YAŞAM, ÖLÜM VE YALNIZLIK ÜZERİNE
Bir ölüm öyküsü
Çıplak tenine akan suyun altında saatlerce kalmak, derin şişene buruş buruş olana değin durmak ve arınmak, saf olmak... Işıldıyor her vücut kıvrımım.. banyoda küvetimde sırtımı arkaya dayayıp suyun musluktan damla damla düşüşüne bakıyorum bir saniye, bir saniye daha huzur doluyum. Daha daha kendime yaklaşıyorum, sana yaklaşıyorum, düşen damlaların kırmızı sesi, beni ölümüme çağırıyor.
- Zaman durdu-
Oysa birkaç dakika kadar önce her şey ne kadar farklıydı, arkamdan gelen gölgeye değin temizlenip yenilenmeyi düşünüyordum yalnızlığımı rahatlayarak atmayı ve kendimi yeniden sevmeyi deneyecektim. Kendimi seversem belki başkaları da beni yeniden kabul edebilecekti. Bende onları tüm kırgınlıklarıma inat sevgime bağışlayacaktım.
Ancak, arkamdan gelen bir karaltı, derin bir acıyı sırtıma sapladı , arkamı döndüğüm gibi sivri uçlu keskin bir bıçağı gördüm karnıma defalarca giriyor , çıkıyordu. Bıçağın en son girişinden sonra karnımdaki bıçağı göbeğime doğru aşağıya çekmeye başladı içim parçalanıyordu iyice deştikten sonra bıçağı çekip çıkardı, yukarıdan akan suya tutup yıkadı ve gitti. Ben tekrar küvete doğru devrildim. Bir elimle deşilmiş karnıma bastım içimden kanlar fışkırıyor, organ parçaları dökülüyordu. Ayağa kalkıp büyükçe bir havlu aldım onunla çıplaklığımı örtüyordum. Ölsem bile utanarak ölmemeliyim. Odadan sesler geliyordu. Gölge, çalacak bir şeyler arıyordu, ya da başka bir şey, ne aradığını bilmiyorum. Küvetten dışarıya doğru bir adım attım ıslak ayaklarım yerdeki kan ve su birikintisinden olacak ki kaydım ve olduğum yere devrildim. İçerdeki adam bunu duymuş olmalı, koşarak yanıma geldi öldüremediğini görünce tekrar odaya gitti bende onu ilk kez seçebilecek şekilde görüyordum, ancak tanıyamadım. Geri döndüğünde elinde demir ayaklı sandalyeyle dimdik duruyor olabildiği en mağrur haliyle bana bakıyordu, her bakışta beni aşağılıyordu sanki. Ve olanca hıncı ve tüm gücüyle sandalyeyle kafama vurmaya başladı, vurdukça vurmaya, vurmaya, vurmaya devam etti. Sonra sandalyeyle her yere vurmaya başladı aynaları kırıyor duvarları dövüyordu. İyice yorulduktan sonra elindekini üzerime fırlatıp gitti. Yüzüm gözüm dağılmıştı ama daha ölmemiştim. Elimi kaldırıp kafama dokundurdum elim kafamın içine giriyordu kafatasım parçalanmıştı, kafamın içi çok sıcaktı. bunu hissediyordum. Elimi oradan çektim ve her tarafa bakmaya başladım elim kana bulanmıştı vücudumda öyle kan kırmızı haldeydi, her yer oluk gibi akan kanla göl olmuştu.
Ölmek istemiyorum. Ölmekten ilk kez korkuyorum
Aslında yaşamayı pek sevmeyen biriyim,çünkü hayatımı sevecek kadar mutlu olmayı beceremedim mutlu olmak için hep çok çaba sarf etmem gerekliydi. Küçük şirin tesadüfler olmuyor, mutluluk adına yaptıklarım bazen güzel sonuçlar veriyor ama bunlar hep kısa sürüyordu Yaşamak zaten ağırdı ve zor geliyordu. Sevgisizlik yalnızlığı, yalnızlık sessizliği ve sessizlikte hiçliği anlattı hep. Hiçlik zaten ölümdü.
Bu yalnızlığın içinde ölümü düşlemek ve yaşamı düşünmek hep yaptığım şeydi. Ölüm ve doğum her canlının sadece bir kez yaşayabildiği iki olgu. Ne tesadüftür ki insan bu iki olayın nedenini asla çözemeden, sadece olanla yetiniyor. İşte ben ölüm ve ömür arasındaki bu negatif ilişkinin sunulan gerçekliği içinde her zaman insan gerçekte neyi yaşıyor diye sordum kendime. İşte bu sorgulamalardan sonra, sadece bildiklerimi, bana ezberletilenleri, vicdanımı zorlayan utançlarımın pişmanlıklarını, günahlarımı, ve yıkıntılarımın ardında görünürde ayakta duran gövdemin soğuk bakışlı gözlerinin gördüklerini yaşıyorum.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak, kıyasıya üstünlük rekabetleri, dibe vuran eğlenceler, utançsız tüketim toplumunu yaratan üst kültürün zorlayıcı sahte bilinci yaşamı sevdiren birkaç sanal gerçeklik idi. Ölüm soğuk ve korkutucuydu. Ölümü tanıdıkça yaşamayı sevdik.
Yaşamım boyunca çokça yalnızlığım ve her şeye karşı tek başına duruşum bende kişiliklerini hiç bilmediğim insanlarla sosyalleşme gereğini doğuruyordu. İnsanlara karşı açık fikirli , pazarlıksız , çıkar ilişkisi gözetmeyen bakışım onların beni bir kadavra misali görmesini sağlıyor insanlık özünü kaybetmiş olanlar sanki içimdeki tüm organlarımı ve fikirlerimi alıp kendilerine naklediyorlardı , bedenimi boşaltıp açlıklarını doyurunca, kadavramı diğer ölülerinin yanına gömüyorlardı.
Bu, içim boş zamanlarda aklıma Şair Ece AYHANın Silgiler silerken silinirler de dediği mısrası gelir. Yaşamı tüketilmiş olarak silinen ben de onları siliyorum.
- Her kaybediş yeniden bir ilkellik mi doğuruyor?
Benlik duygunuz sevgilerinizi köreltmişti kalabalıklar içinde ben diye duran insanlar ordusuydunuz, Benliği bencillikle karıştırmıştınız. İnsana asıl güç ve güven veren bizliğimiz yok edilmiş, yaşama manipülatif gözlerle bakanlar asıl gerçekliklerini kaybetmişlerdi. Oysa ki bencillik duygusu aslolan güçsüzlüğümüzdür. Ve biz olan yalnızlığımız aslında daima sıcak ve gerçek bir dost eli ararken kaybettiğimiz nice insanlar nice umutlar nice emeklerimiz nice düş kırıklıklarımızdır.
- Yalnızlık, bizsizlik bilinci değilmidir?
Sürünerek banyodan çıktım evden çıkmalı birilerinden yardım istemeliyim, kapıyı geçtim. Merdiven boşluğunda elimi yerden kaldırıp merdiven parmaklıklarından tutup küpeştelere elimi atarak destek aldım ve ayağa kalktım düşe kalka iniyorum ve önüme gelen her kapıya vuruyorum kimseler açmıyor, gecenin bu kör saatinde dairemden gelen sesler ve kapılarının nedensiz çalması komşularımı ürpertip korkutmuş olmalı ki kapılar açılmıyor Yapacak tek şey kendimi sokağa atmaktı. Binadan çıktım artık gücüm tükendi kollarım boşalmış dizlerim baldırlarım kesik kesik ağrılarla kesiliyor adım adım tükeniyorum. Ve binanın bahçesine yüzükoyun yıkılıverdim. Yere bir kaplumbağa misali ufacık oluverip kapaklandım. Yüzüm sol tarafıma doğru bakıyor kısa bir süre sonra etrafımda insanlar çember oluşturmuş ölmek üzere olan adama en ürkmüş gözleriyle bakıyorlar. Nefes almakta zorlanıyorum nefes alıp verirken gırtlağımdan hırıltı gibi kesik sesler çıkıyor, can çekişiyor olmalıyım. Gözlerimde yoğun gri bir tabaka oluşmuştu sanki her şey küçük bir yangının içinden çıkan dumanın ardındaymış gibi bulanık ve puslu görünüyor. Hiçbir şey duyamıyor anlayamıyorum; Dilsiz beyinlerdeki anlamsızlık gibi oluvermişti dünya. Kıpırdayamıyor soluk alamıyor ölü gözlerle sabit bir boşluğa bakıyorum. Üşümeye başladım, bir anda sol kulağımdan beynime çok yüksek şiddette bir ses girdi sanki beynimin içine binlerce volt elektrik veriliyor beynim sesten ve sancıdan patlayacak gibi... bu ses , bu sancı bildik değil hiç tatmadığım bir şey bana çok yabancı ve hiçbir şekilde dinebilecek gibi değil.
Beynimin içindeki sancı dolu çığlık hiç durmaksızın artıyor. Ayaklarımdan itibaren yükselmeye başladım sanki gövdem ve hislerim birbirinden ayrılıyor. Kendi tenimden çıkıyorum ama ayaklarımın yerde durduğunu biliyorum. Yükselmem devam ediyor.
Bu ölümün ardında kalan insanların, benden sonra benim için dillendirdikleri hüzün dolu tüm acı feryatları boşlukta uçuşup giderken bana dair her şey giderek anlamsızlaşacak. Çünkü; İnsan her acıyı unuttuğu gibi ölümün acısını da kısa zaman sonra unutacak.
-Zamanım doldu-
Emre T. Nisan 2003