Olgunluğa erişmemiş şairler ödünç alır, olgunluğa erişenler çalar. -George Eliot |
|
||||||||||
|
Kayboldum...Başka izahı yok bunun...Bir süredir içinde olduğum bu hali ancak böyle tanımlayabilirim...Yaşadığım bunca yıldan sonra şimdi kendime bu yabancılaşmayı başka nasıl açıklayabilirim ki ? Açık, bariz ve net...Kayboldum... Günlerdir denizin üstündeki puslu boşluğa saplayıp bakışlarımı,sil baştan hatırlamaya çalışıyorum yaşadıklarımı...Hayatımın dönüm noktalarını...Kimdim ? Ne oldu ? Şimdi neden bu kadar yabancı hissediyorum kendimi, kendime ? Bu kentte bu kadar yalnız kalmasam yine farkedermiydim kendime bu kadar yabancılaştığımı ? İçinden ıkamıyorum... Düşündükçe detaylar artıyor, içimdeki benler çoğalıyor... İçimde kocaman bir boşluk, habire yuvarlanıyorum...Dur durak bilmiyor, sonu gelmiyor... Ancak burda, şimdi oturduğum bu parkta huzur buluyorum... Oturup çam ağacının altına , gecenin sonlanışını günün yavaş yavaş aydınlanırken denizdeki renk değişimini görmek...Günün ilk ışıklarıyla martıların bir ritüeli gerçekleştirir gibi havada daireler çizerek uçuşmalarını izlemek...Doğan güneşle güneş olmak...O ritüelin içinde bir martı olmak...Renkten renge bürünen denizle deniz olmak... Bunlardan öyle derin hazlar alıyorum ki, bu hazzın yanında şimdiye dek yaşadığım her şey çok yavan kalıyor... Dünümde yaşadığım mutluluklar da acılar da bu hazzın içinde eriyip yok oluyor , anlamını yitiriyor... Dünümde yaşadıklarıma, hissettiklerime bu kadar yabancı kalan benle, o günlerdeki benleri topluyor çıkarıyor, bölüyor çarpıyor asıl benin hangisi olduğunu, içimde kaç ben taşıdığımı bilemez oluyor ya bu çoklukta kayboluyor ya da bir hiçlikte yok oluyorum... Bu fırtınalarda savrulurken ben, öyle usulca yaklaşmış olmalı ki yanıma, elindeki şişeyi benimkinin yanına özenle yerleştirmese geldiğini farketmeyecektim...Başımı kaldırıp baktım aynı sessizlikle...Bulduğu gazete parçasını yayıp çimlerin üstüne, benim gibi, oturdu yanıma... Günaydın desem aydınlanır mı acaba günümüz ? dedi... Bilmem dedim... Yine de günaydın diyelim, öyle bir umudun var madem... Aydınlık günlerin şerefine birlikte içelim öyleyse dedi... İçtik... Yararı oluyor mu ? dedi... Neye ? dedim... Unutmaya dedi... Unutmalı mı sence ? dedim... Unutmayı başaramazsak bu acıyla yaşamak mümkün mü ? dedi... Her şeye alışılır dedim. Acıyla yaşamaya da...Zaman gelir senin bir parçan olur acı dediğin... Yapma abim dedi... Nasıl alışılır buna? Çifte ihanet nasıl hazmedilir ? Nasıl benim bir parçam olarak kalır ? Derin bir nefes alıp boğazına düğümlenen yumruyu yutkunmaya çalıştı...Sigarasını tazeledi yeniden ve bir yudum daha... Herkes kendi doğrusunu yaşar ve kendi doğrumuzu bulmak için unutmamalı dedim...Asıl olan kendi yolculuğumuzdur. Başkalarının yanlışına takılıp kırgınlık, kızgınlık, öfke büyütmek bizi bir yere taşımaz ...Önemli olan yaşadığın olaya seni taşıyan kendi yanlışlarını farketmek ve onları düzeltebilmektir... Sustu bir süre...Bakışlarını uzaklara dikti...Sonra dönüp: Abi, çekip giden onlar, ihanet eden onlar, benim ne suçum var bunda? Bilemem dedim...Cevabı sende olmalı... Sustuk karşılıklı... Onun söylememi beklediği şeyler bunlar değildi, biliyorum...Denize karşı oturup, aynı parkta içiyor olmamızdan kaynaklanan, benzer öykülere sahip olduğumuz sanrısıyla, kahrolduğumuz kadar müşterek kahırlar savurmayı, birlikte esip birlikte yağmayı bekliyordu şüphesiz...Kimdiler, neden ve nasıl gittiler gibi bir yığın soru sormalıydım ben ona ki o da bu soruları cevaplayarak içindeki zehiri akıtabilsin... Sonra bana yakıştırdığı o acılı, ağulu terkediliş öykümü sormalıydı bana...Benim öykümden kendine ait teselliler bulup çıkarmalı, bana da ahlar vahlar üretmeliydi...Ama olmuyordu işte...Bu kurguya uyamıyordum...Onun içsel hayallerini,beklentilerini sezsem de onun aradığı adam ben değildim... Tıkanmıştı...Bir sigara yaktı, bana da uzattı...Reddetmedim... Bir süre konuşmadık,aldığımız derin nefeslerle ciğerlerimize doldurduğumuz dumanı savurduk gökyüzüne... Sahildeki kayaların üzerine biriken yağmur suyunu içmeye çalışan minicik, yavru bir kedi takıldı gözüme...Ne zaman içmeye eğilse yakınından uçan bir martı onu heyecanlandırıyor, tüylerini kabartıp, kulaklarını dikerek olası bir saldırıya karşı savunmada bekliyordu... Ben seyre dalmışken, abi be kafamı karıştırdın dedi... Gülümsedim, iyidir dedim, keyfini çıkar... Nasıl yani dedi... Düşüncenin karışması kendi saplantılı düşünce kalıbından çıkman, farklı düşünce kapılarının sana ralanmasındandır... Düşünmek sınırsız bir alan, daracık çerçevelere hapsetme kendini... Bak, izle onu diyerek yavru kediyi gösterdim...O da dikti bakışlarını kediciğe ama aynı şeyi görsekte aynı şeyi düşündüğümüzden emin değildim... Gel, farklı bir yerden bakalım hayata dedim... Kedi de martı da kendi yaradılışlarını gerçekleştiriyorlar... O minicik kedi nasılda savunmaya ve saldırmaya hazır...Ama bu sokak kedisinin yerinde bir evcil kedi düşün...Evcil kedinin, bu yavru kedi kadar savunma ve saldırma güdüsü gelişmiş olabilirmiydi ? Haklısında, bizimle ne ilgisi var bunun anlayabilmis değilim be abi dedi,saf ve çocuksu bir merakla... Beşeri hayatın bize yüklediği duygular dedim ve sevgi... Bazen bizi evcil bir kedi kadar savunmasız bırakıyor...Sevgiden zarar görebileceğimizi ya da sevgimizle zarar verebileceğimizi hesaba katmıyoruz hiç...Ne yazık ki duygular ilaçlar gibi uygun dozaj ve kullanım önerileriyle sunulmuyor bize... Evet abi dedi...Ben bu kızı çok sevdim ama zarar vermeyi düşün...Dur dedim, böldúm sözünü...Anlatma... Tenimizdeki çiziklere benzemez yüreğimizdeki çizikler... Birinin çizdiği, acıttığı yüreği bir başkası iyileştiremez... O çizikleri başkalarıyla paylaşmak derinleştirmekten, o çiziği sabitlemekten başka bir işe yaramaz... Yarasıyla beresiyle, çiziğiyle kırığıyla mahrem bir yer yüreğimiz... Bence öyle de kalmalı... Şaşkındı ama artık konuşmaya gücüm yoktu...Benimde içimde bir yerler çizilmişti sanki... Aramızda ağırlaşan bir suskunlukla,şişede kalan şarabımızı arkadaş ettik sessizliğimize... Peki dedim , bir kez daha günaydın... İçimdeki yabancılık daha bir yapıştı sanki üstüme... Kalktım, az önceki beni orda bırakarak hızla yürümeye başladım iskeleye doğru... Zaten yeterince kalabalıktım... esin ardıç
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Esin ARDIÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |