bize çay sevisi yaparken, fıldır fıldır kapıyı kollamasının nedeni, milletvekilini yolda karşılamak istemesindendi; bunu daha sonra anladık… Meğer Gıcık, ikinci çaylarımızı masamıza koyduktan sonra, uzaktan milletvekilinin yaklaşmakta olduğunu görür görmez, mermi gibi fırlayarak adamın eline eteğine yapışır… Milletvekili önlem almaya fırsat bulamaz, panikleyerek elindeki sigarasını lacivert ceketinin sağ cebine atar!...Derken, Gıcık Seyfo’nun ardından seğirterek vekile yetişebilenler, el ve güç birliğiyle milletin vekilini omuzlarına sırtlamasınlar mı? Vekili, kahvehanenin kapısından o şekilde içeri geçiremeyeceklerinden kapının önünde omuzlarından indirmek zorunda kalmışlardır. Şahabettin Yusyuvarlak, ayağı yere bastıktan sonra yakasını, paçasını düzeltme derdine düşmüştür. Ancak, kapıdan girerken lacivert ceketinin sağ cebindeki sigara izmaritini anımsamış ve bu anımsama , sıkıntılı dakikaların başlangıcı olmuştur… Sigara tiryakiliği çok meşakkatli bir iştir. Ben bunu bilir, bunu söylerim. Hele bir de tiryaki, siyaset adamıysa ve meşrebinde, eline geçirdiği her şeyi, bir parçası olduğu siyasi anlayışın aracı sayan hastalığı barındırıyorsa, işi zor oğlu zordur!... Milletvekili Şahabettin Yusyuvarlak’ ı hiçbir şey perişan etmedi, genel başkana göstererek gözüne girmek için lacivert ceketinin sol iç cebinde saklamakta olduğu fotoğrafların yosun, balçık ve çimenle kaplı durgun su birikintisinde telef olması kadar!...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mudi Beya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |