Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
İslam tarihini biraz kıyısından kenarından okumuş kişiler bile İslam’daki hoşgörünün bilinen yirmi beş bin yıllık tarihte eşsiz olduğunu kabul edecektir. Mekke’nin fethinde, şehir halkının canlarına ve mallarına -yaptıkları zulme rağmen- ilişilmemesi bile bu insancıllığın somut ifadesidir. Lakin İran’a baktığımızda kendi dininden ve halkından olanlara bile, en ufak bir karşı fikri olması durumunda, müsamahasız davranıldığı görülmektedir. Elbette Ortadoğu halkları tarihte yaşadıkları sayısız istila ve savaşın şekillendirmesi ile sert ve çetin halklardır. Kendilerine yapılan kötü muameleyi aradan nesiller geçse bile hatırlayıp, ilk fırsatta o kişinin mezarını açmalarına, kemiklerini sokaklarda sürüklemelerine bakmak bile bunu anlamak için yeterlidir. Bu yönden baktığımızda aslında İslam coğrafyalarında, İslam kanunları telaffuz edilerek yapılan, pek çok şiddet ve baskı içerikli hareketin İslam değil Ortadoğu kültürü kökenli olduğu ortaya çıkar. Ne yazık ki İslam adı burada kişi ve guruplarca kendi hareketlerine ilahi ve tartışılmaz bir referans, bir dokunulmazlık sağlamak için kullanılmaktadır. Din ne yazık ki istismar edilmekte ve siyasi iktidarın arkasında saklandığı bir maske olarak halka karşı kullanılmaktadır. Halk, burada, ilahi yetkiye sahip, tepedeki bir yönetici zümrenin kulları durumuna düşmektedir. Halk, İslam’ı maske olarak kullanıp dikta ile yönetenlerin kulu ve sürüsüdür. Kadınların adı ve sözü geçmez, böylece nüfusun yarısı zaten sindirilmiş olur. Kalan yarısı da İslam adı oradan çıkartıldığında dinle alakası olmayan, aslında bir diktatörlüğün halkı hizada tutmak, yönetime karşı dönmesini engellemek için uyguladığı, sert disiplin kurallarından başka bir şey olmayan yasaklarla baskı altında tutulur. Halkın bugün pek çok özgürlüğü elinden alınmış ve sadece itaatkâr tek tip kullar olmaları amaç edinilmiştir. Kişi yoktur, yönetenlerin kulları vardır. Din, felsefi ve manevi bir olgu olmaktan çıkartılıp iktidar hırsının bir aracına dönüştürülmüştür. Günümüz Türkiyesine geçiş yaparsak, siyasi tabloya baktığımızda gözüme ilk çarpan şey liderler sultasıdır. Osmanlı Hanedan gelenekleri siyasette hale izlerini taşımaktadır. Liderler ölene kadar ya da indirilene kadar tahtlarını bırakmamaktadır. Saltanat geleneği hala o kadar güçlüdür ki, Egemenliğin Kayıtsız Şartsız Milletin olduğu gerçeği gözlerinin önünde koca harflerle yazılı olsa bile, bunu inkar edebilmektedirler. Türk siyasetinde her partinin birinci amacı iktidara gelmek, ikinci amacı iktidarda kalmaktır. Hakim olmak, yönetmek biricik var oluş sebepleridir. Hizmet etmek diye bir şeyi duymuşlardır ama bu bitmek bilmeyen İktidar Savaşlarından hiçbiri ona fırsat bulamaz. Bu yaşanan bir İktidar Savaşıdır. Aşkta ve savaşta her şey mubahtır. İşte bu nedenle Türk halkının da bütün diğer dünya hakları gibi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar tarafından kandırılması, suiistimal edilmesi, din dahil her kutsal duygu ve değerinin, inancının amaç doğrultusunda kullanılması mubahtır. En tehlikeli durum ise bunun din adı altında yapılmasıdır. Başka bir araca karşı koymak ve onun yanlışlarına karşı çıkmak nispeten kolaydır ama din kullanıldığında çok tehlikeli bir durum ortaya çıkar. Kendini ilahi gücün halk üzerindeki sözcüsü, temsilcisi sayan gurupların büründüğü ilahi dokunulmazlık kalkanı toplumun içinde çok derin çarpışmaları beraberinde getirecektir, bir toplumu din ile bölecektir. Din en tehlikeli silahtır. Bu gün siyasette dini simgelerin kullanımı pimi çekilmiş bir el bombası ile oynamaktır. Hele ki zorlu bir Kurtuluş Savaşından geçerken, cahil ve temiz halkı saf dini duyguları istismar edilerek, isyanlara teşvik edilmiş ülkemizde bunun sonu çok tehlikelidir. Atatürk dinin istismarı ve dini konularda ayrılık çıkartılmasının, Türkiye Cumhuriyetinin bölünmezliğine en büyük tehlikeyi oluşturduğunu görmüştür. Atatürk’ün laiklik ilkesine yüklediği önem, günümüzde de göz ardı edilemez. Laiklik Cumhuriyetin temel taşıdır. Laikliğe dokunmak bu binayı yıkımına sallar. Atatürk’ten bu yana gelen giden hükümet sayısına, siyasal-ekonomik-toplumsal çalkantılara baktığımızda vekalet verdiğimiz kişilerce iyi yönetilmediğimizi söylemek yalan olmaz. Bu ülkenin başına geçenler tarihimizi ve coğrafyamızı iyi bilmek mecburiyetindedir. Bu coğrafya Ortadoğu ve Kafkaslardaki kara altının coğrafyasıdır. Bu coğrafya İsrailli bir coğrafyadır. Bu coğrafya en nihayetinde güçlüler coğrafyasıdır. Bu coğrafyada hayatta kalabilmenin yolu tam bağımsızlık ve sıfır güdümdür. Biz hala 1919’da Bandırma Vapuru’nun yolculuğu ile başlayan İstiklal Mücadelesinin içindeyiz. En son ihtiyacımız olan şey ilhamını dışarıdan almış, din istismarı ve ayrımcılığı üzerinde yükselen siyasi akımlar ve halkın bir kez daha bölünmesidir-dinle bölünmesidir. Halkın açlık, işsizlik, temel sağlık ve en önemlisi yeme, içme, barınma problemleri yaşadığı bir ülkede türban ve din lafını ağızdan düşürmeden siyaset yaptığınızda, devletin temel taşlarını kurcalayan elemanları içeriye yığmaya başladığınızda bomba ısınmaya başlamıştır. Böyle öncelikleriniz varken devletin ideolojisiyle oynamaya başladığınızda, hizmet etmekten ziyade hükmetmek niyetinde olduğunuz şüphesi Cumhuriyetin insanlarında pek tabii ki ortaya çıkacaktır. Şüpheye düşen insanlar olsa da durum aslında vahimdir. İran’dan İslam Devrimi esnasında kaçan ve Türkiye’ye sığınan bir generale sorulur, “Bunlar olurken hiç mi farkına varmadınız?” Cevap, “Yavaş yavaş her yeri almışlar. Farkına vardığımızda çok geçti.” Bizimkilerde de durum benzer. Gidişin rengi açıktır lakin buna karşı duracak sivil irade kendini İktidar Savaşlarının girdabında sarhoş etmiştir. Bilmem kaçıncı yenilgisine rağmen muhalefet aynı kadro ile sahaya çıkmakta kararlıdır. Bu Fenerbahçe’nin başına gelse yemin ediyorum taraftarlar kulübü yakar, yöneticiler isyan bayrağı açardı. Muhalefette çıt yok. Gündemleri gelecek seçim gelene kadar fasa fiso. İktidar Savaşını da ülkeyi de kaybetmektedirler. Bu ülkeyi bağımsızlık mücadelesinde hala ayakta tutmayı başaran iki kuvvet vardır. Birisi Anayasa, diğeri Türk Halkının içinden çıkmış olan ve Halk için var olan Türk Ordusu. Zaten sadece bu ikisi kaldığı için içerden ve dışardan her türlü ağır saldırıyı da bunlar almaktadır. Ordu ve Anayasa’nın adını bile duymaya tahammül edemezler. Arkadaşım bana İran olmaktan neden korktuğumu sordu. İktidara oy vermişti. Kendince İran’da bir sorun görmüyordu. Ben korkuyorum çünkü ülkemdeki mevcut düzenin aksaklıklarından ne kadar rahatsız olsam da, sesimi kimse duymasa da, sularım akmasa da, internetim yavaş olsa da,.. köşede bir kuytuda kendi halimde var olmama hala izin veriliyor bu rejimde. Elimdekileri de kaybetmek istemiyorum. Özümü tamamen inkar eden, kendisi gibi yaşamıyorum diye bana intikamcı gözlerle bakan, eli sopalı bir yönetimin ve onun yandaşlarının beni karanlıklara atmasından korkuyorum. Tek bir yaşam tarzını destekleyen, diğerlerini düşman görüp yok eden bir düzen istemiyorum. Tek tip insan olmak istemiyorum. Allah hepimizin aynı olmasını isteseydi zaten hepimiz aynı görünür, aynı sesle konuşur, aynı boyda olurduk. Oysa bu koca kainatta kar tanelerinde bile bir eşsizlik ve hepsinin apayrı olması vardır. Buraya kadar ifade edilenlerin ışığında başlıktaki soruya dönmek istiyorum. Türkiye İran olur mu? Ben olmamasına taraftarım. Lakin görülen tablo neden olmasın dedirtiyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |