Her gün yeniden doğmalı. -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
İlk başlarda olan biteni kavramakta, yaşadıklarıma bir anlam vermekte çok zorlandım. Daha önce hiç bu kadar hızlı, hesapsızca bir ilişki içine düşmemiştim. Duygularımı ve kendimi anlamakta, davranışlarımı ölçmekte, kendimi kontrol etmekte yetersiz kalıyordum. Sanki elbiselerimi bile çıkarmaya zaman bulamadan iskeleden soğuk bir kış günü denize atlamıştım. Atlamaktan çok birisi tarafından suya itildiğim duygusuyla boğuşuyordum. İçimdeki ses saçma sapan, yeri, yönü belirsiz bir geceye bodoslamadan daldığımı, çok geç olmadan, iyice batmadan arkama bile bakmadan uzaklara kaçıp gitmem gerektiğini söylüyordu. O gecenin üzerinden tam olarak bir hafta bile geçmeden sen artık her şeye ikimiz adına kendin karar veriyordun. Akşam yemeğinin kimlerle, nerede yenileceği, ne kadar kalınacağı, yemekte ne yenileceği, ertesi gün saat kaçta, hangi plajda denize gireceğimiz benim haberim olmadan planlanmış oluyordu. Bana sadece ses çıkarmadan uymak kalıyordu. İtirazsız, her karara evet deyişimin adı efendilik sayılıyor ve takdir ediliyordum. Oysa ben denizden çıkıp atkestanesinin gölgesindeki o kocaman masada saatlerce okey oynamaktan, masa kapmak için saatlerce kocaman bahçeyi kolaçan etmekten hiç hoşlanmıyordum. KİMENE ve ÇİPA BAR’da tek bir biraya aptalca fahiş bir meblağa ödeyip saatlerce dans edenleri izlemekten de hiç keyif almıyordum. Oysa sen benim limanın ucunda şarap şişesi elimde oturup, denizin üzerinde oynaşan ışıklara dalıp gitmeyi, arkadaşlarımla daldan dala atlayan sohbetleri sevdiğimi bilirdin. Bir kez bile bana katılmadın. Sonra da edepsizce bir tavırla beni sıkıcı ve eğlence özürlü olmakla suçladın. KİMENE BAR’da gecenin bilmem kaçında o biçim bir oğlan çıkıyormuş, hem çalıyor hem de göbek atıyormuş, aman aman çok eğlenceliymiş. Göbek atıp, klavye çalan o biçim bir oğlanı senin gibi çok eğlenceli bulmaya mecbur muyum? Atılan göbeklerin sanki TSEK damgası var. Herkes için aynı derece eğlendirici olacağı ta başından garantili… Bunca zaman sonra bütün ayrıntıları tek tek sayıp dökmenin kimseye bir yararı yok. Daha ilişkinin başında aklıma yatmayan, sonra beni kırıp dökecek bir şeyler yaşanacağını seziyordum. Sen yaşadıklarımı hazmedemedim, sana ayak uyduramadım, hevesim kursağımda kaldı sanıyorsun. Bu düşünceni kendine yüklediğin özel anlamlarla besliyorsun. Dilediğin kadar kendini büyük ikramiye, bulunmaz Hint Kumaşı, eşsiz güzellikteki Zümrüdü Anka kuşu gibi görebilirsin. Şimdi elbette seni kaybettiğim için sabahtan akşama kadar salya sümük ağlamalıyım. Öyle bile olsa yani ağlıyor, kederimden üstümü başımı paralıyor olsam sen nasıl mutlu olabilirsin? Başkalarının mutsuzluğuna neden olan insanlar normalde suçluluk duymazlar mı? Üzdükleri, incitip kırdıkları insanların varlığından haberdar olmaları onları da mutsuz etmez mi? Üzgünüm, seni hiç anlamıyorum. Yaşanan her ilişkide paylaşılan ekmekten suya, birlikte geçirilen her dakikanın kadrini-kıymetini yaratan, hatırı sayılacak on binlerce aydınlık bakış, sımsıcak gülüş, içten ve dipdiri sarılmalar saklıdır. Anılar üzerlerindeki son kullanma tarihi geçmiş teneke konserve kutuları gibi çöpe atılamazlar. Onları cami avlusuna başkalarının merhametine de terk edip gidemeyiz. Belleğimizin en ışıksız yerinde ömrümüzün sonuna kadar yeniden canlanacakları günü sabırla beklerler. Küçükken oturduğumuz kasabanın bize en uzak mahallesinden sınıf arkadaşım Hamdullah, bana çok sevimli bir köpek yavrusu getirmişti. Büyüyünce av köpeği olacakmış. Şimdi tam olarak anımsamıyorum ama cinsi için ağzında Kupay gibi bir sözcük gevelemişti. Av köpeklerinin kuşçu olanlarındanmış. Okulun bahçesinde arkadaşlarıma büyük bir hevesle yavru köpeğimi anlatmaya başlayınca bana güldüklerini gördüm. Meğer sevimli köpeğimle arkadaşlarımın neredeyse hepsi benden daha önce tanışmışlar. Hatta birkaç gün ile bir hafta gibi değişen sürelerde onların bahçelerine, evlerine de konuk olmuş. Arkadaşlarımın anneleri ve babaları sevimli misafiri evde görmek istemedikleri için yaygarayı basınca hayvan alındığı sokağa yine geri götürülüp bırakılmış. Ben arkadaşlarımdan daha şanslıydım. Eve getirdiğim ilk akşam büyükler önce biraz mızmızlandılar. Onlara içine gözyaşı katılmış, duygu sömürüsü dozu yüksek, inatçı ve ikna edici kararlılığımı sergileyince fazla direnmeden razı oldular. Evin içine hiç girmeyeceği, sadece bahçede besleneceği konusunda da anlaştık. Köpek yavrusu çok sevimli olduğu için birkaç kez diğer çocuklar tarafından çalındı. Kasabamızda fazla büyük bir yer olmadığı ve herkes birbirini tanıdığı için her seferinde kısa süre sonra bulunup geri getiriliyordu. Hatta çalındıktan sonra iki kez birkaç gün sonra kendiliğinden geri getirilip bırakılmıştı. Zamanla köpek çalınmaya, biz de onun ortadan kaybolmasına alışmaya başlamıştık. Seyfullah ÇALIŞKAN Mayıs 2005
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |