Bir insan bir kaplanı öldürmek istediğinde buna spor diyor, kaplan onu öldürmek istediğinde buna vahşet diyor. -Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Tapınaktan esen rüzgârla o an burnumuza Afrodit’in kokusu geliyordu. Açık alan, düz taşlarla döşenmeyip, verimsiz bir zemin haline getirilmişti. Buna karşın, Afrodit Tapınağı’na yaraşır biçimde her yer, yaygın ve gür tepeleriyle bizi çevreleyen mekân üzerinde bütün bir çatı oluşturan yetişmiş meyve ağaçlarıyla doluydu. Şurada, Hanımefendisi’nin yakınında bolca yetişen mersin ağacından biri, muazzam bir endamla meyveye durmuş, aynı şekilde diğer tüm ağaçlar güzel bir görüntü oluşturuyorlar. Yaşlarına rağmen asla yapraksız değildiler: Güç ve özle dolup taşarak taze sürgünler vermişlerdi. Bu ağaçlar, kendi güzelliklerinden başka meyve taşımayan diğer ağaçlarla karışmıştı. Göklere yükselen serviler ve çınarların yanında, bir zamanlar Afrodit’ten çekinen, ama şimdi onun tarafını tutan defne duruyordu. Her ağaç, sarmaşıkların sevgi dolu kolları arasındaydı. Uzun dalları olan asmada, salkım salkım üzümler asılıydı. Afrodit bilindiği gibi Diyonisos’la birlikte daha sevindiricidir. Birlikte zevk verirler, ama ayrı düşerlerse neşe o kadar büyük olmaz. Gölgeler saçan ağaçlar altında, neşeyle kafa çekmek isteyenler için, şirin kulübeler vardı. Oralara gelen şehirli asil insanların sayısı azdı, ancak alt tabakadan gelip, gerçek eğlenceleriyle Afrodit’i yücelten insanların sayısı o ölçüde fazlaydı. Ağaçların verdiği zevke doyduktan sonra, şapele girdik. Ortada Tanrıçanın heykeli durmaktaydı; Paros mermerinden muazzam bir sanat eseri, görkemli bir şekilde, hafif aralanmış dudaklarıyla hafifçe gülümsüyor. Tüm güzelliği görülüyor, sadece bir eli, fark ettirmeden mahrem yerini kapatıyor. Ustanın sanatı, mermerin haşin ve sert tabiatını uzuvların biçimine boyun eğdirmeyi başarmıştı. Charikles deli gibi; “Afrodit’in bağladığı Ares, kesinlikle tüm tanrıların en mutlusuydu” diye bağırdı, aynı anda heykele doğru koştu ve uzanabildiği kadar boynuna sarılarak, ıslak dudaklarla öptü. Kallikraditas ise hiç bir şey söylemedi, orada öyle duruyor ve suskun ve hayranlıkla heykeli seyrediyordu. Tanrıçayı bedeninin hiç bir bölümünden mahrum kalmamak için arkadan da tam olarak görmek isteyen birileri olabilir diye, şapelin hem önden hem de arkadan kapısı vardı. Diğer kapıdan girilerek arka tarafın güzelliği hiç sorunsuz izlenebilirdi. Tanrıçanın güzelliğini bütünüyle görmek üzere anlaştık ve bunun için dolaşıp, anahtarı muhafaza eden kadının açtığı kapıdan girmek üzere tapınağın ardına gittik. Güzelliği görünce ani bir şaşkınlığa düştük. Heykeli gördüğünde hiç bir şey söylemeyen Atinalı adam (Kallikratidas), Tanrıça'yı arkadan izleyince, Charikles’in önceden yaptığından çok daha delice bağırdı: Ah, Herakles, sırtı ne kadar güzel biçimlenmiş! Beli yuvarlacık, tam sarılmak için! Kalçasının kıvrımları ne kadar muazzam, adaleler ne kemikleri gösterecek denli zayıf, ne de şişkin veya abartılı dolgunlukta! Kalçanın sağında ve solunda oluşan gamzeler izleyene anlatılmaz bir tatlılıkla gülümsüyor. Kalçalar ve baldırlar ayağa kadar dosdoğru uzanmakla tam bir uyum içindeler.”… Kallikratidas kendinden geçmiş bağırırken, o büyük şaşkınlık Charikles’i nerdeyse hareketsiz bırakmış ve gözleri duygulanmaktan yine yaşarmıştı. Hayranlıktan doyuma ulaştıktan sonra, uylukta, bir elbisedeki kir lekesi gibi duran bir leke farkettik. Lekenin çirkinliği pırıl pırıl tertemiz olan mermerin üzerinde daha belirgin görünüyordu. Olası bir tahmin üzere, mermerdeki doğal bir hataymış diye düşünüyordum. Cansız varlıklar da bazen bir şeyden muzdarip olabilir ve tesadüf onların tam kusursuz bir güzelliğe ulaşmasını engeller. Mermerde doğal, siyah bir leke olduğunu düşünürken, lekeyi göze en az batan yere getirdiği için Praksiteles’e hayranlığım artıyordu. Yanımda duran tapınak bekçisi kadın ise bunun üzerine bize hiç duymadığımız şaşılacak bir öykü anlattı. “Tanınmış ailelerden gelen, adı yaptığı ayıp işten sonra unutulup giden genç bir adam, bir zamanlar sık sık tapınağa geliyormuş”, dedi, “olmayacak biçimde Tanrıçaya aşık olmuş. Bütün gününü şapelin içinde geçiriyormuş. Başlangıçta abartılı bir Tanrı korkusunun buna sebep olduğu düşünülmüş: sabah erkenden, gün doğumundan önce şapeli ziyaret etmek için kalkıyor, ancak güneş battıktan sonra istemeye istemeye eve dönüyormuş; bütün gün Tanrıçanın karşısında oturuyor, aralıksız durmadan ona bakıyormuş. Sadece ağzından anlaşılmaz mırıldanmalar ve gizli aşk yakınmaları duyuluyormuş. Isdırabından birazcık teselli bulmak istediğinde, Tanrıçaya bir dilekte bulunduktan sonra, masanın üstüne dört Libya ceylanı kemiği atıp falına bakıyormuş. Fal iyi çıkarsa, hele kemikler Tanrıça’nın adını gösterecek biçimde (tüm kemikler değişik bir konum alırsa), o zaman Tanrıça'nın ayağına kapanıyor ve dileklerinin gerçekleşeceğine inanıyormuş. Fakat, bazan olduğu gibi, kemikler uygunsuz yerleşip, kötü bir fal çıkınca, o zaman da tüm Knidos’a lanet okuyor, sanki onulmaz bir uğursuzluğa uğramış gibi yıkılıyormuş; arkasından kemikleri yine topluyor, yeni bir fal atışıyla bu uğursuzluğu bertaraf etmek istiyormuş. Isdırabı arttığında ise duvarlara yazılar kazıyor ve yumuşak ağaç kabuklarını “Güzel Afrodit” yazısıyla süslüyormuş. Zeus gibi o da Praksiteles’i övüyor, göklere çıkarıyormuş. Nihayet gittikçe artan şiddetli aşk ısdırabı aklını başından tamamen almış ve arzusunu tatmin etmek için o olmadık işe başvurmuş. Güneş batmaya dururken, orada bulunan kimsenin görmediği bir anda, gizlice kapının arkasına süzülmüş ve dikkat çekmeksizin, nefes bile almaksızın, sessizce içerde kalmış. Zakorlar (tapınak bekçileri) her zamanki gibi kapıyı dışardan kapatınca da, bu yeni Anchises, şapelin içinde kapalı kalmış. Şu gevezelikle, Size bu ayıp gecesinde gerçekleşen terbiyesizliği etraflıca anlatmama gerek yok. İhtiraslı sarılmaların izi, gün ağardığında orada kalmış ve Tanrıçaya bu suiistimalin lekesi bulaşmış. Anlatıldığına göre, genç adam iz bırakmadan ortadan kaybolmuş. Kayalardan aşağı mı yuvarlandı, yoksa denizin dalgalarına mı karıştı, kimse bilmiyor”… Çev. Ali Osman Öztürk
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Osman Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |