Bir deliyle başederken, yapılacak en mantıklı şey normal rolü yapmak. -Herman Hesse |
|
||||||||||
|
Basma kumaştan yapılmış perdenin örtemediği pencereden içeri giren ışıkla kendine geldi. Gözlerini zar zor açabildi. Tek kişilik, yatak niyetine kullanılan yaylı divandan doğruldu, ayaklarını aşağı sarkıtarak oturdu. Gözlerini ovuşturuken ayakları da çıplak zeminde terlik arıyordu. Buldu eski yadigarları, giydi, tuvalete yöneldi. Küçük bir alaturka tuvaletti bu. Uzun zamandır temizlenmemiş lavabo, onun üstünde duvara asılmış, ancak bir yüzün sığabileceği büyüklükte ayna onu bekliyordu. Dolmuş idrar torbasını boşaltıp rahatladı. Aynadaki aksine baktı. Üç günlük sakallar, tepesi dökülmüş, yanları ise beyazlamış saçlar, altları mor halkalarla çevrili gözler. Altmış yıldan çok daha fazla yaşamış gibi duran, yaşlanmış bir bezgin bakış. Eğilip yüzünü yıkadı, ağzını çalkaladı. Akşamdan kalınca ağzı kururdu hep. Yatak odasına dönüp ıslanan fanilasını çıkardı, duvarda çiviyle tutturulmuş askıdan az giyilmiş bir gömlek geçirdi üstüne. Pantalonunu divanın altından çıkardı, kırışıklıkları gitsin diye iki gün önce koymuştu oraya. Gerçi ev sahibi Piraye Hanım ütü konusunda yardımcı olacağını söylemişti ama başkalarından medet ummayı yıllar önce bıraktığı için bu teklifi de kulak ardı etmişti. Yavaşça giyindi, salona yöneldi. Küçük bir salondu bu. Ortada kare tahta bir masa, karşılıklı iki iskemle, duvara dayalı eski camlı bir büfe, üstünde en az otuz yıllık olduğu belli olan radyo. Yatak odasındaki perdenin bir eşi de, salonu meraklı gözlere karşı koruyordu. Yer çıplaktı, ne bir halı, ne bir kilim döşenmişti. Cilasız , yer yer kırılmış ahşap parke, mekanı daha bir tozlu gösteriyordu. Büfenin çaprazındaki pencerenin altına hizalanmış divan, sokaktan geleni geçeni seyretmek amacıyla konumlandırılmıştı. Kahvaltı için masanın üzerine bir gazete sayfası yaydı. Mutfak demeye bin şahit isteyen o küçük yerden, sararmaya başlamış bir parça peynir, kuru iki dilim ekmek getirip masaya koydu. Biraz da zeytin bulmuştu kenarda, onu da ekledi sofrasına. Kuru kuruya kahvaltısını ederken gözü kolundaki saatine ilişti. Öğleden sonra ikiyi gösteriyordu. Tüm gece poker oynamış biri için hiç de geç sayılmazdı. Hayattaki tek eğlencesi buydu işte, poker... Ailesini, işini, uğrunda feda etmiş, tek başına, sadece onun için yaşamaya başlamıştı. Gündüzler, geçirilmesi gereken boş saatlerken, geceler hayatını adadığı pokere aitti. Gençken tanışmıştı bu oyunla. Giderek daha çok alışmış, sonunda onsuz olamaz hale gelmişti. Arkadaşı Hüseyin, şimdi rahmetli olmuştu, tanıştırmıştı onu pokerle. Önceleri ayda bir-iki kez bir kaç saatliğine takılıyorlardı. Derken daha sık, daha uzun oynamaya başladılar. Ve işte, bugün olduğu yerdeydi. Pişmanmıydı, hayır. Bu kadar keyifli akşamları ne ailesi verebilmişti ona, ne de işi. Kahvaltısı bitince yerinden kalktı, büfeye gitti. Büfeyi hafifçe çekip duvardan ayrılmasını sağladı. Eğilip aralığa elini uzattı, ufak bir paketi yakalayıp doğruldu. Büfeyi yerine itip mutfağa geçti. Küçük paketi açtı, içinden çıkan ince tabakayı bir parça aliminyum folyoya sardı. Ocağı yakıp folyo paketini ateşe tuttu bir maşayla. İki-üç dakika sonra ateşi kapayıp folyo paketçiğini yere attı. Terliğinin topuğuyla kuvvetlice ezdi. İşlem tamamdı. Masaya dönüp tütününü ve sigara kağıtlarını çıkardı. Paketin içindeki yeşil tozu, sarmak üzere olduğu sigaraya kattı. Biraz sonra divana uzanmış, tüttürüyordu dolu sigarasını. ‘İçkiyle beraber sakın ha içme’ diye uyarmıştı Hüseyin. ‘Esrar’ demişti, ‘sevmez alkolu’, ‘bitirirler birbirlerini’. Ne çok şey öğrenmişti Hüseyin’den, hey gidi koca Hüseyin. Ölümü ani olmuştu. Dayanamamıştı yaşlı bedeni tartaklanmaya. Ufak bir borcu kalmıştı kumarhaneye. Fedailer gözünü korkutmak istemişlerdi. Ama ellerinde kalmıştı Hüseyin daha ilk tokatta. Sigarasından bir nefes daha çekti, şimdi de sıra kendisindeydi. On günü vardı. Ya bulacaktı parayı, ya da ... ‘Atın ölümü arpadan’ deyip ciğerlerindeki dumanı havaya savurdu. Çok geçmeden çalınan kapıyla irkildi. Sigarasını masadaki küllüğe bırakıp kapıyı açtı. Tahmin ettiği gibi Piraye Hanım’dı gelen. Elinde, üstünde dumanları tüten bir tabak, yüzünde samimi ama utangaç bir gülüş, kapıdaydı. - Umarım rahatsız etmiyorum Hayrettin Bey. Çorba yapmıştım, tavuk suyuna. Vakit de öğlen, daha yemediyseniz... Zoraki bir gülümsemeyle uzanıp aldı tabağı. Piraye Hanım konuşmaya devam ediyordu, ama artık anlaşılmaz olmuştu. Bir an önce kapıyı kapatmak istedi, çünkü esrarın etkisiyle her şey ağır çekime dönüşmeye başlamıştı. Kelimeler havada asılı kalıyordu, Piraye Hanım ise ağzından kelime çıkaran bir volkana dönüşmüştü. Zar zor teşekkür edip kapattı kapıyı. Divana attı kendini. Hala Piraye Hanım vardı gözlerinin önünde. Tüm apartmanın sahibi, dul Piraye Hanım... Yaklaşık altı ay önce, daireyi kiralamak istediğinde tanışmıştı onunla. Elli-ellibeş yaşlarında, ufak – tefek, neşeli bir kadın. Kocasını on yıl önce trafik kazasında kaybetmiş, çocuksuz, yalnız bir kadın. Hakkında tüm bildiği bu kadardı. Bir de kadının kendisine olan özel ilgisi. Sürekli yemek getirmeler, her karşılaşmalarında atılan utangaç bakışlar. Düşünmeye başladı, belki de bu kadın onun çıkışı olabilirdi. Tek yapması gereken biraz güven uyandırmaktı. Her ayın başı, tüm apartman sakinleri , kiralarını Piraye Hanım’a teslim ederlerdi elden. O da, biriktirip, kimbilir ne zaman bankaya giderdi. Bazen iki-üç ay gitmediği olurdu. Çok konuştuğu için, her karşılaşmalarında anlatırdı bu detayları kadın. Fazla da karşılaşmazlardı ya, neyse... Gecenin karanlığı ortama hükmettiğinde uyandı gündüz düşlerinden. Saatine baktı, gitme vakti yaklaşmıştı. Kalkıp giyindi. Bir tek bu zamanlar keyifle hazırlanırdı. Sabaha kadar sürecek eğlencenin, heyecanın hazzını duymaya başladı. Kapıyı yavaşça kapayıp çıktı evden. Apartmandan uzaklaştığında binanın tüm ışıkları sönmüştü. Piraye Hanım kimbilir kaçıncı uykusundaydı... * * * Sabaha karşı yatmasına rağmen erkenden uyandı. Çabucak kalkıp giyindi, traş oldu. Bugün, kurtuluş planının ilk günüydü. Sonu Hüseyin gibi olmayacaktı. Daha oynayayacağı yüzlerce heyecanlı el vardı, kimse onu bundan uzaklaştıramazdı, en azından şimdilik. Özenle giyinip evden çıktı, çarşıya uğrayıp alış-veriş yapması gerekiyordu. Cebindeki son paraya baktı, eli kötüydü belki ama, karşıdaki blöfü yutacak kadar saftı. Bu el onundu. ‘Rest’dedi kendi kendine... * * * Piraye Hanım’ın kapısını çaldığında, elinde kuruyemiş dolu bir tabak vardı. Kadının dün getirdiği çorba tabağı. Güzel bir jestle başlamalıydı oyun. Bu tabak , ortaya konan ilk paraydı. Kadın kapıyı açınca, şaşkınlık dolu gözlerle baktı ona. Hayret ve sevinç okunuyordu yüzünden. Heyecanla tabağını geri alıp teşekkür etti. Zahmete değmeyeceğinden falan bahsetti önce , sonra da içeri davet etti onu, bir kahve almaz mıydı acaba? Memnuniyetle kabul edildi teklif. Oyun başlamıştı... * * * Piraye Hanım, kahvelerini içerken hiç susmadan konuştu. Rahmetli eşinden, kiracılarından, apartmanın sorunlarından, konusu hiç bitmiyordu maşallah. Bir yandan dinler gibi yapıp diğer yandan gözleriyle evi kolaçan ediyordu. Acaba parayı nereye koyardı bu kadın? Salon büyüktü. Bu ev kendi kaldığı delikten en az iki kat büyüktü. Üstelik bakımlıydı. Duvarlar yeni boyanmış, parkeler cilalı. Eşyalar eskiydi tabi ama sahibi de eskiydi zaten. Kadın, boş fincanları mutfağa götürdüğünde, yerinden kalkıp salonu dolaşmaya başladı. Parayı saklayacak bir düzenek yok gibi duruyordu. Kadın döndüğünde yerine oturmuştu bile. Bir süre daha dinlermiş gibi yapıp, izin istedi. Yapacak bir sürü işi vardı ne de olsa. Kadın bu ziyaretten ne kadar hoşnut olduğunu belli etmek istercesine kapı önü sohbetini uzattı. Yalnızlığın zorluğundan, tek elin sessizliğinden, bahsetti durdu. Kapı sonunda kapandığında adam derin bir oh çekti. Rahmetli eşe büyük bir saygı duydu, ne de olsa Allah kurtarmıştı adamı. Evine dönüp üç gün sonrası için ayrıntılı bir plan yaptı. Tüm kiraların Piraye Hanım’a ulaştığı o büyük gün. Herşey hazırdı, tek yapması gereken beklemekti. Zaten o da fazla uzun sürmeyecekti. * * * Sonraki iki gün, karşılıklı ziyaretler devam etti. Piraye Hanım hiç zaman harcamadan, olayı soğutmadan samimiyeti arttırmanın peşindeydi. Ne de olsa kaybedecek fazla zamanı yoktu. Sonunda beklenen davet geldi, Piraye Hanım bir sonraki akşam, evine yemeğe çağırdı onu. Bu da kadının ortaya sürdüğü karşılıktı farkında olmaksızın. Oyun giderek heyecanlı hale gelmiş, orta yükselmiş, adamın son hamlesini bekler olmuştu. Teklif kabul edildi, iki taraf da davete hazırlanmaya başladı. * * * Elinde bir demet çiçekle kapıyı çalarken ne de masum görünüyordu. Eve girdiğinde, çiçekler en güzel vazoya yerleşmiş, masadaki yerini almıştı bile. Sofra mükemmel hazırlanmış mezelerle doluydu. Rakı soğuktu, hatta Piraye Hanım udunu bile çıkarıp koltuğun üstüne koymuştu. Gecenin keyifli olması için elinden geleni yapmıştı kadıncağız. Kendisine gösterilen yere oturdu hafif rahatsız. Baş köşeydi burası, muhtemelen rahmetlinin eski yeri. Cebindeki bıçağı rahmetli görüyor muydu yukarıdan? Bir süre havadan sudan sohbet ettiler. Sonra sofraya geçildi. Herşey gerçekten özenle hazırlanmıştı, çok da lezzetliydi. Uzun zamandır böyle bir ziyafet çekmemişti kendine. Piraye Hanım udunu eline almış, konsere başlamıştı. Cebindeki bıçak rahatsız etmese, kendisini kapıp koyverecekti neredeyse. Bir ara kadın mutfağa gittiğinde kalktı yerinden. Son hamlenin vakti gelmişti . Biraz başı dönüyordu, rakıdan mı adrenalinden mi, anlamadı. Kadının ardından gitti. Yavaşça arkasından yaklaşıp boğazını sağ koluyla kıskıvrak yakaladı. Kadın daha gık diyemeden sol eliyle bıçağını çıkarıp kurbanının yüzüne yaklaştırdı. Bıçağı gören Piraye Hanım’ın eli ayağı kesilmiş, ağlayarak yalvarmaya başlamıştı. İstediği paraysa, sakladığı yeri gösterecekti, yeterki kendisini öldürmesin. Kadını, tarif ettiği odaya doğru sürükledi. Parayı ortaya çıkarması için serbest bıraktı. Piraye Hanım elleri titreyerek giysi dolabına gitti, içinden kilitli bir kutu çıkardı. Zar zor açtı. İçindeki para düşündüğünün en az üç katıydı. Uzanıp paraları aceleyle cebine doldurdu. Kadın, hayalkırıklığı içinde ona bakıyordu. Bu hamle tamamdı şimdilik, ama kadını canlı bırakamazdı. Yarın polis kapısına dayanırdı. Çaresizce iç geçirdi, kadına doğru ilerledi, bıçak havaya kalktığında son gördüğü şey, Piraye Hanımı’ın korku dolu gözleriydi... * * * -Daldınız Hayrettin Bey, hayırdır, bir şey mi geldi aklınıza? Piraye Hanımı’ın sesiyle birden kendine geldi. Halen sofrada oturuyorlar, Piraye Hanım ise udunu çalmayı bırakmış sevecenlikle ona bakıyordu. Aceleyle elini cebine attı. Bıçak orada sakince sırasını bekliyordu. Gülümseyip izinle sofradan kalktı, tuvalete doğru gitti. İçeriye girince kapıyı kilitleyip bıçağı cebinden çıkardı. Tuvalet penceresini açıp bıçağı dışarı fırlattı. Üstünden ağır bir yük kalkmıştı şimdi. Lavaboya eğilip musluğu açarken , gözü aynadaki görüntüsüne takıldı. ‘Hey koca Hüseyin, sıkılmışındır orda sen.’ Dedi kendini seyrederken. ‘ Merak etme on gün sonra yanındayım. Beceremedim bu son oyunu çünkü. Masa kazandı. Bu arada Piraye Hanımın rahmetli eşine söyle, dertlenmesin. Daha rahatı bozulmayacak yukarda uzun süre. Keyfini çıkarsın.’ Salona geçtiğinde tüm içtenliğiyle kadının çaldığı parçaya eşlik etmeye başladı. Ne de olsa artık oyun bitmişti...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © zumrut sarikartal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |