Umutsuzluğa düşmeyin. -Charlie Chaplin |
|
||||||||||
|
Çok bilinmezli denklemler gölgesinde büzülmekten de artık gına gelmişti. Çıkmalıydı, daha fazla kalmadan bu anlaşılmaz ve anlatılmaz halden. Çok ivedi karar vermesi gerekiyordu; her gece bu şekilde uykuya varıyor uyumak için, kafasını boşaltamadığı için ve yüreğindeki ağırlığı kaldıramadığından uyuyamıyordu. Günler, haftalar ve aylar bu sıkıntılı hâlin ağırlığı ve bir şey yapmamanın ezikliği ile geçti. Birilerine bu durumu açmak ve çıkış yolu aramak, çâresizliğini sonuçlandırmak istiyordu ama, kişiliği üzerinde bırakacağı menfi tesirlerden dolayı bundan da kaçınıyordu. Bir dağ gibiyken zerre bile olabilirdi, aslında zerre olduğunu ve zerreden olduğunu zaman zaman hatırlamıyor değil di de. Bir hastânede gözlerini açtığında, başına ne geldiğini anlayacak durumda değildi ve etrafında soracak bir kimse de yoktu. Karnı ağrılar içindeydi. Başı zonkluyordu ağrıdan. Kalkmak için şöyle bir yekindi, mümkün değildi kalkması. Epeyce bekledi. Ne kadar zaman geçti bilmiyordu bir hemşire geldi ilaç vereceğini söyleyerek. “tamam ona her şeyi sorar öğrenirim” diye düşündü ve “neden hastanede olduğunu sordu” Hemşire hastanın kendine geldiğini görmekten oldukça sevinmişe benziyordu. Sorulan soruya biraz da şaşırarak cevap verdi: “aa ayıldınız mı?ne güzel! Ne kadar uğraştırdınız bizi ve ne kadar sevindirdiniz anlatamam! Hele durun, şu ilaçlarınızı bir vereyim ve ilgili doktora ayıldığınız müjdesini ileteyim” diyerek sorduğu soruyu duymamış gibi davrandı. İlaçları verdikten sonra; “sorduğunuz soruya cevabı doktorunuz verir, ona sorarsanız” diyerek odadan yoğun bakım odasından çıktı. Bir süre sonra doktor geldi. “Geçmiş olsun, nihayet kendinize gelebildiniz mi, bu demektir ki kefeni yırttınız artık!” diyerek başucuna dikildi. Doğrusu kendine neler olup bittiğini bilmediğinden söylenenlere oldukça şaşırmıştı.Bir ân önce de öğrenmeyi düşünüyordu; gerçi hiçbir şey için gücü de yok gibiydi ya. Doktora; “niçin öyle söylediniz, çok mu güç durumdaydım, lütfen bana olup biteni açıklar mısınız? Niye buradayım? başıma ne geldi?”diyerek arka arakaya soruları sıralıyordu ki, Doktor daha fazla konuşmasına fırsat vermeden: “buraya ağır yaralı ve doğum yapmak üzere getirildiniz, yanınızda kimliğiniz ve sizi tanıyan hiç kimse yoktu. Acilen ameliyata alarak sezaryenle doğum yaptırdık. Üçüz çocuğunuz oldu. Maalesef sadece birini yaşatabildik, diğerleri ise, Allah rahmet eylesin ve size sabır versin vefât ettiler” dedi” ardından “hastane masraflarınız oldukça yüklü sosyal güvenceniz ve bir ödeyeniniz yoksa işimiz zor” diyerek ekledi. Ne yapacağını bilmez halde donmuşçasına kalakaldı, adeta nutku tutulmuş gibiydi. Bir şeyler sormak veya söylemek arasında cendereye sıkıştırılmış gibi çâresizce pustu sessizliğe. Kendine ne olduğunu anlamak isterken bir de üçüz çocuk çıkmıştı ortaya ve ödenmesi sor olan hastâne borcu. “Aman Allah’ım! Ne yapacağım, bunlar da nereden çıktı?” v.b soruların kıskacında kıvranıp durdu Bir süre sonra kendisine hiç şaşırmammış şekilde bakan doktora dönerek; “siz ne diyorsunuz doktor bey? Ne hamileliği, ne doğumu? Üstelik üçüzden bahsediyorsunuz? ben hiçbir şey hatırlamıyorum bu anlattıklarınızdan. Nasıl olur ben evli değildim ki, hele gayr-ı meşru bir ilişkim hiç yoktu. Eğer söylediğiniz gibiyse insanlara bunu nasıl izah edeceğim? Hele anne ve babamın yüzlerine nasıl bakacağım? Bu utanç beni ve yakınları mı kahreder! Lütfen doğruyu söyleyin! Gerçekten anlattıklarınız doğru mu?” Diye doktorun gözlerine yalvararak baktı. Doktor: “maalesef anlattıklarım doğru, sizi arayan soran çıkmaması kimsesiz olduğunuz fikri uyandırmıştı bizde. Demek anne ve babanız var.Niye arayıp sormadılar acaba” diye cevap verdi ve başka hastalarla ilgilenmesi gerektiğini söyleyerek odadan çıktı. Kendi kendine; “bu ne biçim doktor, insan ağır yaralı olan hele ölüm tehlikesi geçiren birine ardı ardına böyle şeyleri nasıl söyler?Hele doktor nasıl söyler” diye içerledi. Hayret, şaşkınlık ve ne yapacağını bilmez durumda öylece kalakaldı. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu başucunda kendisine “haydi artık uyan” diyen bir sesle uyandı. Etrafına ve bulunduğu yere baktı. Hastane değildi. Hele hiç hasta değildi ve hiçbir yeri de ağrımıyordu. Yaşadığını sandığı ânın dayanılmaz ağırlığı ve yıllarca içinden kalkmayacak olan tesiriyle perişan bir haldeydi. Etrafında çocuk filan da yoktu. Kendini uyandıran ise annesi idi. Demek gördüğü bir rüya idi ve gerçeğe ne kadar yakındı. Rüya olduğuna o kadar çok sevindi ki ömrünce böyle bir sevinç yaşamadı dense yeriydi. Gördüğü rüyânın gerçek olması ihtimâlini düşündükçe için için dehşete kapıldı ve şükretti sessizce içine ağlayarak böyle bir durumda olmadığına. Ve kesin bir karar verdi: bundan böyle hayatı daha dikkatli ve konulan hudutlara uygun olarak yaşayamaya gayret edecekti. Yapageldiği ve sonradan pişmanlık duyduğu bir çok şeyi de artık yapmayacaktı. Sonra sık sık; “hayat bir rüya gibidir” diyen babasının sözünün ne kadar doğru bir söz olduğunu düşündü ve babasına hak verdi. Çünkü bir rüyâ hayatını altüst etmiş ve gidişatını değiştirmişti. Ya hayatı gördüğü rüyâ gibi olsaydı..!? düşünmek istemiyordu…!!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kadir KARAMAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |