Bir İtalyan atasözü derki; "Duymak istemeyen kadar kötü sağır yoktur." Gerçektende bu tarz insanlar sağır mıdır? Hiç bu konuyu düşünmüş müydünüz? Pek çoğunuzun düşünmediğinden eminim. Aslında bende bu sözü duyana kadar pek düşünmemiştim. Düşündükçe fark ettim de ben tam bir sağırmışım. Bunu da düşündükçe fark ettim ki insanların çoğu sağırmış. Çoğu insanın duymaktan korktuklarını fark ettim. İyi kandırmacıların kötüden daha çok tercih edildiğini keşfettim. Gelecekteki hep iyileri umut ederek yaşadığımızı, kötü olasılıkları hiç hesaba katmak istemeyişimizi, insanların değişeceğini kabul etmeksizin bağlanmalarımızı ve hiç ölmeyecek gibi yaşamak istediğimizi düşündüğümüzü gördüm. İlla kandırılmak, avutulmak, yalanda olsa iltifatlarla yaşamak istediğimizi, boşların peşinde doluya gider gibi koştuğumuzu fark ettim. Bana hele defalarca şöyle bir şey olmuştur; bir olayı yaşarım ve günler sonra, gerçek olay başıma dank eder. İçindeki gerçeği günler, bazen aylar, bazen de yıllar sonra fark ederim. Bu o zaman kafamın basmadığından mıdır yoksa duymak, anlamak istemediğimden midir dersiniz? Genelde sevdiklerimize, ailemize, arkadaşlarımıza karşı tam bir sağır oluruz. Her şeyi iyiye yorar gerçeği duymamak için direniriz. Hele ki aşkta kulaklarımızda sanki bir tıkaç vardır ve o tıkacı çekmek isteyenlere karşı ise bir savunma mekanizmamız bulunur. Hani derler ya aşkın gözü kördür diye, bence hem kör hem sağırdır. Hiçbir kötü sözü duymak istemez, gerçeklerden kaçar ve söylenecek her iyi söz için yanıp tutuşuruz. Sürekli yaptığımız hatalar için övgü bekleriz, yıllarımıza mal olacak olsa bile. Bile bile hata işlemek için çırpınırız. Tam bir sağır ve kör yaşamak için. Duymadıklarımızdan, görmediklerimizden değil, duyacak ve göreceklerimizden korkarız. İnsanoğlu neden eleştirilmekten, akıl almaktan nefret eder, iltifatlardan mest olur dersiniz? İyiye inanmak istediklerinden değil mi? Bu beklide insanı kolay yoldan en mutlu edecek yoldur. Esasında insanın doğasında güzel şeylerin ardından acı çekme isteği dahi vardır. Bazen acı çekmek bile insana mutluluk verir. Kandırıldığını arkadaşlarına anlatmak, başına gelenlerden dolayı başkalarını suçlamak gibi içgüdüsel istekleri de vardır. Bir türlü kendimize haykıramayız "yaşadıklarımdan sadece ben mesulüm" diye. Kaçımız hatalarımızı kendimize mal ederiz ki? Bunu kabullenmek kendi suçunu fark etmek hissetmek ne kadar acıdır düşünsenize? En zor şey kendini bağışlayabilmektir diye düşünmüşümdür hep. En büyük seri katillere bile sorduğunuzda asla suçlu kendilerini bulmazlar, her zaman suçlayacak birini bulurlar ve yaptıklarının sebeplerini anlatırlar. Suç ve Ceza' da ki gibi. Kaçımız iyi bir meslek edinemeyişinden dolayı ailesinde suçu bulmuyor ki? Ya mutsuz evliliğin suçunu kendine mal eden kaç kişi var ki? İşindeki tatminsizliğin sebebini patronunda yada iş arkadaşında aramayanımız kaç kişi dersiniz? Bütün bunların tek sebebi anlara bağlı kandırmacaları yaşamak kısada olsa farklı biri gibi hissetmektir. Duymamak kısa mutlulukların tek yoludur. Ama şuna inanın ki en berrak ve huzurlu hayatı duyabildiklerinizle elde edersiniz. Cesaret sadece duyduklarınızda gizlidir, yeteri kadar cesursanız kulaklarınızı ve gözlerinizi açın şeffaf bir dünyaya kendinizi bırakın. Siz istedikten sonra duyamayacağınız ve göremeyeceğiniz hiçbir şey yoktur. Kandırılmak istenen bir şeydir. Kim olursa olsun gerçeğin peşinde olun. Kabullenmek için uzun zaman gerek, sağır olmakla geçireceğiniz vakit içerisinde kötü olayları kabullenmekle uğraşın. En önemlisi kendinizi kandırmaktan vazgeçin.