Yaşam hoştur, ölüm rahat ve huzurludur. Zor olan geçiştir. -Asimov |
|
||||||||||
|
Benim okulum yeni tatile girmiş olduğundan hem de anlatacak çok şeylerin varlığından yanında kalmıştım arkadaşımın. Gece uzun, sözlerimiz boldu. Arada bir arkadaşımın annesini kontrole çıkıyor sonra da tüm hastaneyi turlayarak sohbet ediyorduk. Bazen, bastıran uykumuzu açmak acilin önüne inip, bazen de bahçedeki küçük havuzun etrafındaki banklarda oturup laflıyor, sigara içiyorduk... Ben bu hastaneyi iyi biliyordum. Benim yaşıtlarımın Tekirdağ’da gördüğü tek hastane olması bir yana, bir zamanlar dedem burada çalıştığı için çocukluğumdan beri gidip gelmişliğim; hem hasta hem de ziyaretçi olarak neredeyse her bölümünü gezmişliğim ve her mekanıyla ilgili anılar duymuşluğum vardır. Üstelik dedemle ne vakit hastaneye gitsek uzun uzun hastane anılarını anlatmaya koyulur... Ama o onu dinleyenlerin sıkılmışlığına da bıkkınlığına da hiç mi hiç aldırmadan anlatır da anlatır. Tabii ki bunda hastane marangozu olarak çalışmasının ve artık yaşının ilerlemiş olmasının etkisi tartışılmaz. Marangoz olmasına rağmen nasıl memur kadrosuyla yıllarca çalıştığını; doktorların hemşirelerin diğer çalışanların çocuklarına yaptığı ahşap kızakları, arabaları; yirmi yıl boyunca nasıl da hergün aynı saatte evinden çıkıp aynı yolları arşınlayıp işine gittiğini, hastane bahçesine şimdi oldukça olgunlaşmış olan ağaçları nasıl da kendi elleriyle diktiklerini hiçbir fırsatı kaçırmadan heyecanla anlatır her seferinde. Ama en çok bu ağaç dikme hadisesini anlatmayı sever. Artık kaçıncı defa dinlediğimi bilmediğim bu anısınının gururunu her seferinde yüzünden okurum. - Buralarda çalı bile yoktu beyaa!.. Bi görseediniz tarla içinde gidip gelirdik astaneye... diye göçmenlere özgü şivesiyle başlar dedem. Önce Başhekimin talimatıyla orman müdürlüğünden binbir güçlükle aldıkları fidanları kamyonete yükleyip getirmişler. Sonra, hastanenin terzisi ve hizmetlisi ile tüm bahçeye düzenli aralıklarla kazdıkları çukurlara fidanları yerleştirmişler. Bir sonbaharmış, rüzgardan kırılmamaları için çıtalar kesmiş; fidanların dibine çakmışlar. Hatta sayısını bile verir diktiği fidanların ama tuhaftır, şimdi hatırlayamıyorum. En sonunda da çamların karşılarına geçip: - Nasıl da kocaman oldular be yav!.. Te te bu kadardılar, belime bile gelmezlerdi be yaa... Kimbilir daha ne kadar burda kalacak bunlar? diye övgüyle bitirir. Bitirir ama ben her zaman onun bu dünyada kalıcı birşeyler bırakmış olmanın huzurunu yaşadığını düşünürüm. O gece de hastanenin bahçesinde, dedemin o ağaçlarının altında uzun zaman vakit geçirmiştik. Gece ilerlemiş ve yine arkadaşımın annnesini kontrol etme vakti gelmişti. Tam hastane binasına girmek üzereyken bir taksinin ardı ardına çaldığı acı kornasını işittik. Acil bir hasta geldiği belliydi. Bir ticari taksi biraz önce altında oturup sohbet ettiğimiz, bahçenin yanındaki hastane kapısından hızlıca içeri girdi. Hızını hiç düşürmeden acil kapısına doğru yaklaşırken sellektörler yapıyordu. Ne olduğunu görmek için orada durup beklemeye arkadaşımla hiç konuşmadan karar vermiştik. Arkadaşım olabilecek kötü şeyleri sezip acil görevlilerini uyarmaya koştu. Bense orada taksinin acil kapısına sol yandan yanaşmasını izliyordum. Şöförün yüzünde yalnız korkmuş insanlarda görülen bembeyaz bir ifade vardı. Arka koltukta belli belirsiz yaşlı bir kadın seçebildim; eğilmişti. Taksi şöförü hızla arabadan çıkıp benden yana olan kapıyı açtı. Ne yapacağımı bilemediğim için öylesine bakıyordum olanlara. Henüz bizden başka kimsecikler yoktu ortalıkta. En sonunda ben de öne doğru hareketlendim. Arabanın içinde biraz önce seçemediğim karaltılar daha belirginleşti. İlk gördüğüm şey koltuğa yığılmış beti benzi atmış, dudakları mosmor olmuş ihtiyar bir adam oldu. Belli ki yanındaki de karısıydı. Yüzünün, yaşını ele veren kırışıklıklarına soğuk bir korku eklenmişti. Başörtüsü başının arkasına düşmüş, upuzun parlak beyaz saçları ortaya çıkmıştı. Bir eliyle başını kapatmaya çabalarken diğeriyle de kocasının sol eline yapışmıştı. Şöförün; - Kriz geçiriyor! Yardım edin, yardım edin!.. diye bağırdığını hatırlıyorum. Yaşlı adamın hareket edecek hali olmadığı belliydi. Onu oradan çıkarmamız gerekiyordu. Şöförün hızlıca kavradığı bacaklarından birini de ben tuttum. Yaşlı adamın başı hala karısının kucağındaydı. O haldeyken yaşlı kadın kocasının tuttuğu elini bırakıp koltuk altlarından kavradı. Tüm gücünü sarfetmesine rağmen kocasını kaldırmayı başaramadı. Yaşlı adam kendini tamamen salmış görünüyordu. Şöför bunu farkedince hemen arabadan içeriye doğru atıldı. Bu arada: -Birader sen de bacaklarından tutuver! Dedi bana. Tamamlamadığı alelacele ağzından savurduğu bu cümleyle bana seslenirken kadının yapamadığını şimdi o yapmaya çalışıyordu. O sırada arkadaşım içeriden bir görevliyle çıkageldi. -Bir sedye getirin! diye haykırdım. Sesimin şiddeti kendime getirdi beni. Son bir hamleyle yaşlı adamı arabadan karga tulumba çıkardık. Görevlinin getirdiği tekerlekli sandalyeye yaşlı adamı oturturken bir an ölmüş olabileceğini düşüncesiyle irkildim. Ölmüş birine dokunabilmek her zaman zordur. Bedeninin soğuk olup olmadığını, yaşadığım tüm korkuya rağmen çekine çekine kontrol ettiğimi gayet iyi hatırlıyorum. Yutkundum, neyse ki tuttuğum adam soğuk değildi! Görevli yaşlı adamı hızlıca acil odasına götürürken karısını gördüm yanında. Tüm o hengame boyunca ilk başta olduğu gibi bir eliyle kocasının eline sarılmıştı. Diğeriyle ise küçük siyah çantasını tutarak tekerlekli sandalyenin yanı sıra koşturuyordu. Açık kahverengi bir pardesüsü, siyah topuksuz ayakkabıları vardı kadının. Hiç konuştuğunu duymadım o ana kadar. Hep beraber acil odasına kadar son sürat girdik. Yaşlı kadın adamın elini tutmaya devam ederken bizler de acil yatağına yatırdık hemen. Zaten orda hazır bekleyen doktor, daha yaşlı adamı yatırırken nabzına bakıyordu. Ardından nefesini kontrol edip hızlıca müdahale etmeye başladı. Hemşire ilaç dolabından çıkardığı serum gibi bir şeyi koluna takıyordu. Taksi şöförü nefesi yettiği kadarıyla; - Doktor bey! Amca evde fenalaşmış. Teyze arayınca hemen arabaya atıp getirdik. Evden çıkartırken daha bi kendiydeydi şimdiki gibi değildi, diye işe yarayacağına inandığı açıklamalar yaptı. Sonra doktor yaşlı kadına dönerek; - Amca daha önce kriz geçirdi mi tezye? Diye sakince sordu. O ana kadar sesini duyurmadan kocasının yüzüne bakanıp yanağındaki damlaları saklayan yaşlı kadın. Yine başını çevirmeden cevapladı. -Yoo doktor bey oğlum. Bişeycikleri yoktu amcanın... dedi. -Tamam... Nabız çok düşük! Bir tansiyona bakalım, dedi. Hemşireye çarçabuk bir kaç ilaç ismi söyledi. - Yaşı kaç amcanın teyze? Diyerek bilgi almayı sürdürdü doktor. Soğukkanlılığını zorla korumaya çalışan insanlarda görülen endişeli hal gözlerden kaçmıyordu. Sesindeki korku ve heyecan artmıştı teyzenin. Yutkunarak, -77 diyebildi. Biz olanı biteni, kapısı olmayan acil girişinden izliyorduk. Şöför arabayı uygun bir yere çekmeye giderken hemşire de doktorun söylediği ilaçları az önce bağladığı seruma çevik hareketlerle ustaca şiringa ediyordu. Sessiz geceye koşuşturmaca hakim olmuştu acil serviste. Bu sırada başka bir hemşire girdi odaya. Kahverengi ciltli büyük bir defter açıp bişeyler yazmaya koyuldu. Yaşlı kadına; hastanın adı, soyadı, yaşı, baba adı, doğum yeri gibi birçok soru sordu. Yaşlı kadın tek tek, tane tane sorulduğu kadarına cevap veriyor ama yanıbaşına çömeldiği kocasının elini hiç bırakmıyordu. Yaşlı adam öylece hareketsiz yatıyordu. Masadaki hemşirenin –Amcanın karnesi var mı teyze? sorusuyla irkildi yaşlı kadın. - Kızım karnemiz var ama telaşla çıktık evde kaldı, dedi. Kocasının elini bırakıp masaya doğru yöneldi. - Tamam, dedi hemşire birkaç saniye hiç konuşmadan yazdıklarını okudu. -Ama bize o lazım şimdi sen karneyi bize getir, biz amcaya bakarız sen merak etme iyi olacak amca!.. derken servisin diğer yanındaki koşuşturmaca hala sürüyordu. Bir o tarafa baktı bir de masadaki deftere yaşlı kadın. Arada kalmış gibiydi. “Ama nasıl olacak öyle...”, diye belli belirsiz mırıldandı. Biraz sonra da - İyi o zaman biz Ali’yle alalım gelelim madem, dedi ürkek sesiyle. Arkadaşımla birbirimize baktık bir an. Şimdi istenecek şey mi bu?, diye söylendiğini duyar gibi oldum. Bu son istek gerçekten de can sıkıcıydı. Yine de arkadaşım: -Dur sen teyze Ali sizin şöför arkadaştı değil mi? Ben onu bulayım da siz bir koşu gidip evden alın karnenizi, dedi ve cevap beklemeden hızlıca çıktı dışarıya. Kadın bu tekliften sonra tekrar kocasına doğru yöneldi. O koşuşturmaca içinde doktorun onun sokulmasına izin vermesinin sebebini çok sonraları anlayacaktım. Sessizce ağlıyordu yaşlı kadın. Gözünden düşen damlaları silmek bir yana içini çeke çeke yaklaştı kocasına. Doktorun ve hemşirenin bulunduğu yerin karşısına geçip kocasının sedyeden aşağı sarkmış sağ elini elleriyle kavradı. Önce göğsüne doğru bastırdı. Ardından yüzüne eğildi adamının. Gözlerini, yanaklarını, dudaklarını ayırdetmeden tüm yüzünü tekrar tekrar öperken; çok alçalıp gözyaşıyla doldurduğu sesiyle; -Bey bey! Hakkını helal et bey!.. Hakkını helal et!.. Allah senden razı olsun bey!.. Allah senden razı olsun!.. dediğini duyduk. Bir daha bir daha tüm yüzünü iki elinin arasına alıp doya doya öpüyordu. Dudakları sürekli kıpırdıyordu yaşlı kadının. Belli belirsiz dua ettiğini gördüm. Dualar ederken avuçlarını kocasının yüzüne sürüyordu tekrar tekrar. Kısa bir süre sonra bir doktor ve bir hemşire daha geldi. Acil servisin içi kalabalıklaşmaya başlamıştı. Hemşirelerden biri kadının arkasından yaklaşarak omuzlarını yavaşça kavradı. - Hadi teyze merak etme, sen karneyi al gel. Biz ona bakarız, dedi. Şöför Ali arabasını hazırlamıştı. Arkadaşımla ben kenara açılıp yaşlı kadına yol verdik. Yaşlı kadın kapıdan çıkarken dönüp kalabalığın arasından kocasına bir an daha baktı. Başını öne eğerek bize doğru dondü. İki eliyle, karnına yasladığı küçük çantasını tutarak başını öne eğdi ve yavaşça arabaya yöneldi yaşlı kadın. Bunun bir veda olduğunu o zaman anladım... Yaşlı kadın hastaneden ayrıldıktan sonra da biz acil önünde beklemeye devam ettik. Üç beş dakika sonra, tüm vucudu bembeyaz kocaman bir çarşafla örtülmüş halde acil odasından yaşlı amcayı çıkardılar. Biz tekrar bahçeye döndük. Dedemin elleriyle diktiği ağaçların altında veda etmenin nasıl bir şey olduğunu konuştuk. Şubat / 2007 Çengelköy
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gürcan AVCU, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |