İnsan melek olsaydı dünya cennet olurdu. -Tevfik Fikret |
|
||||||||||
|
I.BÖLÜM Ankara’nın sert kışlarından biriydi...Heryer buz tutmuştu...Çatıkatında yaşayan çiftin ilk çocuğu doğmak üzereydi...Baba, üniversitede okuyordu...Çetrefilli yıllardı...Türkiye, iç ve dış düşmanların teşvikiyle, boşlukta yürüyen gençlerinin çıkardığı karmaşanın sersemliğini yaşıyordu...Okumak çok zordu...Hele Anadolu’dan gelen gençler için daha zor...Tarafsız kalmak en iyi seçimdi o yıllarda... Dersten yeni çıkmıştı Cemil...Hanımının ördüğü atkı boynunda asılıydı...Uzun gelen ucunu sol tarafa atmıştı gayri ihtiyari...Kafası karmakarışıktı...İlk çocuğu doğmak üzereydi....Parasızdı...Kayınpederi yardımcı oluyordu ama bu öyle gururuna dokunuyordu ki...Çok gururlu, genç bir adamdı Cemil...Okul sezonunda ,yazın ticaret yaparak biriktirdiği paraları harcıyordu...O yaz fazla kazanamamıştı ve ailesinden gelen yardım da , babasının işlerinin iyi olmamasından dolayı kesilmişti...Başı önünde düşünceli düşünceli yürürken, önünü birkaç öğrenci kesti...Ülkücülerden oldukları kesindi...Bıyıklarından tanımıştı... Bakışları pek dostça görünmüyordu... “ Sen solcu musun lan?...”diye hırsla sordular... “Hayır, değilim....” diye gözlerinin içine bakarak yanıtladı sorularını... “Ne bu atkı peki?...Sol tarafına atmışsın...Açıkça solculuğunu ilan mı ediyorsun bizim mıntıkamızda?...” “Ben solcu değilim, sizden de değilim...Kimseyi tutmak zorunda da değilim...Çekilin yolumdan, yoksa...” “Yoksa ne olur? Döver misin, öldürür müsün?...” “Arkadaşlar, kavga çıkarmak istemiyorum, sakin sakin evime gidiyorum...Lütfen çekilin yolumdan...” “Ulan sen kendini ne sanıyorsun?...Üç kişiyle başedebilir misin?...Yakarız seni şuracıkta, anan bile ağlayamaz haline...” “Son defa söylüyorum...Rahat bırakın beni...” “Sen bize kafa mı tutuyorsun bodur?...Şimdi görürsün” diyerek başladılar kavgaya... Cemil, fazla uzun boylu değildi ama güçlü yumrukları vardı....Boğa gibi kuvvetliydi...Yumrukları ile üçünü de etkisiz hale getirdi...Biraz geç kalmışlardı ama o sırada polis arabasının sirenini duydu Cemil...Kendisi de kavgadan bitkin düşmüştü...Sendeleyerek bedenini kuytu bir köşeye attı...Polisle uğraşacak vakti yoktu...Gereksiz yere suçlu muamelesi görmek istemiyordu, üstelik nezarette haksız yere bir ton da dayak yemek istemeyecek kadar akıllı bir gençti...Önce saklandı, polis gidince uzaklaştı...Kendisine sataşanları polis götürmüştü...O geceden itibaren tarafsız ve apolitik kalmaya yemin etti.... Bu yemin gelecekte Özal’ın başa geçmesiyle bozulacak gibi olduysa da derhal bu kararından vazgeçip yeminine dönecekti... Eve döndüğünde yorgun ve hırpalanmıştı...Ancak kapıyı kimse açmadı...Acaba?...Evet, karısı doğuma gitmiş olmalıydı...Demek bugün baba olacaktı...Hemen kayınpederinin evine koştu...Koşarken buzda kayıp düşe kalka yol alıyordu...Eve vardığında kayınbiraderi Cebeci Doğumevi’ne gittiklerini söyledi...Bir oğlu olsun istiyordu...Kendisi gibi güçlü ve akıllı... Hastahaneye vardığında eşinin saçlarına kırmızı kurdale takılı olduğunu görünce birden takati kesilir gibi oldu...Ama belli etmemek için çok uğraştı...Bir kızı olmuştu, kucağına verdiklerinde üzüntüsünün yersiz olduğunu anladı...Lacivert gözlü, beyaz tenli saçlarının kakülü beyaz bir bebek...Kız da olsa oğlan da olsa farketmezdi artık...O bir babaydı...Bebek, doğarken ağlamamıştı....Üç gün boyunca da ağlamadı...Normal bir bebek değildi, bakışları herşeyi görüyormuş ve anlıyormuş izlenimi veriyordu...Beyaz tenli olduğundan önce Nilüfer dediler ona...Ama sonra anneannesinin ısrarına dayanamayıp “Orkide” adını koydular... Soğuk, Ankara’nın yakasını bırakmıyordu...Orkide doğmadan on gün önce, Maraş’dan acı bir haber gelmişti...Orkide’nin anneannesi Aylin Hanım, haberi saklamanın daha uygun olacağını düşünüyordu...Cemil’in babası Hüseyin Bey, genç yaşta ani bir kalp kriziyle hayatını kaybetmişti...Tam final sınavları vardı ve Cemil’den bir ay süreyle bu haber saklandı...Acı haberi babasının ölümünden bir ay sonra alan Cemil, bunu kendilerinden saklamalarına çok kızmıştı...Babasının toprağa verilişine bile yetişememişti...Hemen bir otobüs bileti temin edip hanımını ve yirmi günlük bebeğini alarak K.Maraş’a doğru yola çıktı...Yol boyunca ağladılar... Bu haberi hanımından da gizlemişlerdi...Nurcan Hanım, kayınpederini öz babasından çok severdi...Çocukluğundan beri kendisine” gelinim” diye hitapetmiş ve sonunda onu en titiz oğluna gelin yapmıştı...Cemil, okumayı çok istemiş ve babasının tüm engellemelerine rağmen Ankara’da bir üniversiteyi kazanmıştı...Dayısı Ankara’da yaşıyordu...Babası da ikna olmuştu...Akıllı ve kurnaz bir adamdı...Kaynının Ankara’da yetişen kızı Nurcan’ı çok severdi zaten...Şehirde yetişmiş bir kızdı...Masum ve sessizdi...Celalli ve titiz oğlunun kahrını başka hangi kız çekerdi...Hem bu kızı oğluyla evlendirip oğlunu kaybetmemiş olacak, hem de oğlu yurt köşelerinde anarşistlere yem olmayacaktı...Arkadaşlarının oğullarının çoğu okumaya gidip çeşitli sebeplerden bir daha geri dönmemişlerdi memleketlerine...Oğlunu Ankara’daki dayısına emanet ederken söz yüzüklerini de geçirmişti parmaklarına...Üç senelik bir nişanlılık devresinden sonra evlendiler...Onlar sözlenirken büyük vaatler eden babası, Cemil’in ağabeyi Hasan’ı öyle büyük masraflarla evlendirmişti ki, düğün için aldığı borçları ödemekte zorlanıyordu...Evlendikten sonra büyük oğlu Hasan ve hanımı evde huzursuzluk çıkarıp ayrı eve de taşınınca zelzele başlamıştı...Hüseyin Bey, hayırsız oğlu Hasan yüzünden borç batağına saplanmıştı...Cemil’e yaz tatilinde bir otuz ağustos günü sade bir nikah yapıldı...Adetleri olan düğün konvoyu bile tutulmadan sessizce evlendiler...Cemil’in annesi Huriye Hanım, şehirli diye yeğenini pek istemiyordu gelin olarak...O gelip de bana iş mi yapacak diyor, onu istemiyordu...Allah’ın adaleti ki, mahallesinden aldığı kız, evlendi evleneli odasından çıkmıyor, üstüne oğlu Hasan’ı kışkırtıp kendileriyle kavga ettiriyordu...Sui zanda hayrın olmadığını göstermişti Rabbi , beş vakit namazını bir kere bile kaçırmamış olan Huriye Hanım’a...Nurcan gelir gelmez kokusuna alışamadığı bu evi tertemiz yapmaya karar verdi...Huriye Hanım, dokuz çocuk annesiydi...Herşeye yetişemiyordu...Halasına yardıma koşan iyi niyetli Nurcan, herkesin sevgisini kazanmıştı ve o yaz ev ahalisi gerçek gelin olarak Nurcan’ı seçti... Ankara’ya döndüklerinde Cemil’in üçüncü senesiydi okulda...Bitirmesine daha iki yıl vardı...Ve hanımı hamileydi...Babası yardımı kesmişti...İlk çocukları doğsun istemiyordu...Neyle geçineceklerdi?...Hanımı ise çocuğu istiyor, ben kanaat ederim diyordu...Bu arada Cemil’in kızkardeşi Feride nişanlanmıştı...Nurcan’ın ağabeyi Feride’yi seviyordu ama Feride önce ilgilendi sonra kayıtsız kaldı bu sevgiye...Bu nişan haberi Nurcan’ı çok üzdü ve Feride’ye sitem dolu bir mektup yazdı...Ama bu mektup Cemil’in eline geçti...Benden habersiz neler çeviriyorsunuz diyerek Nurcan’ı tekme tokat dövdü...Anne karnındaki üç aylık çocuk bu yüzden düştü...Nurcan ölüm tehlikesi atlatmıştı, Cemil çok pişman oldu .. Aylin Hanım, bu olaydan sonra çok sevdiği damadına itimadını yitirdi...Kızının ve Cemil’in delice sevdalarını görmemiş olsaydı, çekip alırdı kızını ve bir daha göstermezdi yüzünü Cemil’e...Üstelik Cemil’in kızkardeşi Feride ve kendi oğlu İshak yüzünden haksız yere kızını dövmesine çok içerlemişti... Aradan kısa bir süre geçmeden Nurcan tekrar hamile kaldı ve bu olay unutuldu...Cemil de bir daha hamileyken eşine el kaldırmadı...Orkide doğmadan on gün önce dedesi ölmüştü...Halbuki, Hüseyin Bey torununu görmeyi ne kadar istiyordu!... K.Maraş, Ankara’dan daha soğuktu...Minik bir bebek için ve lahusa bir kadın içinse daha soğuk...Gittiklerinde acılar biraz hafiflemiş, yerini kabullenişe bırakmıştı..Cemil’in üzüntüden bir köşeye fırlattığı bebeğinin üstüne amcası oturacakken son anda farketmiş, o güzel yüzü ezilmekten Allah kurtarmıştı...Minik bebek, acılı ailenin maskotu olmuştu adeta...Amcaları kucaklarından indirmiyordu Orkide’yi...Fakat, kız çocuğunu ortalıkta övünerek dolaştıramadıklarından, tanımayanlara “bu bizim Ahmet...Ağabeyimin oğlu” diye gösteriyorlardı...Görenler” Bu çocukta Yusuf güzelliği var, kimseye göstermeyin nazar olur “ diyorlardı...Kış tatilinin bitmesiyle Ankara’ya geri dönüş vakti gelmişti...Cemil babasının mirasını almadı, kendisinden yaşça epey küçük kardeşlerine bıraktı varlıklarını...Toprakları borçların ödenmesi için satıldı, sadece bir dokuma makinası ve evleri kalmıştı...Ağabeyi Hasan’ı kardeşleri ve annesine sahip olması için ikna etti...Yazları geleceğini ve okulu bitirince de yanlarına geleceğini söyleyerek K.Maraş’dan ayrıldı... II.BÖLÜM Aradan bir yıl dokuz gün geçmiş ve Cemil ile Nurcan’ın ikinci çocukları Eray dünyaya gelmişti...Yine bir sömestre tatiliydi ve Cemil satış yapmak için Anadolu yollarına düşmüştü...Fakülte tatil olur olmaz K.Maraş’a gidiyor, kardeşlerinin ve amcalarının ürettiği kumaşları alıp Anadolu şehirlerindeki tüccarlara pazarlıyordu... Gece otobüse binip sabaha kadar yol alıyor, ertesi gün satışını yapıyor ve akşam yine otobüsle bir başka şehre gidiyordu....Otobüs yol alırken uyuyor, böylece şehirlerde kalmadan bir hafta içinde evine dönüyordu... Yine böyle bir satış seyahatindeydi...Oğlu doğmuştu ama bunu Ankara’ya döndüğünde öğrenecekti...Oğlu çok zayıf ve küçüktü...Mide kapakçığında sorun vardı ve ameliyat edilmişti...Çok kısa bir zaman sonra, Nurcan’ın iyi bakımıyla topaç gibi bir bebek olmuştu... Eray kara kaşlı, kara gözlü bir bebekti...Orkide onu çok seviyordu, ikiz gibi büyüdüler... Ertesi sene Cemil fakülteden başarıyla mezun oldu...Nurcan memur olmasını istiyordu, o zamanlar memuriyet gözde bir meslekti...Ama Cemill zengin olmak istiyordu ve bunu serbest ticaret yaparak sağlayacaktı...Yılmadan çalıştı, Anadolu’nun hemen her şehrini gezdi ve çok geçmeden durumları düzelmeye başladı.... İstanbul yolu gözükmüştü Cemil’e...Bu memur şehrinden ticaretin merkezi olan İstanbul’a taşındılar...Sultanhamam’da bir yer kiraladı Cemil...Dürüst, azimli, tuttuğunu koparan, yaman bir genç adamdı...O zamanlar kumaş ticaretini Yahudiler yapıyor, birkaç Türk firmasının dışında üretim yapılmıyordu...İthal kumaş İstanbul piyasasında revaçtaydı... Cemil Yahudi tüccarlardan çok şey öğrendi...Sonra da K.Maraş’da üretilen kumaşları İstanbul’da pazarlamaya başladı...Ayrıca kumaşlarını sattığı fabrikaları ,o zamanlar Türkiye’de üretilmeyen kot kumaşını dokumaya özendirdi...Zekası ve girişimciliği, fabrika sahiplerinin hoşuna gitmişti...Ona müdürlük teklif ettiler...Ama o , bağımlı çalışacak bir adam değildi...Serbest çalışmalı ve kimseyle ortaklık kurmadan kendisi kazanmalıydı... Birkaç yıl sonra Cemil, kendisine ev ve araba alacak kadar iyi duruma gelmişti...Yirmi sekiz yaşında ve zenginliğin başında bir adamdı... Tıpkı bir lokomotif gibi çalıştı...O sıralarda ağabeyi Hasan ve kardeşlerini de anneleriyle beraber İstanbul’a getirtti...Ancak onlara dışarıdan yardım yapmakla beraber ortak olmadı... Kafaca anlaşamıyordu onlarla...Ağabeyi ve kardeşleri ilkokuldan sonra okuyamamışlardı...Bu yüzden Cemil’i kıskanıyor, onun para kazanma başarısını çekemiyorlardı... Cemil tüm bunlara rağmen onları zaman zaman evinde misafir ediyor, ticari tecrübelerini aktarmaya çalışıyordu...Bu arada ortanca kardeşleri Mehmet evlenmişti ve annesi ile diğer kardeşlerinin sorumluluğunu üstlenmişti...Hasan ise öylesine hırslanmıştı ki, ailesinden tamamen kopup kendi dünyasını kurmuştu İstanbul’da...Kardeşi Cemil’in adını kullanarak Sultanhamam piyasasında kendini tanıttı...Ancak hırsı öyle muazzamdı ki, kardeşinin gittiği tüccarları takip ediyor, ardından yanlarına gidip Cemil’in teklifinden daha aşağı bir fiatla işlerini baltalıyordu... Tüm bunlara rağmen, Cemil’in dürüstlüğü, verdiği sözü zamanında yerine getirmesi ve tahsilat sırasındaki efendiliği tüccarların ona güvenmesini sağlıyordu ve Allah, Cemil’e yürü ya kulum dedi... Cemil’in iş ve rahat bir hayat tutkusu onun saatlerce çalışmasına neden oluyordu...Bu arada çocuklarının büyüdüğünü fark etmemişti bile...Eray çok yaramaz bir çocuktu...Orkide onun küçük annesi...Apartmanlarının önündeki çocuk parkında oynarlardı sabahtan akşama kadar... Ablalık yapmak çok zordu Orkide için, çünkü Eray başına hep bela açardı...Bir keresinde kendisinden beş yaş büyük dilsiz bir kızla alay etmiş, onun taklidini yapmış ve kızdırmıştı...O da Eray’ı ve suçsuz da olsa Orkide’yi kovalamaya başlamıştı...Beraberce apartmana girdiler, bir yandan da “anne, kurtar bizi” diye bağırıyorlardı...Eray, asansöre binip kapıyı kapattı ve düğmeye bastı...Orkide dışarıda kalmıştı, merdivenlere doğru kaçtı...Ama kız onu yakaladı ve sıkıştırıp bir güzel dövdü...Eray annesine haber vermişti, yetişmeseydi kız onu daha fazla pataklayacaktı...Orkide’nin kaşı yarılmış, kanıyordu...Kız sakinleşmişti ve dışarı çıktı...Ama Nurcan Hanım bu olaya çok sinirlenmişti...Orkide’den olayın ayrıntılarını duyunca Eray’a ceza vermeye karar verdi...Bir gün boyunca sokağa çıkmayacaktı... Eray, parkı çok seviyordu ve ağlamaya başladı...Nurcan Hanım, Orkide’nin yarasını temizlemek ve bandajlamak için banyoya götürdü kızını...Sokak kapısını kilitlemiş ve anahtarını beline asmıştı...Onlar banyodayken Eray annesinin yatak odasına gidip bütün gazete kağıtlarını kauçuk yatağın altına doldurup kibriti ateşledi...Sonra da banyoya gelip” anne, sana bir sürprizim var” dedi...Dört yaşında bir çocuktu daha...Herşeyi oyun sanıyordu...Annesi odadan gelen koku ve dumana koştu...Kapıyı açtığında alevlerle karşılaştı...”İmdaaaat, yangın var” diye bağırıyordu...Şaşkınlıktan anahtarı nereye koyduğunu bile unutmuştu...Duman tüm evi sarmıştı...Eray ve Orkide’nin ellerinden tutup evin içinde bir o yana bir bu yana koşturuyordu...Dışarıdan komşular kapıyı yumrukluyor,” çıkın dışarı” diye bağırıyorlardı...Nihayet, anahtarı beline astığı aklına geldi ve kendilerini zor dışarı attılar...Komşular içeri girip tüp ve televizyonu dışarı çıkardılar...İtfaiye yetiştiğinde evin yarısı yanmış, kül olmuştu...Ancak, o evden canlı çıktıklarına şükrediyordu Nurcan... Cemil haberi alıp eve geldiğinde, gözlerine inanamadı...Çalışıp sahip olduklarının çoğu yanmıştı, ancak olayın nasıl olduğunu öğrendiğinde Allah’a sevdiklerini koruduğu için şükretti...”Üzülme, yeniden döşeyeceğiz evimizi “dedi, ağlayan Nurcan’a...Ve bir ay sonra evleri eskisinden bile güzel olmuştu...Bu olay, Cemil’in müteahitliğe ilgi duymasını sağladı...Çalıştığı ustabaşlarına sorular soruyor, işin inceliklerini öğrenmeye çalışıyordu... Derken uzun süredir tehir ettiği askerliği gelip çatmıştı...O sıralar paralı askerlik imkanı çıkmıştı...O da bu fırsatı değerlendirip askerlikle ilgili problemini bitirmek istedi....Ancak yüklü parası vardı bankada ve gayrımenkule bağlaması akıllıca olacaktı... Kardeşleri yeni yapılan bir siteden ev alacaklardı, apartman yirmisekiz daireliydi...Cemil’in para konusundaki endişelerini bildiklerinden kendileriyle ortak bir yatırıma ikna ettiler...Apartmanın yarısını kendileri, yarısını Cemil alacaktı...Cemil, adaletli bir dağıtım yapmıştı...Kardeşleri Cemil’i kıskanmakla beraber, onun hesaptaki dürüstlük ve eminliğine inanırlardı, bu yüzden tereddütsüz onun dağıtımına razı oldular... Cemil kendisine ayırdığı yanyana iki daireyi birleştirip çok güzel bir dekorasyonla içine taşındı...Nurcan, kayınvalidesi, beş kaynı ve eltisi, iki görümcesi ve eşleri , kalan dairelerin kiracılarıyla aynı apartmanda oturacaktı artık...Herkes görünüşte çok iyi geçiniyor gibiydi, ancak kıskançlık ve rekabet devam ediyordu... Orkide yeni evlerini çok sevmişti, odasında kocaman bir yatağı, gardrobu, çalışma masası, aynası olan şanslı ve mutlu bir çocuktu...Çalışkan bir öğrenciydi üstelik...Kendisi zor koşullarda okumuş olan Cemil, çocuklarını okutmayı hedef haline getirmişti ve eğitimleri için hiçbir şeyi kısıtlamıyordu...Kısa dönem askerliğini yapıp döndükten sonra yine aynı hızla işlerine döndü...Çocuklar hep annelerinin gözetimindeydi...Cemil, işlerine dalmış, çok nadir görüyordu çocuklarını... Doğu Kültürü ile yoğrulmuş Huriye Hanım, oğlunun bu Batılı adetlere düşkünlüğünü hiç sevmiyordu...Ankara’da okuyan ve Ankara’da yetişmiş Nurcan ile evlenen oğluna için için kızıyordu...Otoriter bir kadındı ve diğer oğullarını ve gelinlerini yönetiyordu...Ancak Cemil’e diş geçiremiyordu...Tüm gelinleri örtülüydü, ama Nurcan’ ı örtünmeye ikna edemiyordu...Çünkü oğlu istemiyordu...Bazen kızıyor, kendisinden uzun yıllar ayrı kalmış oğluna otoritesini kabul ettirmeye çalışıyor, ancak oğlu ters tepki verince yumuşuyor vazgeçmiş görünüyordu...Her iki taraf için de zor bir durumdu...Uzun yıllar ayrı hayatlar yaşadıktan sonra aynı apartmanda yaşamak ve alışkanlıkları paylaşmak zorunda kalmak zordu... Huriye Hanım, torunlarını çok severdi...Dindar bir kadındı ve çocuklarının da torunlarının da dindar olmasını istiyordu...Fırsat buldukça mevlit okutur, evini Kur’an okumaya açardı... Tüm gelinlerini ve torunlarını biraraya toplar, hoca çağırtır ve sohbet düzenlerdi onlar için... Orkide’nin çocukluk ve genç kızlığının ilk yılları bu apartmanda geçti...Babaannesini dinlemeyi çok seviyordu...Onun anlattığı dini hikayeleri dinliyor, peygamberlerin hayatlarını okumaya bayılıyordu...Eray pek ilgilenmezdi bu hikayelerle...Orkide halasından Kur’an okumasını öğrendi...Babaannesinden de namazı...Cemil, Cuma ve bayram namazlarını ve bir de sabah namazlarının kazasını kaçırmazdı...Küçükken öğrendiği Kur’an-ı Kerim’in Yasin Suresi’ni her bayram namazından sonra babasının ruhu için okurdu...Ama onun din anlayışı bu kadardı ve orta yol bu olmalıydı...Diğerlerini aşırılık olarak görüyor, politikadaki gibi din anlayışında da tarafsız olmayı istiyordu...Ne aşırı dindar olunmalı, ne de dinsiz... Çevresindeki dindar insanları, köylülüğünü aşamamış, kıyafet devrimine uyamamış, mantıksız kişiler olarak görüyordu...Buna annesi, amcaları, kardeşleri ve aileleri de dahildi... Ancak, Doğu kültürünün gelenekleri ve töreleri , sosyal muhafazakarlığını ve kıskançlığını örttüğü için ; toplumun değerleri üstündür mantığıyla aile hayatında pekçok şeyi kısıtlıyordu...Özellikle Orkide’nin arkadaşlık ilişkilerini...Orkide genç kızlığı boyunca hiçbir kız arkadaşı veya erkek arkadaşı ile okul dışında arkadaşlık kuramamıştı, çünkü babası bunları engelliyordu...Eğer okumak istiyorsa tüm bunlardan uzak kalmalıydı, aksi takdirde kendisini görmeye gelen ilk uygun kocaya verilir, tahsil hayatı bitebilirdi...Orkide bunları yaşamaya başladığında oniki-onüç yaşlarındaydı. Söylenenleri algılayamıyordu bile... Ama çocuk yüreği bir karar vermişti, erkek gibi olacaktı...Çirkin olursa kimse onu birine beğendirip evlendiremez, böylece tahsil yapabilirdi...Hızla kilo almaya başladı...Çünkü erkekler şişmanları beğenmezlerdi...Sert bakmayı öğrendi aynanın karşısında...Kaşlarını çattığında lacivertten yeşile dönen gözleri yok oluyor, kısık gözlerinden alev fışkırıyordu... Okuldaki tüm sosyal çalışmalara babasından gizli katılıyordu...Zar zor okul korosuna girebilmişti babasını ikna eden annesi sayesinde...Ancak her hareketi kontrol altındaydı... Kardeşi Eray kendisine bekçi tayin edilmiş, tüm kuzenleri aynı okula verilmişti... Erkek Fatma diyorlardı ona...Ağırbaşlılığı ve sınırlı arkadaşlık ilişkileri nedeniyle muhafazakar sülalesinin takdirini kazanmış, okuyabilir tescilini almıştı Orkide... Aradan dört yıl geçmiş, kardeşleri ile arasındaki uçurumu farkeden Cemil, Nurcan’ın da ısrarlarıyla uzaklarda bir ev arayışına girmişti...Havuz yüzünden yaptıkları tartışma yüzünden garaj kapısını kilitleyen küçük kardeşi Yunus yüzünden çıkan kavga, Cemil’in ağır bir sinirsel travma geçirmesine sebep olmuş, cinnetin kapısından dönmüştü... Sakinleştirici iğnelerle yatıştırılan Cemil, iyileştikten sonra ayrı ve uzak bir evde oturmaya karar vermişti... Aylarca haftasonları Nurcan ve çocuklarıyla beraber ev aradılar...Kendilerini mal sahibiyken evlerinden atılan kiracı gibi görüyorlardı...Huzurları kalmamıştı ve yarısına sahip oldukları apartmandan İstanbul içinde ama kardeşlerinden epeyce uzakta bir yere kendilerini atmak için uğraşıyorlardı...Ama bir türlü o evden çıkamıyorlardı...Sanki büyük bir kuvvet onları tutuyordu...Nurcan bir gece rüya gördü...Yeşillikler içindeki bir tepede eski bir köşke doğru yürüyordu...Ama kapısı kilitliydi ve açamıyordu...Sonra köşkün bahçesinde Huriye Hanım’ı gördü...Kapının anahtarı onun elindeydi ve saklıyordu...Nurcan ona yöneldi ve “Halacığım, anahtarı ver” dedi...Huriye Hanım,” Hayır, vermeyeceğim...Gidemezsiniz...Oğlumu benden ayıramayacaksın, çünkü bunun için her gece dua ediyorum” dedi...Nurcan uyanır uyanmaz duaları hep kabul olan halasını düşündü...Onun helalliğini almadan bu evden çıkamayacaklar, huzura kavuşamayacaktı Cemil...Aslında kendisinin eltileriyle sorunu yoktu, ama Cemil’in kardeşleriyle yaşadığı huzursuzluklar aileyi mutsuz ediyordu...Üstelik kocası artık eskisi gibi sabırlı ve mutlu bir adam da değildi...Sebepli sebepsiz kendisine ve çocuklarına kızıyordu... Kişiliği dengesizleşmişti kardeşleriyle kavgasından sonra...Üstelik eskisi gibi çocuklarını sormuyor, onları okşamıyor, tatlı sözler etmiyordu...Kendini sonsuz bir hırsla işlerine vermiş, gözü paradan başka birşey görmez olmuştu...Rüyasını Cemil’e anlattı...Ev bulamamalarının sebebi annesinin razı olmamasıydı...Cemil o akşam annesine en sevdiği tatlıyı alıp ziyaretine gitti...Kardeşleriyle aynı yerde yapamadığını, onlardan farklı düşündüğünü ve yaşadığını anlattı.. ”Anneciğim, ayaklarının altını öpeyim, rıza göster de bu üzüntülerden kurtulalım...Senden ayrılmış olmayacağız, İstanbul’un içindeyiz...Gelir bizde istediğin kadar kalırsın” diye yalvardı... Huriye Hanım,”Oğlum sen gidersen hepsi de çil yavrusu gibi dağılır, diğer gelinler de ayrılık isterler, düzenimiz bozulur....Razı değilim gitmenize...” dedi... Cemil annesini ikna etmeye kararlıydı...”Anneciğim kardeş katili olmamı mı istiyorsun? Bunların saygısızlıklarına dayanamıyorum, delireceğim neredeyse...Razı ol da gideyim, sonra daha kötü olur, bunu bilesin...” Huriye Hanım sesini çıkarmadı, düşünüyor gibiydi...”Hele çaylarımızı içelim bir, ondan sonra konuşuruz” dedi birkaç dakika sonra...O gece bir daha bu konuyu konuşmadılar...Cemil, dairesine çıktı...Huriye Hanım düşünceliydi...Namazını kıldıktan sonra ellerini açıp dua etti... “Allah’ım sen neylersen güzel eylersin...İyilikler ver bize...Herşeyin hayırlısını nasip eyle, Cemil oğlumun hakkında da hayırlısını ver Ya Rabbi!...Hayır getir başımıza...” O gece, Nurcan rüyasında tekrar halasını gördü...Sanki aralarında görünmez bir ruhani bağ vardı...Anahtarı kendisine uzatmış, gülümsüyordu...”aç kızım kapını, sabrınla hakettin...Bu anahtarı oğluma değil, sana veriyorum...” dedikten sonra arkasını dönüp uzaklaştı...Nurcan anahtarı aldı, kapıyı açtı...Karşısında çok güzel döşenmiş ve muhteşem manzaralı bir ev duruyordu...Ancak bir huzursuzluk kapladı içini...Bu ev önce ışıklıydı ama sonra kararmaya başladı ve karşıdaki denizin rengi maviden griye döndü... Dalgalar yükseliyor, evini de kendini de alıp götürüyordu...Çocuklarının çığlıklarını duydu...Kocası ve tanımadığı bir kadın ise kahkahalarla gülüyordu, seslerini duyuyordu, ama kendilerini göremiyordu... Kan ter içinde uyandı, neydi bu?...Hayır olsun deyip tekrar uyumaya çalıştı, ama gözlerini kapatamıyordu...Sabahı zor etti...Fakat bu rüyayı kimseye anlatmayıp bir sır gibi sakladı... Aradan bir hafta geçmemişti ki, Cemil kapıdan girer girmez “müjde, müjde....İstediğimiz gibi bir yer buldum...”diye neşeyle Nurcan’ı öptü...Nurcan’ın gözleri parladı sevinçten...Nihayet, huzura kavuşacaklardı...”Nasıl bir daire, nerede?..” diye soru yağmuruna tuttu Cemil’i... “Hele bir yemeğimi hazırla, sana ayrıntılarıyla anlatacağım.”dedi Cemil...Nurcan,”sofra hazır, sen içeri girer girmez ellerini yıkayıp oturmaz mısın sofraya” diye neşeyle sordu...”Haklısın sevgilim, hadi çocukları çağır, onlara ve sana anlatacak çok haberim var.” Hepsi sofrada yerlerini aldılar...Çorbalarını içerken Cemil başladı anlatmaya... “Beylerbeyi’nde harika bir arsa buldum...Tepede, bütün Boğaz’a hakim...Tam bir buçuk dönüm...İçinde eski bir köşk var, şu anda kiracılar oturuyor ama çıkmak üzerelermiş...Arsa miras malı...Üç kişiye ait, ama kiracıları K.Maraş’lı...Komisyoncuyu aradan çıkarıp beni gerçek sahipleriyle tanıştırdı...Fiat da oldukça uygun...Ellerinden hemen çıkarmak istiyorlar...Köşkün içinde olduğu bir dönümlük arsayı gelecekte yapmak üzere bırakacağım...Yarım dönümüne de kocaman lüks bir apartman yapacağım...Sana bahçenden bir gül vermediler, Nurcan...Beni de kendi garajıma koymadılar...Büyük bir bahçemiz olacak...Evimizin önünde de koca bir garaj...Allah’ın hazinesinde çok...Herhalde annem razı oldu ki, burası karşıma çıktı...Sekiz ayda oradayız...” Nurcan sevinçliydi, ama bir daire istiyordu...Ona ve ailesine iyi bir semtte, düzenli bir daire yeterdi...Hazır yapılanlar dururken sekiz ay daha bu huzursuzluğu yaşamak...Aklından bunlar geçerken, “çocukların okulu başlıyor, eğer okul sezonunun tam ortasında taşınırsak adapte olamazlar...Bize inşaata yakın bir yer kiralasan, çocuklar da orada okula başlasa, ne dersin?” Cemil’in yüzü bir anda değişti...”Ne kirası! Evim varken kira mı vereceğim?..Biz zar zor okuduk, ama okuduk...Şu çocukları bisküvi yiyen beceriksizlere çevirdin zaten...Bu evde size danışırım, ama son karar benimdir...Demokrasi uyguluyorum, size yapacaklarımı anlatıyorum daha ne istiyorsunuz?...Kafamı kızdırma, bir daha söz hakkı alamazsın yoksa!” Bu Cemil’in son zamanlarda alışılagelmiş haliydi...Zenginleştikçe, “iyi Cemil gel-gitler gibi arada sırada uğruyordu ailesine...Genel hali “zalim ve diktatör Cemil” idi...Ancak kendisini demokratik diye kabul ettirmeye çalışıyordu...Orkide onbeş yaşında bir genç kızdı ve herşeyin farkındaydı...”Babacığım, demokratik demek –son kararı reis verir- demek değildir...Eğer maiyetindekilere danışıyorsan onların ortak kararına saygı göstermelisin...ama sen bizim oyumuzu sormadın bile!” diye atıldı...Cemil, Orkide’yi çok sever, onun akıllılığıyla övünürdü...Nurcan’dan daha çok değer verirdi ona...”Bana benziyor, keşke erkek olsaydı...İşlerimde bana yardımcı olurdu” diye iç geçirirdi hep...Bu konuşma canını sıkmış, Orkide’nin kendisini mantığıyla köşeye sıkıştırması hoşuna gitmemişti...”Sen karışma, ben babayım...Babaların dediği kanundur bu evde...Evlatlar sorgulayamaz babalarını...Yemeğinizi yiyin şimdi, ondan sonra herkes işine” diyerek kalan yemeğini bitirmeye koyuldu... Eray ve Orkide odalarına çekildiler...Bir ara Eray, ablasının odasına geldi..Yüzü asılmıştı....”Orkide, babam neden seni benden daha çok seviyor?...Ben ufak yaştan beri yazları onun yanında çalışıyorum, derslerim iyi değil diye beni azarlıyor, kulağımı çekiyor, yaptığım hiçbir işi beğenmiyor...Beni hep dayılarıma benzetiyor...Ama sen onunla konuşuyorsun, seni dinliyor ve kendisine benzetiyor...Hatta annemden bile daha çok dinliyor seni...”diye derdini söyledi ablasına...Orkide,”üzülme kardeşim...Sen erkesin diye sana daha çok yükleniyor...Üstelik senin yapacağın işlerin çoğunu bana yaptırıyor...Kiracıların aidat ve kira hesaplarını ben takip ediyorum, bunların yanında derslerimi başarıyorum...Sorun çıkarmadan okuluma gidip geliyorum...”dedi...Eray’ın yüzü asıldı...”Yani ben işe yaramazın tekiyim, öyle mi?” “Hayır, kardeşim...Sen daha önemlisin babam için...Sen onun soyunu sürdüreceksin, erkeksin ve ileride işlerinin tümünü sen yapacaksın...Ben de sana yardım edeceğim...Tamam mı? “Bana yardım edecek misin gerçekten?..Ya evlenip gidersen?” “Hayır, ben karar verdim, evlenmeyeceğim...Okuyup doktor olacağım, insanları iyileştireceğim...” “Ben de babam gibi zengin olacağım ve herkes söylediklerimi yapmak zorunda kalacak!” dedi Eray... III.BÖLÜM Aradan iki ay geçmişti...Cemil, arsayı satın almış ve inşaatın projesini çizdirmişti...Mimar Müge Hanım ile projenin hazırlık safhasında arkadaşlıkları ilerlemiş, cazibesine dayanamamış ve kısa bir birliktelik yaşamıştı...Nurcan’ın haberi olmadan yaşadığı ilk ilişki değildi bu...Son birkaç yıldır çapkınlığa başlamış, eski masumiyetini yitirmişti...Yaşadığı kısa beraberlikler kendini iyi hissettiriyordu ona...Sonra hiçbir şey olmamış gibi evine geliyor, sorumlu bir eş ve baba oluyordu... Nihayet ev bitti ve taşındılar...Köşke dokunmadan bahçeyi düzenledi Cemil...Gül fidanları, ateş çiçekleri, meyve ağaçları, çam ağaçları ve ithal çimlerle süsledi bahçesini...Apartman o civardaki en güzel yapı olmuştu...Bu arada Nurcan üçüncü çocuğuna hamileydi...Yeni ev, yeni evlat, yeni mobilyalar...Dünya tüm çekiciliğiyle önünde duruyordu...Ama içinde ince bir sıkıntı vardı...Acaba huzura kavuşacaklar mıydı?... Yeni evlerinde mutluydular...Onaltı yıl sonra gelen kızbebek daha bir mutlu etmişti onları... Cemil, daha rahattı ve daha az sinirliydi artık....Kardeşleriyle dargın da değildi...Araları Gülcan’ın doğumuyla düzelmişti...Barışmışlardı...Uzak olunca, yaşantısını görmediklerinden kıskançlıklarına maruz kalmıyordu Cemil...Ama sorunlar asıl şimdi başlamıştı...Eray bir delikanlıydı ve Cemil’in ters davranışları Eray’ın asi bir evlat olmasına sebebiyet vermişti... Eray, ablası ve babasından nefret ediyordu...Annesini de kendisini koruduğu için çok seviyordu...Evde kutuplaşma başlamıştı...Orkide bu duruma çok üzülüyordu...İçin için babasına kızıyordu...Son zamanlarda, kendisi de babasının davranışlarından şikayetçiydi...Cemil, üniversite sınavlarına hazırlanan Orkide’ye yeni apartmanın da hesaplarını yüklemişti...Bir yandan derslerin ağırlığı, diğer taraftan hesaplar...Üstelik babasını memnun etmek çok zordu...Saatlerce babasıyla hesap yapıyor, uyku saatleri olması gereken saatlerde de ders çalışıyordu...Bu, her ayın birinden onbeşine kadar sürer, diğer onbeş gün ara ara devam ederdi...Babasının en ufak bir yanlışa bile tahammülü yoktu...Üstelik düzen hastası bir adamdı...Orkide dayanamayacak hale geliyor, geceleri ağlıyordu...Üstelik, küçük kardeşi büyüdükçe onu çok seviyor, yanından ayrılmıyordu...Okuldan gelir gelmez onunla ilgilenmek zorunda kalıyordu...Eray ise her hareketini ve konuşmasını tersliyordu...Çok mutsuzdu Orkide...Ama mutlu rolü yapıyordu ve iyimser olmaya çalışıyordu...Annesiyle babası gittikçe daha çok tartışır olmuşlardı...Cemil hiçbirşeyden memnun olmuyor, Nurcan da aynı şekilde karşılık veriyordu...Bir dargın bir barışık geçiyordu günleri... Tüm bu olumsuzluklara rağmen, hedefine kilitlenen Orkide, üniversite sınavlarında tıp fakültesini tutturmayı başarmıştı...Cemil kızıyla gurur duyuyor, ancak yine de memnuniyetsiz davranıyordu... “Senin asıl işin işletme olmalıydı kızım...Büyük bir projem var, sen de aile şirketimizde çalışacaktın, mezun olunca...Neyse, okulunu bitir, yine benimle çalışırsın...Ben sana öğretirim işletmeciliği...” Orkide”tamam babacığım, istediğin gibi olsun, zaten ben de böyle düşünüyordum” diyordu ancak içinden farklı düşünüyor, pasif bir direnişi başlatıyordu o zamandan... Cemil, kızına kullanması için ve başarısının karşılığı olarak kırmızı bir spor araba aldı hemen...Orkide, fakülteye arabasıyla gidip geliyor, kendisi gibi birkaç zengin çocuğunun ve bedavacı takımının dışında tüm arkadaşlarının tepkisini çekiyordu...Arkadaşlarından babası nedeniyle uzak duruyordu çünkü Cemil, arkadaşlığın boş olduğunu, hepsinin menfaat peşinde olduklarını telkin etmişti kızına...Başlangıçta, birkaç arkadaşının dışında kimseyle görüşmüyordu Orkide...O da not alışverişi sebebiyle...Erkek arkadaşlarından ise tamamen uzaktı ...Onun zengin ve kendini beğenmiş bir kız olduğunu düşündürüyordu bu davranışı arkadaşlarına...Aslında arkadaş canlısı bir kişiliği vardı, ama korkusundan gösteremiyordu henüz...Sanki babası onu izliyormuş, her hareketini eleştiriyormuş gibi geliyordu ona... Altı ay sonra Orkide lisedeki canlı kişiliğine kavuşmuştu...Çevresindeki arkadaşları şaşırmalarına rağmen onun kişiliğinden çok etkileniyorlardı...Kısa süre sonra babasını aşmış, Özgüveni onu bir yıldız gibi parlatmıştı...Sadece arkadaşlarını değil, hocalarını da etkileyen keskin bir anlayış kabiliyeti vardı...Sosyal yönünü hep saklamıştı babasından...Onun dışında farklı bir çevre oluşturmuştu kendisine...Ancak hala özendiği halde bir flörtü yoktu...Halbuki çevresinde kendisine arkadaşlık teklif eden birkaç kişi vardı...Güzelliği, bakışları ve konuşmadaki ustalığıyla büyülüyordu karşısındakini adeta...Ancak o kendisine bir söz vermişti...Doktor olmadan evlenmeyecekti...Üstelik babasının flört konusundaki fikirlerini de biliyor, çekiniyordu...Adeta istridye içindeki inci gibi sakladı duygularını...O mücevheri sadece evlendiği kişiyle paylaşacaktı...Platonik olarak beğendikleri oluyordu ancak duygularını gizlemekte ustalaşmıştı ve bunu kimse anlayamıyordu...Beğenilerini kendi içinde yaşar, kız arkadaşlarıyla paylaşmazdı...Ama, fikirlerini saklamazdı...Boş zamanlarında hocalarıyla oturup bilimsel konuşmalar yapar, onlardan fikir alırdı... Eray, Orkide’nin üniversiteyi kazanmasına çok içerlemişti...O hep başarılıydı, kendisi ise üniversite sınavlarını kazanamamıştı...Orkide’den gittikçe uzaklaşmıştı...Artık abla-kardeş değil, iki rakiptiler Eray’a göre...Ablası ise bundan rahatsız oluyor, kardeşinin davranışlarının aksileşmesine üzülüyordu...Artık ona ulaşamıyordu, çünkü Eray onu dinlemiyor, kaçıyordu konuşmaktan...Orkide, toplum içinde rahatça konuşuyor, tüm dikkatleri üstüne çekiyordu...Onu ise pek önemsemiyorlardı...Kıskançlık damarlarında demirleşmişti sanki... Cemil ise iş çevresinden edindiği arkadaşlarıyla zaman geçiriyordu artık...Nurcan’ı arada sırada davetlere götürüyordu...Nurcan genç kızlığından beri hayal ettiği herşeye kavuşmuştu...Güzel elbiseler, şık balolar, davetler...Tüm bu gösterişli yaşama rağmen kocası evde despotça davranıyor, davetlerden döndükten sonra Nurcan’ı küçümsüyor ve cehaletle suçluyordu....Nurcan, arada bir oğluyla dertleşiyor ve beraberce Cemil’i çekiştiriyorlardı...Cemil’in geçici de olsa ilişkileri Nurcan’ı, için için, kocasına düşman etmişti...Eray babasıyla çalıştığından bunlardan haberdardı ve annesini üzdüğünden dolayı babasına kin besliyordu...O kendisini de üzmüştü...Babasına benzeyen Orkide’den hoşlanmıyordu ikisi de...Nurcan’ın arada sırada annelik duyguları kabarıyordu ama erkek gibi yetişen ve ev işleriyle hiç ilgilenmeyen Orkide’ye kızıp tartışma ortamı yaratıyor, sonra da Orkide’yi Cemil’e şikayet ediyordu...Böylece kocasından intikam alıyordu...”Senin oğluma yaptıklarına karşılık, benim kızına yaptıklarım” der gibi...Gülcan ise bu hengamede başıboş büyüyordu... Nurcan ile kızının arası gittikçe açılmaya başlamıştı...Orkide, annesinin bu manasız pasif agresif davranışlarına çok içerliyordu...Haksız yere çıkarttığı tartışma ortamlarından nefret ediyordu...Babasının çapkınlığından annesini sorumlu tutuyordu...Bu arada kendisini büyük bir boşlukta buldu...Arada sırada babaannesi evlerine misafirliğe geliyordu...Devamlı oğluna “bu gidişin gidiş değil...hanımını da çocuklarını da uçuruma sürüklüyorsun...Bu evde namaz kılınmıyor...Örtünmeyi köylülük olarak kabul ediyor ve küçümsüyorsun...Allah’a şükür Cuma namazın ve oruçların var...Yavrucuğum, Dünya ve nimetleri birgün sona erecek...Ne olur, namazını devamlı kıl, hanımına ve çocuklarına da alıştır...Sonra sen mesul olacaksın öğretmediğin dini bilgiler yüzünden...”diyordu...Cemil ise: “Anacığım, üzülme...Çocuklar okulda din dersi görüyorlar, zaten ben de namaz kılmalarına engel değilim, isterlerse kılsınlar, Kur-an’ı okusunlar...” “Oğlum, engel değilsin ama örnek de değilsin...Sen kılsan onlar kendiliklerinden kılarlar...Babanı hatırla...Hepinizi sabah namazına nasıl kaldırırdı?...O beş vakitini de zamanında eda ederdi...Ben de öyleyim...Sen okuduktan sonra Frenkleştin...” “Yeter anne! Bu konuda bana birşey söyleme, yoksa seni kırarım! Bu evde demokrasi var, isteyen istediğini yapabilir, inançlarında özgürdür.” IV.BÖLÜM Orkide, babaannesinin her gelişinde içindeki boşluğun farkına gittikçe daha fazla varıyordu...Daha önceleri ne güzeldi...Babaannesiyle namaz kılar, halasıyla Kur’an okurdu...Sesi çok güzeldi...Mevlitlerde hep ilahileri ona okuttururdu büyükleri...O zamanları hatırladıkça kalbi huzur dolardı... Fakültede kendisi gibi kolejli arkadaşları vardı...Onlarla arkadaşlığını okulla sınırlı tutardı...Böyle bir prensip edinmişti...Aslında onları çok ukala bulurdu...Ben merkezli ve menfaatperesttiler...Bu arada kendini diğer arkadaşlarından da izole etmiyordu...Örtülü kız arkadaşları vardı...Ancak Yaşar, Osman ve Ali kendisinden uzak duruyordu...Zaten tüm kızlardan uzaktılar...Daha sonra onların Said-i Nursi talebeleri olduğunu öğrendi örtülü kız arkadaşlarından...Orkide’nin yazdığı, tasavvuf ağırlıklı şiirleri okuyor ve onun hitabını çok beğeniyorlardı...Birkaç kez sohbetlere çağırdılar, ama Orkide babasından çok çekiniyordu...Bunu arkadaşlarına anlatmakta sakınca görmedi, çünkü yanlış anlaşılmak istemiyordu...Mezun oluncaya kadar okulda arkadaşlıklarını sürdürdü onlarla...İçindeki boşluğun onlarla sohbet ederken Allah aşkıyla dolduğunu hissediyordu... Bu arada kolejli arkadaşları kendisine mesafeli davranmaya başlamışlardı...Hocaları da öyle... “Sen, batı eğitimi almış aydın ve çağdaş bir Müslümansın...Siyasi emeller için örtünenlerin arasında ne işin var?”diyen arkadaşlarına net bir cevap veriyordu... “Ben onların siyaset amaçlı örtündüklerini düşünmüyorum...Onlar, dinimizi bizden önce sindirmiş insanlar ve gereğini yapıyorlar...Vay bizim halimize!” “Senin beynin yıkanmaya başlamış...Anlaşıldı...Dikkat et seni de kendilerine benzetmesinler.”gibi ağır cümleler sarfediyorlardı... Orkide’nin içinde bir ateş yanmaya başlamıştı ve gittikçe büyüyordu...Derslerinden arta kalan zamanlarda kitap okuyor, birşeyler öğrenmek için çabalıyordu...Fakültenin dördüncü sınıfındaydı...Çorum’lu bir aile dostlarının davetlisi olarak Bursa’da bir toplantıya gitmişlerdi...Bu toplantıda çok ilginç bir olay yaşadı...Soğuk bir Ekim ayıydı...Herkes otelin lobisindeki şömine başında oturmuş ısınmak için konyak içiyordu...Orkide hariç...Küçüklüğünden beri bu içki muhabbetlerinden nefret ederdi ve ağzına bir damla bile değdirmezdi...Hatta bir sabah namazı sonrası, evde misafirler için saklanan yıllanmış şarapları lavaboya boşaltmış, şişelerini de çöpe atmıştı...Annesi bu olayı farkettiğinde kıyamet kopmuş, babasının buna kızacağını bildiğinden sesini epeyce yükselterek Cemil’in bu olaydan haberdar olmasını sağlamıştı...Sonuç olarak Orkide epeyce azar işitmişti...Şimdi de konyak içiyorlardı...”Sıcak çayın suyu mu çıktı?” diye iç geçirdi Orkide..”.Özentili insanlar ne olacak!” Birden kolejdeki günlerine döndü...Arkadaşlarının öğle tenefüslerinde Bağdat Caddesi’ndeki publarda içtikleri içkileri saklamak için karanfil çiğneyişlerini...Kendilerini o zamandan mahvetmeye, gençliklerini harcamaya başladıklarını hatırladı...Allah onu korumuş, içki, sigara gibi zayıflık belirtisi alışkanlıklardan uzak kalmak için irade vermişti...Bir de şu tepki kilolarını verse...Ne iyi olurdu?...Sonra gözüne siyah ciltli bir kitap ilişti sehpa üzerinde...Eline aldı, üzerinde Bilgi Kitabı yazıyordu...Belki arayışlarımın ve sorularımın cevaplarını bu kitapta bulabilirim diye incelemeye başladı...Anlamadığı yazılar ve ilginç şekiller gördü...O sırada yanına orta yaşlı bir bayan oturdu...”Sana bir sır vereceğim...Sen seçilmiş bir kişisin...O kadar insanın içinde sadece sen bu kitaba uzandın...Bu kitap sende kalsın...Eğer bu kitabı küçümseyerek iade edersen bir daha eline geçmeyebilir...” Bu esrarlı konuşma Orkide’yi korkutmuş, bir yandan da merakını cezbetmişti...Kedın yanından ayrılırken” bu kitap sana öyle bir güç verecek ki, namaz kılmana ve diğer ibadetlerini yapmaya gerek kalmayacak!” dedi...Orkide sırıttı acı acı...İçinden,” Hadi oradan...Böyle birşey olsaydı, önce Cennet ile müjdelenen Peygamberimiz ve sahabeler namaz kılmazlardı !” dedi...Yine de kitap ilgisini çekti...İnsanları nasıl saptırıp yoldan çıkarıyorlar bir öğreneyim diye odasına çekilip kitabı okumaya başladı...Kitapta Mevlana’nın reenkarnasyonla bir kadının ruhuna girdiğini ve haşa Allah’ın şeklini tarif ettiği gibi sapıkça düşüncelere yer veriyordu....Kadın ortadan kaybolmuştu, neyse en iyisi İstanbul’a döndüğümde kitabı aile dostumuz olan adama vereyim diye söylendi...Ne de olsa emanetti... İstanbul’a dönüşte müthiş bir kar fırtınasına tutuldular Uludağ’da...Sağlamlığı ile ünlü olan Mersedes marka arabaları bozulmuş yolda kalmışlardı...Yoldan kimse geçmiyordu....Neredeyse donacaklardı...Orkide dua etti ve yoldan geçen bir kamyon durup onlara yardımcı oldu...Bu olaydan sonra Orkide, İstanbul’a döndüklerinde dinini iyice öğrenmeye yemin etti...Kitabı aile dostlarına iade etti...Bu olaydan sonra geceleri uykusunda garip metalik sesler duymaya başladı...Uyku esnasında kulağından enerji çekiliyordu adeta...Rahatsız edildiğinin farkına varmıştı...Kur’an-ı Kerim’den sureler okudu bunlardan kurtulmak için...Ve bir sabah namazı öncesi uyku ile uyanıklık arasında sesler duydu...Munis bir erkek sesiydi...”Sana ilim verdik, kabul etmedin...Bundan sonra sana ilim verilmeyecek” Dedikten sonra haşmetli bir erkek sesi daha duydu...”Bu söz Duggu Ala katındandır” Ve kapanan büyük bir demir kapı sesi...Uyandığında sabah ezanı okunuyordu....Bunu bilen birine sormaya karar verdi...Ama hiçkimse anlamlandıramamıştı...En sonunda bunların kendisini daha önce rahatsız eden cinnilerden geldiğine kanaat getirerek dua etmeden uyumamaya başladı...Zaten bu olaydan sonra da rahatça uyuyabildi...Orkide ilmini artırması gerektiğini düşünüyordu...Çünkü kalbini temiz tutmaya çalışanların düşmanı Şeytan onlarla daha çok uğraşırdı...Bunu babaannesinden öğrenmişti...Babaannesi tesbih çeken bir tasavvuf eriydi adeta ve kalp perdesi açılanlardan biriydi...Ancak çok fazla problemle uğraşmak zorunda kalırdı ve bunlardan da Allah’a sığınarak sıyrılırdı... Kendisi de böyle yaptı, hayatı boyunca bu dengeyi kurmaya çalışmaya azmetti.... Namazını kılıyor, Kur’an okuyor, tesbih çekiyordu...Hatalarına ağlıyor, af diliyordu...Öyle saf bir yürekle yöneliyordu ki Rabbine, bazen mutluluktan uçuyor, imanının fazlalığından kalbi çatlayacakmış gibi genişliyordu...Güzel rüyalar görüyordu...Bir gece rüyasında yüzü olmayan bir zat görüyor,bu zat ona, “Ya Orkide, örtün.” diyordu...Bir gece yıldızların gökyüzünde dansederken hızla bir taşa “Allah” adıyla nakış gibi işlendiğini görüyordu...Okulu bitmek üzereydi... Bütün arkadaşları sınavlara hazırlanıp uzmanlık için çalışıyorlardı...Ama o hiçbirine karar vermemişti...Zaten babası da uzmanlık için uğraşmasını istemiyor,” pratisyen hekim olarak kalsan yeter, benimle çalışacak, doktorluktan daha fazla para kazanacaksın “ diye ona telkin ediyordu... Mezun olmuştu artık...Babasını kıramadı...Daha doğrusu karşı gelemedi...Cemil’in büyük bir projesi vardı...Konfeksiyon üzerine yatırım yapmıştı ve yepyeni bir pantalon üretmişti...Bunun tanıtımını yapıp bayiler edinmeye çalışacaktı...Şaşaalı bir kokteyl ve defile ile bu pantalonun tanıtımını yapacaktı...Bu organizasyonu düzenleme görevi Orkide’ye verilmişti...Orkide model çizmeyi de çok seviyordu ve onun çizdiği gömlek modelleri de defilede sergilenecekti...Ünlü mankenler ve gösterişli iş toplantıları...Başta bu hayat Orkide’ye cazip gelmişti fakat zamanla asıl istediğinin bu olmadığını anlamaya başladı...Babası her işe karışıyor, o onay vermeden hiçbir iş yapılmıyordu...Bu da işlerin yavaşlamasına sebep oluyordu...Konfeksiyon sektörü hızlı kararlar ve uygulamalarla başarılabilirdi ancak...Cemil, iyi bir tüccardı ama grup çalışması gerektiren bu sektör onun boyunu aşıyordu...Eray babasıyla bir kavgalı, bir barışık çalışıyor, ticareti öğrenmeye çalışıyordu...Konfeksiyon onun için pekbirşey ifade etmiyordu, kızlardan başka...Sık sık değiştirilen sekreterler, mankenler, modelistler v.b...Yeni bir oyun alanı bulmuştu kendine: çapkınlık...Genç yaşta sigara ve alkolle de tanışmıştı...Damarlarında akan deli kan onu günahlara itiyordu...Cemil’in de ondan kalır yanı yoktu...Birbirlerinin çapkınlıklarına göz yumuyorlardı...Orkide işyerine geldikten sonra bunu gizli kapaklı yapmaya çalışsalar da, herşeyi anlayan genç kız onlardan öyle soğumuştu ki, merkezden ayrılıp mağazalarla ilgilenmeye başladı...Bu işlerin ona göre olmadığını anlayınca ve babasının ne kadar gaddar bir patron olduğunu görünce doktorluk gibi kutsal bir mesleği tehir ettiğine pişman olup mecburi hizmet için Sağlık Bakanlığı’na başvurusunu yaptı...Şansına neresi çıkarsa oraya gidip mesleğini yapacak, şifa dağıtacaktı... Eline gelen kağıtta Malatya yazıyordu... ...Orkide için yepyeni bir hayatın kapıları ardına kadar açılmıştı...Ailesi buna razı olacak mıydı?...Sanmıyordu, ancak ne olursa olsun kafasını çalıştırıp onları ikna etmenin bir yolunu bulacaktı... V.BÖLÜM Malatya, kış aylarını çok soğuk yaşardı...Orkide elinde bavulu titreyerek Pötürge’ye giden otobüse bindi...Sağlık ocağında pratisyen hekim olarak çalışacaktı....Karlı yollardan ilçe merkezine giden yolda ilerliyorlardı...Yolu yarılamamışlardı ki, bir kazaya şahit oldular...Otobüs durunca Orkide hemen inip “yaralı var mı?” diye sordu...”Ben doktorum, yardım etmek istiyorum.” Biri çocuk, iki hafif yaralı vardı...İlk müdehaleleri yapıp onları otobüse aldılar ve merkeze götürdüler...Orkide, daha ilk günden işini ne kadar sevdiğini anlamıştı... İlçenin yardımsever halkı sayesinde ev bulmakta zorlanmamıştı. Ancak hayatında hiç soba yakmayan biri için sobalı ev bir sorun teşkil ediyordu...Neyse ki bunları yapmak için can atan komşuları vardı...Anadolu halkının yardımseverliği ve okumuş insana saygısı onu derinden etkilemişti...Doğru yerde ve doğru insanlarla olduğunu düşünüyordu...Kış çabuk geçmiş, bahar güneşi karları eritmiş, yolları açmıştı...Açılan köy yolları, ara ara köylere gidip sağlık kontrolleri de yapmalarına olanak vermişti... Burada çoğu köyde geçim çobanlık yapan ve tarımla uğraşanlar tarafından sağlanıyordu...Bazıları Kürtçe konuştuğundan ne dediklerini anlamıyordu, ama Kürtçe“nasılsın” demeyi öğrenmişti...Şehir hayatını bırakalı birkaç ay olmuştu, köy gezileri de ona iyi gelmişti...Şifa dağıtmak için okumuştu, sevdiği işi yapıyordu...Zorlandığı zamanlar oluyordu, ancak Allah’a sığınıyor ve ondan yardım istiyordu....Bu mecburi görev onu olgunlaştırmaya başlamıştı... Yaz gelmişti...Şehirlerde yaşayan Pötürgeliler, akrabalarıyla hasret gidermek için köylerine geliyorlardı...Hayatını tümüyle değiştirecek insanı orada tanıyacağı aklının ucundan bile geçmezdi...ama kader denilen senaryo, oyuncuları öyle güzel karşılaştırıyordu ki, milyonda bir ihtimalle olabilecek, tesadüf denilen , ancak bilinçli bir işleyişin sonucu olan olaylar gerçekleşebiliyordu... Sıcak bir yaz günüydü...Orkide yine işinin başında, sağlık ocağına gelen hastalarla ilgileniyordu...Sıra , yaşlı bir adama gelmişti...Doksan yaşlarındaki bu adamı kucağında taşıyan, temiz yüzlü genç gülümseyerek içeriye girdi...Konuşması ve görünüşü , bu civarda yaşamadığını düşündürüyordu...Orkide yaşlı adama : “Merhaba dedeciğim, şikayetin nedir?” diye sordu... “Nefes alamıyom dohtor gızım...Ölüyom, ölüyom...” “Tamam, bakarız şimdi dedeciğim... Hemşire hanım, oksijen tüpünü takalım, bir de hastanın tansiyon ve nabızını alalım...” Dedesini getiren genç atıldı: “Doktor Hanım, dedemin rahatsızlığı biraz psikolojik sebepli...Hastalık hastasıdır...Hep “ölüyorum” der, biz de doktora götürmediniz demesin diye taşırız sağlık ocağına...” “Olsun, biz bakalım, belki önemli bir sorun olabilir...” Muayene ederken gencin arada sırada kendisine kaçamakça baktığını farketti...Ve biraz onu tanımak istedi...Dedesine: “Gerçekten de iyisin dede...” diyerek gülümsedi ve gence döndü... “ Buralı mısınız? Şiveniz çok düzgün, yoksa yaz tatiline mi geldiniz buraya?...” “ Evet, İstanbul’da yaşıyoruz biz...Dedemi ve ninemi görmeye geliriz her yaz...” “ okuyor musunuz?”Genç yaşı küçük birine benziyordu... “Hayır, okulu bitireli üç yıl oldu...Eskişehir’de iktisat okudum...Şu anda babamla beraber halı ticareti yapıyoruz Sultanahmet’de...” “Ne güzel...Ben de İstanbul’dan geldim buraya...Mecburi hizmetimi yapmaktayım...” “Çok oldu mu geleli? Geri dönmeyi düşünüyor musunuz?” “Altı ay oldu...Mecburi hizmet sürem toplam iki yıl...Birbuçuk sene sonra döneceğim...” Bu arada dede araya girdi...”dohtor gızım, adın nedir?...” “Orkide dedeciğim...” “Maaşallah, çiçeh gibi gıza da bu ad yahışır...” “Benimki de Turhan diye atıldı genç...” Birbirlerinden hoşlanmışlardı...O yaz dede ve torunun ziyaretleri bitmedi ve Orkide ile Turhan evlenmeye karar verdiler...Mecburi hizmet bitinceye kadar mektuplaştılar, telefonlaştılar...Turhan , Orkide gibi inançlarına bağlı biri gibi davranıyor, namazlarını kaçırmadan kılıyor, kadın erkek ilişkileri konusunda Orkide gibi düşünüyor, güzel sözlerle konuşmalarını süslüyordu...Orkide, sosyal açıdan muhafazakar bir aileden geliyordu...Bir süre, iş ciddiye binmeden , ailesine bu konudan bahsetmedi... Mecburi hizmet süresi dolmuş, İstanbul’a dönüş vakti gelmişti...İstanbul’da ailelerle tanışılacaktı...Her ikisi de heyecanlıydı...Turhan’ın dedesi Orkide’yi çok sevmişti...”Dohtor gelinim” diye severdi onu...Yeni bir başlangıç olacaktı bu her ikisi için de... Ancak hesaba katmadıkları bir konu vardı...Babalar...Orkide’nin babası Kürt asıllıları beğenmiyor, onların kadınlara değer vermeyip ezdiğini düşünüyordu...Turhan’ın babası da zenginlerden hoşlanmıyordu...Üstelik, Turhan’ı haberi olmadan dayısının kızıyla sözlemek üzere istemişler, ancak Turhan’ın köyden yazdığı mektupla bir başkasını sevdiğini öğrenince mahçup olmuşlardı... Turhan, Orkide’nin evlenir evlenmez örtünmesini istiyordu...Orkide de yıllardır istediği gibi rahatça inançlarını yaşatacak bir eş bulduğu için Allah’a şükrediyordu...Ancak bunu babasından gizlemesi gerekiyordu, yoksa babası türlü engeller çıkarır, bu evliliği önleyebilirdi... Orkide’nin babası , Turhan’ın babası ile tanışmak istedi...Bir yerde buluşup yemek yiyecek ve birbirleri hakkında fikir edineceklerdi...Biraraya geldiler ama elektrik alamadılar her ikisi de... Cemil, Demir Beyi sevmemişti...Demir Bey de Cemil’i...Cemil eve döndüğünde “bu iş olamaz” dedi...Orkide,”babacığım, Turhan’ı tanısan...O çok temiz ve iyi bir genç...Babası yüzünden onu yargılayamazsın...” “Peki, Turhan’a bir şans daha vereceğim...Ama çok ümitlenme!” Orkide, ertesi sabah Turhan’a telefon açtı...Babasının nelerden hoşlandığını ve özelliklerini anlattı ona ve bunun onların evlenmeleri için son şansları olduğunu söyledi...Turhan, babası razı gelmezse Orkide’yi kaçırmayı teklif etti...Ama Orkide, sevse bile böyle birşeyi kabul edemeyeceğini söyledi...Turhan’a kendisini Orkide’nin babasına sevdirmekten başka şansı kalmamıştı... Cemil’in yaptırdığı büyük binadan içeriye giren Turhan, kapıdaki sekretere randevusu olduğunu söyledi...İçeriye alındığında geniş bir holde buldu kendini...Sanki bir bankanın bekleme salonunda gibiydi...Çok farklı bir dünyaydı onun için...Babasıyla beraber çalıştıkları küçük halı dükkanından oldukça farklıydı...Biraz oturdu, Cemil’in toplantısını bitirmesini bekledi...Her zamanki gibi uzun toplantılardan biriydi...Cemil’in özel sekreteri kapıdan gülümseyerek kendisine doğru geldi...Sekreterden çok mankene benziyordu... “Turhan Bey, Cemil Bey on dakika sonra sizi kabul edecekler...Toplantıları uzadı...Bu arada birşey içmek ister misiniz?..” Turhan’ın ağzı kurumuştu heyecandan...”Su, bir bardak su istiyorum...” Sekreter Hanım masasına döndü alımlı bir şekilde yürüyerek...Masasına oturdu, Turhan’ı baştan aşağıya küçümseyerek süzüp telefonu kaldırdı...”Yönetim odasına bir bardak su lütfen...” Sonra masasındaki işlere daldı...Turhan, çıkıp gitmek istedi bu şaşaalı yerden..Gözleri kamaşmıştı..Yıllardır hayalini kurmuştu böyle bir işyerinin...Ama ortam yine de rahatsız etmişti onu...Telefonun sesiyle irkildi....Sekreter “ Cemil Bey, sizi bekliyor Turhan Bey...” Sekretere “çok yakında küçümsemek neymiş göreceksin” der gibi baktı...Mahçup bir şekilde Cemil’in odasına girdi...Cemil, bir an ,”kızıma layık mı bu pısırık çocuk?” diye iç geçirdi...Kendine güvenli biri gibi görünüyordu, aşırı saygılıydı...Tecrübelerine değer veren bir işadamı olarak aşırı saygının saygısızlığı barındırdığına inanırdı...Kızı için kimleri düşünmemişti oysa...Karizmatik damat adaylarını beğenmemişti kızı...İş çevresinden taliplisi çoktu...Çünkü o Cemil Tosunoğlu’nun kızıydı...Dindarlığı yüzünden,içki ve sigara içiyor, namaz kılmıyor diye pekçok damat adayını reddetmişti...Bu çocukta ne bulmuştu acaba?..Yoksa , yoksa bu temiz yüzlü efendi görünümlü çocuk tarikatçılardan mıydı?...Eğer öyleyse hemen kovardı onu, kızının gözyaşlarına aldırmadan reddederdi...Ya kaçarsa kızı?...Sevdiğini söylemişti...”Yapar mı yapar”, dedi,” bana çekmiş...Gözü karadır...Baksana aslanlar gibi mecburi hizmet yaptı...Kimseye el sürdürmedi...Bu çocuğu da yanına yanaştırmamıştır...Erkek gibidir benim kızım...Ama sevdiyse, hele bir konuşayım belki iyidir...” “Hoşgeldin Turhan...Turhan’dı değil mi?...” “Hoşbulduk, evet ismim Turhan...” “Nasılsın?...” “İyiyim, siz nasılsınız?” “Ben de iyiyim...Uzun toplantılardan sonra ne kadar iyi olunabilirse!...” Aslında toplantı bahaneydi, asıl huzursuzluğu bu konuşmaydı...Aynı huzursuzluğu Turhan da yaşıyordu... “Anlat bakalım, ne işle uğraşırsın, hedefin nedir, nasıl bir adamsın?”diye sordu Cemil?... Turhan afallamıştı, bu kadar hızlı konuya giren bir adam tanımamıştı...Biraz kekeledi... “Halıcıyım, babamla Sultanahmet’te bir halı dükkanımız var...İşimi büyütüp büyük bir halı mağazası açmak niyetindeyim...Kötü alışkanlıkları olmayan bir adamım...” “Senden önce babanla konuşmuştum...Açık konuşmak gerekirse, eğer kızım arada olmasaydı, bu konuşma aramızda gerçekleşmeyecekti...Kızım isteyince seni tanımak istedim...Onun fikirlerini mantıklı bulurum...Duygusal tarafı annesine çekmiş, bazen afallıyor ancak yüzde seksen isabetli karar veren bir kızdır...” “Bu ne biçim bir adam” diye içerledi Turhan...İnceden inceye babasına hakaret ediyor, kendisini küçümsüyordu...Sinirden kızardı, sonra Orkide’nin tembihlerini hatırladı...Babasının yaptığı işlerle ve kazandığı başarılarla gurur duyan biri olduğunu ve bu aşırı güven üzerinde çalışması gerektiğini söylemişti...Gerçekten de akıllı kızdı...Karşısında özgüveni fazlaca kaçmış bir adam oturuyordu...Biraz da tezgahtarlığını kullanmalıydı...Üstelik, üniversite mezunuydu ve cemaat terbiyesi almıştı...Sabretmeliydi, çünkü sevdiğine kavuşmak istiyordu... “Haklısınız, Orkide hep size benzediğini gururla anlatır bana...Bu binayı siz mi yaptırdınız?” Bu soru Cemil’i şaşırtmakla beraber hoşuna da gitmişti...Sıcak bir diyalog başladı aralarında...Cemil, hayat hikayesini anlattı gururla...Kızını vereceği erkeğin de böyle azimli olmasını istediğini... İki saat kadar sohbet ettiler...Ama daha çok Cemil konuşmuştu...Turhan ise soru sormayı daha kolay buluyordu...Konuşmayı sevenler, iyi bir dinleyiciyi konuşmasa bile hoşsohbet bulurlar...Kurnaz bir genç olan Turhan, Orkide’nin verdiği ipuçlarıyla Cemil’i etkilemişti...Turhan, Cemil’in elini öperek ayrıldı bürodan... Orkide babasını beklerken sabırsızlanmaya başlamıştı....Acaba neler geçmişti aralarında?..Ya babası gibi Turhan’a da kusur bulursa?..”Turhan efendiliğiyle etkilemiştir onu hiç şüphem yok!” diye söylendi Orkide...Garaj kapısının açıldığını duymuştu...Gelen babası olmalıydı...Koşarak aşağı indi , kapıyı açtı...Babasının mimiklerine bakarak bir anlam çıkarmaya çalıştı...Yüzü ifadesizdi...”Hoşgeldin babacığım..”dedi... “Hoşbulduk...Nasılsın bakalım?” “İyiyim, sana en sevdiğin yemeği yaptım...” “Ne de olsa evleneceksin, öğren yemek yapmayı...” Babasının açıksözlülüğünü çoğu zaman eleştirse de konuya girişi hoşuna gitmişti...Demek “olur” almıştı Turhan babasından.... “Konuştunuz mu Turhan’la, onu beğendin mi?” “Efendi, aklıbaşında bir çocuk...Biraz pısırık gibiydi başlangıçta, ama sonradan sevdim...Temiz biri..” “Yani?...” “Yani, ailesini beğenmesem de çocuk iyi...Kısmetse olur. Hadi bakalım, sofra hazırsa oturalım, bilirsin açken sohbet etmeyi sevmem!” “Peki babacığım, sen ellerini yıkarken ben de yemek sevisini hazırlayayım...” Orkide çok mutluydu...Turhan onay almıştı ya, gerisi boştu...Duygusallığının doruğundaydı...Mantık tarafı devreden çıkmıştı...Aileleri hesaba katmamıştı...Güçlü ve akıllı bir kızdı...Sempatikti de...Kendisini sevdireceğine emindi... Devam edecek...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © mahinur alihanoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |