Doğaüstü henüz anlayamadığımız doğal şeylerin adı. -Elbert Hubbard |
|
||||||||||
|
İstanbul’un tepelerini, cüce dağlarını, ormanlarını gezerken gördüm ki bütün bir varlık yakın zamanda değişerek, renkten renge girecek. Kimi fısıltıyla, kimi sesini karşı tepelerde çınlatarak o ezeli değişim şarkısını söyleyecek… Seninle başbaşa kaldığımız, muhabbet ettiğimiz, orman da bugün turuncular beliriyor, kıyısından uçuk bir sarı yukarılara doğru göz kamaştırıyor Leylim… Derinlere ilerledikçe tüm yamaçlar kızıla çalıyor artık. Toprak ve ağaçlar; turuncu, yeşil, mor, kahverengi, sarı renklere bürünerek gök mavisinin içine doğru karışıp gidiyor… Evet, sonbahar da bir baharmış Leylim, senin en sevdiğin mevsim, ilkbaharın ikincisi bugün hüznümü ve sana olan sitemimi bir kez daha kabartıyor… Biliyor musun? Ormanın içinde ki büfe hâlâ duruyor. Sıkıştığında hızlı adımlarla gittiğin tuvalet de yerinde duruyor.. Nasıl da efeler gibi sallanarak gitmiştin öyle hatırladıkça gülmeden edemiyorum… İşte bugün o tatlı hatıraları canlandırmaya geldim bu ormana. Ama sen olmayınca gerçekten kendimi yarım ve eksik hissediyormuşum bunu bir kez daha anladım. Bu yüzden garip bir alışkanlıkla, bir gün bu gezdiğimiz ve hatıralarımızın olduğu her şey yok olacak gibi, bir daha hiç görmeyecekmişim gibi geliyor… Hani vitesli arabayla kendini test ettiğin (aslında beni test etmiştin biliyorum!) yolun, aşağısında ki mavi-yeşil göl var ya -sen orayı görmemiştin- rengi gözlerinin rengine bürünmüş iyice. Yüzümüze oynaşarak esen rüzgâr, aniden yağan yaz yağmuru, üstümüzden cıvıldaşarak geçen kuşlar da suskun ve hüzünlü… Ben şimdi evinin bir odasında uyuyamadığın zamanlarda hatıralara iç çektiğin her nefesi şimdi burada dinliyorum. Yüreğime attığın imzayı; “seviyorum seni” dediğin sayılı tüm sözleri ormanın içinden, gökyüzündeki bulutlara karışsınlar diye haykırıyorum. “Yine geliriz” buraya demiştin, bir daha gelebileceğimiz ihtimalini hiç düşünmeden… Ama düşünmemek, mukadder olanı değiştirmiyormuş demek ki. Bir akşam karanlığında yıkmaya çalıştığın yüreği, üfleyerek söndürmeye çalıştığın narı da saymıyorum. Fakat ne yaparsan yap, nasıl kaçarsan kaç, hangi bahaneleri uydurursan uydur, ben seni gülümseyen yüzünle hatırlayacağım Leylim… Bu dünyada hiç kimse senin kadar güzel gülümseyemez. Hiç kimsenin gözlerinde senin ki kadar berrak bir ışıltı yok… Hiç kimse senin gibi taşı gediğine koyamaz. Hatta bana laf da sokamaz… Sensiz buralar da kurmaya çalıştığım cümleler yerini bulmuyor belki. Ama içimden geçtiği gibi yazıyorum. Gönlümden geçtiği gibi yani. Biliyorsun her seferinde bir çocuk gibi hayretle gözlerine bakmaktan kendimi hayalindeki bakıştan yine alamıyorum. Sen bende sonsuz bir hayretsin Leylim, daima çoğalan sonsuz bir hayret… Bu tarifsiz yerler, tarifsiz mekânlar ve Allah’ın yüksek sanatı olan aziz doğası kadar yakınımdasın şuan. Ama ne zor çekip gittiğine inanmak… gidip de hangi bilinmezde yürüyeceksin bilmiyorum… kim seni belinden düşmeyesin diye saracak kollarıyla? Kim sana tüm hücreleriyle gülümseyecek ve kim sana gerçek sevgi sözcüklerini gelip kulağına fısıldayacak, onu da bilmiyorum… Bilmek imkânsız evet sen de gidince tamamen imkânsız kaldı Leylim.. Senin sırrını, ruhunu asla çözemeyeceğim, kimse de seni çözemeyecek. Bunun birçok sebebi var. O sebepleri de konuşamadık bir türlü. Yapamadığımız, konuşamadığımız yapacağımız ne çok şey vardı oysa… Bana öyle geliyor ki, bu kent, üstünde bir zaman mutlu mesut gezen tüm sevgililerin -birbirinden ayrılmaması için- her hatıranın ayrıntısına kadar görülmesini sağlıyor. Tıpkı bir sinema filmi gibi… Bu satırları soğumuş ormanın içinden seni hayal ederek yazıyorum. Hatta bastığın bir dalı avucumun içine alıp yüreğinin sesini dinliyorum… Seninle burada yaşayan herşeyi diriltebiliyorum. Kaplumbağaları, su kuşlarını, sokak kedilerini, serçeleri ve binbir çeşit esatirle hakkında, geçen güzel zamanlarımız hakkında sohbetler ediyorum. Renksiz yerlere senle birlikte renk ekliyorum. Eksik dillere senle birlikte dil ekliyorum. Sesleri çoğaltıyorum… Öylesine yalın, öylesine doğal, öylesine yürekten yapıyorum ki görsen sen de inanamazsın bu halime Leylim.. Peki, sen ne yapıyorsun? Bu suskunluğun, bu küsmelerin, bu gururun bir sanatçı yüreği taşıdığın için mi acaba? Yani, benzersiz, üstün ve bir o kadar doğal, çok mütevazı bir sanatçı yüreği taşıdığına yemin edebilirim ama gerçekten seni bazen hiç mi hiç anlayamıyorum… Leylim, ben sende eriyip sınırlarını artık kaybetmiş bir yerliyim. Sen benim anlamamsın anlamıyorsun… Sen benim sanatımsın görmüyorsun. Hayatını uğruna feda etmiş bir yüreğe susmuşluğun, küsmüşlüğünü gerçekten tartamıyorum. Ah Leylim diyorum! Ah güzel, tatlı, şirin, biricik Leylim… Bu senin sonbaharın uzun lafın kısası böyle delirmiş gibi güzel işte şimdi her yer. Ne diyeyim ki sana ben? İstersen yüz yıl konuşma! İstersen bir selam da verme. Ben senin sevginin ve muhabbetinin sıcaklığını dünyanın hiç bir servetine değiştiremem. Bu yüzden seni hep sahici gülüşlerinle, tatlı nazlarınla hatırlayacağım. Zira sensizliğe alışmak çok zor! Gözlerimin önünde olduğun halde sana dokunamamak yıkıcı. Bu yüzden bu şehirde hatıramız olan hiçbir yere sensiz cesaret edip bir daha gidemeyeceğim Leylim… Bu zulmü bitirmeni dilerim… Hoşça kal.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |