Olgunluğa erişmemiş şairler ödünç alır, olgunluğa erişenler çalar. -George Eliot |
|
||||||||||
|
Ailesinin durumundan dolayı okula kısa bir süre gidip bırakmak zorunda kalmıştı, okuma yazmayı da vagonlarda ki istasyon tabelalarından sökmüştü. Kars – Erzurum... Haydarpaşa... Bu tabelalarla yüzleştiği her defa da : - Ey koca tren! Bir gün beni de Erzurum,Sivas değil ta Haydarpaşa’ya götüreceksin, diye içinden geçiriyordu. Bu trenle, dedesi ve ağabeyi kasabaya, dedesinin aylığını almak için gidiyorlardı. Ne kadar bu yolculuğu arzu etse de dedesi ağabeyini daha çok sevdiği için hep kasabaya onu götürüyordu. Aylıkların alındığı aylar geçti ve o, yine trenin istasyona vardığı vakitte inip binenleri seyrediyordu, zemheri ayında. Koca tren, “gidiyorum” diye feryat ediyor ve yine onu almadan köyden uzaklaşıyordu. Ellerini cebine attı usul usul yokuşu tırmanarak evin yolunu tuttu. Bir anda içinde yarın o trene binme yolunda bir ateş alev aldı ve kendi kendine tekrarlamaya başladı bağıra çağıra: - He ya! He koca tren yarın beni de götüreceksin Haydarpaşa’ya, beraber gideceğiz oraya. Aklına iyice yer etmişti, Haydarpaşa’ya gitme arzusu. Eve vardığında dedesinin odasına girdi ve cayır cayır yanan sobanın yanı başında ki sekiye uzanıp: - Heyt ulan! Aha bende gidiyorum Haydarpaşa’ya. Siz götürmezseniz götürmeyin... Yarın gidiyorum, diye sayıklayarak uyuyakalmıştı. İşlerini bitirip odaya varan babası, kucaklayarak onu yatağına götürdü. - Ah balam, ben istemez miydim senin okuyup ta büyük şehirlerde barınmanı. Ama nasip olmadı işte ne yaparsın, dedi ve yanağına kondurduğu kocaman bir öpücükle odadan ayrıldı. Bu bir veda öpücüğüydü ufaklık için ama kim biliyordu ki? Yine sabahın erken saatinde kalkıp koyulmuştu işe. Yaptığı işe öylesine dalmıştı ki sabah treninin vaktini kaçırmak üzereydi; Haydarpaşa aklına geldi. Can havliyle elinde ne varsa savurup istasyona doğru koşmaya başladığında, tren de “ben geliyorum” çığlıklarını atmaya başlamıştı köye girerken. Nefes nefese varmıştı istasyona ve yine trenden inenler, binenler... Yolcu vagonlarına binemeyeceği biliyordu. Çünkü cebinde sadece bakkala verip bir avuç akide alabileceği, folluktan yeni çıkardığı bir tane yumurtası vardı. Trenci amcayı da bu yumurta ile kandıramayacağını biliyordu. “Yolcu vagonuna binemezsem, ben de yük vagonlarına binerim” diye düşündü. O kalabalıkta usulca yük vagonlarından birine sokuldu ve aralanmış kapısından sızdı içeriye. Vagon yarıya kadar saman doluydu. İstiflenmiş saman balyalarına sırtını dayadı, gözlerini kapadı ve yine: - Aha geliyorum Haydarpaşa bakalım ne menem bir yermişsin sen, diye sayıkladı kendince. Ama garibimin hiç haberi yoktu, köyünün ülkenin bir ucunda Haydarpaşa’nın ise diğer ucunda olduğundan. Ki o zemheri soğuğunda trenin vardığı bir istasyonda vagonun yükü boşaltılacakken görmüşlerdi; ufaklığın elindeki yumurtaya sarılmış,soğuktan mosmor olmuş o minicik bedenini...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Musa YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |