Özyaşamöyküsü başka insanlarla ilgili gerçekleri anlatmak için eşsiz bir araç. -Philip Guedella |
|
||||||||||
|
Bu şehri sana terk ediyorum Dönüp bakmadan Ve düşüp yaktığın yerleri aldırmadan Oysa bu şehir Sensiz ya da bensiz Yedi tepeden ve taştan ve ağaçtan Ve kuşlardan ve caddelerden Ve sokaklardan ve sokaklardaki köpeklerden Ve evdekilerden ve çocuktan Anadan ve babadan Ve tüm tanrılardan Koskoca bir mezar olacaktı... Şimdi bu şehri sana terk ediyorum Göz yaşlarımı avuçlarımda saklayarak Ki daha şimdiden Gözlerinin rengini almışken yollar Bu şehri sana terk ediyorum Düşüp yaktığın yerleri aldırmadan Düşülen sözlerle yaşam bulmuyor düşler Yani yaşamak elde olmasa da Yaşamamak sıkı sıkı avuçlarında Yani yaşamak için cesareti yoksa insanın Ölmeyi bilmeli en azından... Ve sen Seni sevdiğimi belki hiç anlamadın Artık şimdi Sana acıdığımı da anlamayacaksın Ve duymayacaksın yüreğimin sesini Bu şehri sana terk ediyorum Sessiz Sen bana değil, yüreğine ihanet ettin. İstanbul, ey fahişeler kenti Sevdiğimi sana kurban verdim Ve seni de seviyorum Korkma, terk ettiğim sen değilsin Aslında benim... Ama bilmem kaç milyonluk Koca bir yalansın İstanbul Yüreğimdeki izler senin armağanın Ama terk ettiğim sen değilsin Aslında benim... Dillen ey fahişeler kenti, İstanbul Söyle Bir fahişenin yüreği taşır mı bu kansızlığı Pazarlıksız beş paraya elden çıkarıldı yüreğim İşte bu ve daha başka yüzlerden Ve unutulmaz yüz üstülerden Bu şehri sana terk ediyorum Sana acıyorum artık Ve sen bunu da anlamayacaksın Yer gök şimdi gözlerinin rengiyse de Ben gözlerimi kapatmayı biliyorum Ve bu şehri sana terk ediyorum Bakmadığım açık yeşillerden Ve yaz mavilerinden geçiyorum Kan çanağıyla yek bir yürek Ve bu yürekten olma bir ruh Yaşamak adıyla bir bedende hapis olunca Ve ben vazgeçince Sahip olmadığım her şeyden Ve tekrar tekrar vazgeçmek için Çalıp sahiplendiğim zaman Yanlışlıkla girilen sokaktan dönülen hızda Vazgeçiliyorum... Bu şehri sana terk ediyorum Korkma İstanbul, fahişeler kenti Seni yaşayacak kadar sevdim Hayatın bize yalan söylediği yalan Biz hayata yalan söyledik İstanbul Yalan üstüne yalan işte Gidiyorum kokun hala üzerimde Çünkü sen Bir kokun olmayacak kadar ömürsüzdün Bahar mevsiminin gülleri kokusuz Ve renksiz Katışıksız güzeli bilmez Bahardan armağandır ona tebessüm. Biz varken dört mevsim bahar Gök mavi, güller kırmızıydı Ama şimdi Bu şehri senin Yaşamak yüreğinden yoksun İstanbul’un dilsiz gülü Yüreğim zindanın zincirsiz Ve sen Firar edemeyecek kadar yüreksizsin Senin de bir kokun olacak İçlerimde çürümüş kemiklerinden yayılan Ve yüzünde donup kalan Baharın rahmeti tebessümden Ben seni Terk etmiyorum İstanbul’un sessiz gülü Sus! Konuşma, inanırım Ve yazık ki biliyorum Ne söylersen yalan Güller böyle kokmazlar... Fahişeler kentinin renksiz Ve sessiz gülü Bu şehri sana terk ediyorum Yalan olmasa, İstanbul Sensiz ya da bensiz Koca bir mezardır Bu şehri sana terk ediyorum İstanbul, fahişeler kenti Üzülme Biliyorum... 08.07.2003 II Bu şehri sana terk ettim İstanbul, Tanrılar şehri Terk ettiğim sen değilsin Aslında benim... Biz seninle Yasak meyvanın adını koymadan Ve bacağı kırılacak şeytan Daha yaratılmamışken Tanrıların gazabına uğradık Ve onlar da öyle inanıyorlar Oysa onlar Yalancı peygamberlerin tanrıları Ve inanıyorlar ki; Sen ve ben Yeryüzünün en uzak köşelerine atılınca Yarattıkları cennetten kovulmuş oluyoruz Ey Havva Unutma! Sen yüreğine emanettin Ve sen yüreğine emanetsin Ey Havva Yeryüzünün en uzak iki noktası Tek bir noktadan ibarettir Onlar bunu bilmezler Ey Havva Biz cennetimizin yaratıcılarıyız Ve tanrılar cennete giremezler Ama sen İman etmedin... Bu şehri sana terk ettim Ve mabedinde yalnız gözdüm seni Ağlarken, sessiz ve susuz Ben Musa olamadım ama Yunus kadar asiydim maviye Sen Yusuf’un gömleğindeki lekesin Yani, Züleyha kadar günahkarsın Yolların düştüğü koca Nemrut Karanlıktı ve ıslaktı mavi Doruğunda Ademin ayak izi Sen ellerinde kan çanağı kalbin Oğlunu suya terk eden Nuh’sun Ve kavminin helakı Ellerine baktığı kadar gerçeksin Sen bir ihanetsin... Cehennemin tek kapısı Bu şehri sana terk ettim Unutmaya gittim beni Ve tanrıları inkara... Tattan ibaret tanrıların cebinde Hangi kervanın izini kokladın Sen gözleri baharken Toprağa kızını diri veren Ömer’sin... Onlar, yalancı peygamberlerin tanrıları Gazapları da ancak varlıkları kadar gerçek Sen maskeleri parçalayan İbrahimsin Ve mabedin kapılarını üstüne örten Cebrail Ne Muhammed olabildin Ne de Ebu Cehil... Sen adı konulmamış bir ihanetsin Ve ben tanrılarının iblisi Tanrıların kadar tanrıyım yani Kıyamet günleri imanın kadar yakın. Sen yasak meyvayı sunan elsin Ve beslediği topraksın Bir ihanetsin Ademime Ademlerine... Sen adı konulmamış bir yalansın Ve ben doğrularının yalanı Gözlerin kadar maviyim yani Cehennemin renksiz gülü Cehennem ateşi Susma Konuş Artık inanmıyorum... Ey tanrıların kızı Git, kapan yüreklerine Sana hayat versinler Ben İsa değilim... Ey tanrıların kızı Git... Ben... 10.07.2003
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nurettin Sakin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |