Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Ben Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya konusunu iki farklı yönden değerlendirmek istiyorum. Birincisi hiç bir vasfı olmayan iki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak değerlendirmek ve ülkeden gidiş gerekçelerine kendimce bir yorum getirmek... İkincisi, bu iki kişiyi sanatçı yönleriyle değerlendirmek ve bu ülkeden gidiş gerekçelerine yorum getirmek... *** Önce Yılmaz Güney’i vasıfsız bir vatandaş olarak ele almak ve katilliğini sorgulamak istiyorum. Sıradan bir vatandaşsınız. Bir gün eşinizle birlikte bir pavyona gidiyorsunuz. Niyet belli; yanınızdaki kişilerle biraz eğlenmek… Dindar olmadığınız kesin. Milli değerlere bağlı olmadığınızı da farz edelim. Bir masaya oturup içkinizi içip, belki de yanınızda olanlarla söylenen şarkı ya da türkülere eşlik de ediyorsunuz. Yanınızda eşiniz olduğu için çıkabilecek rezaletten yahut rezalet çıkarmaktan uzak durmaz mısınız? Bir süre sonra masanıza bir sarhoş geliyor ve bir söz düellosu başlıyor. Hem hanımınıza hakaret edip, hem de sizi eşinizin yanında tehdit ediyor (Yılmaz Güney’in ifadesi). Bu durumda siz ne yapardınız? Sanırım Yılmaz Güney’in yaptığını… Olaydan önce bu adamla aralarında nasıl bir sürtüşme geçti bilemiyorum, ama her ne kızgınlık olursa olsun, bir adamın bırakın eşe hakareti, bir kişinin eşinin yanında uygunsuz konuşmalar yapması bile ciddi müeyyideler gerektirir. Şimdi gelelim olayın siyasi boyutuna. Biri sözde milliyetçi ve bir hâkim. Bu zat-ı muhterem Sefa Bulut, bu düzgün duruşuyla pavyonda ne arıyordu? Bu mübarek kişi sarhoş olup (geçmişte kin beslediği biri olduğunu var sayarsak Yılmaz Güneyi), eşiyle birlikte bir masada oturan birinin masasına gidip, sözlü dalaşma hakkını kendisinde hangi ahlak ve milliyetçilikle bütünleştiriyordu? Acaba tersi olsaydı, Yılmaz Güney onun masasına gidip, onun eşine hakaret ederek, kendisini eşinin yanında tehdit etseydi ne olurdu? Şimdi ölmüş olan bu iki insanın sorgusunu ve gerçekliklerini kenara bırakarak, peşlerinden yürüyenlere bir bakalım. Sefa Bulut milliyetçi, Yılmaz Güney komünist… Sefa Bulut masum, Yılmaz Güney zalim. Sefa Bulut haklı, Yılmaz güney haksız. Sefa Bulut dindar, Yılmaz Güney dinsiz. Yılmaz Güney, Sefa Bulut’u camiden çıkarken, sırf milliyetçi ve dindar olduğu için öldürdü fikrine kapılıyorum neredeyse. Yazık ki, bu mantıkla bakan bir kesim var bizde. Yelpazenin solunda olan insanların Yılmaz Güney’in bu davada haklı ya da haksız olduğuna dair bir şey yazdıklarını ne okudum, ne de dinledim. (Arada kaçırdıklarım varsa affola) Sadece Yılmaz Güney’in hapishane hayatını, orada yaşadıklarını, yurtdışına gidip, vatan hasreti çektiğini ve bu şekilde öldüğünü dinledim ve okudum. Bir de ben kendi düşüncemi söyleyeyim bunun üzerine. Ben sıradan bir Kur’an-ı Kerim Müslümanıyım. Değerlendirmem de bununla ilgili olacak. İçkinin haram, helal, pavyonda olmanın meşru ya da gayr-i meşru olduğu konusuna değinmek istemiyorum. Benim inandığım, içki içen birisinin “Ben yaptıklarımı, söylediklerimi hatırlamıyorum” demesinin hiçbir inandırıcılığının olmaması. Çünkü aşırı içen birisi sızar kalır. Hareket edemez, konuşamaz da. Sızma noktasına varmamış birisi ise yalan söylüyor demektir. Sarhoşluk kavramının arkasına sığınarak her tür pisliği yapıp, “Hatırlamıyorum” der. Bu palavraya hiç içki içmemiş birisi hariç kimse inanmaz. Bu iki kişi de yaptıklarını bilerek ve isteyerek yapmışlardır. Bana gör Yılmaz Güney kesinlikle davasında haklıdır, ancak bu haklılık, bir insanın hayatını alma hakkını vermez. Öldürmek yalnızca nefs-i müdafaada makul sayılır. Başka türlü öldürme olgusu kesinlikle meşru sayılamaz. Yılmaz Güney bence, eşinin yanında uğradığı sözlü saldırıyı hazmedemedi ve gurur meselesi yapıp, Sefa Bulut’u vurdu. Yanlıştı ve nefs-i müdafaa da olduğunu düşünmüyorum. Bu durumda siyasi tercihlerinden dolayı, ne ölen Sefa Bulut’u melek gibi tertemiz göstermeye, ne de Yılmaz Güney’i korkunç bir yaratıkmış gibi anlatmaya hakkımız yok. Siyasi görüşleri birbirinden farklı olan bu iki kişi aralarındaki sürtüşmeden dolayı böyle bir vahim olay yaşamış, çevrelerine de yaşatılmıştır. Allah her iki kişinin de taksiratlarını affetsin… Yılmaz Güney bu ülkenin yetiştirdiği en önemli değerlerden biriydi. Bu ülkede batının “Burjuva”, bizimse “Ağalık” dediğimiz emek sömürücülerine karşı gerek yazdığı şiirler, öyküler, romanlar, senaryolar, gerekse yaptığı filmlerle “Toprak Reformu” kanunu destekleyen devrim niteliğinde eserler sunmuştur bu millete. Bütün bunları görmezden gelme demek, sanata, insanlığa, hatta kişinin kendisine saygısızlığı olur. *** Şimdi bir de Ahmet Kaya gerçeğine bakalım. Ahmet Kaya bir eğlence merkezinde gazetecilerle yaptığı söyleşide mealen Kürtçe bir klip çekmeyi planladığını, ancak buna birilerinin engel olmak istediğini söylüyor ve gaza gelip, “Kendine güvenen varsa engellesin” diye de meydan okuyordu. İşte bu meydan okuma gafı ortalığı karıştırıyor ve kendine güvenen Serdar Ortaç Ahmet Kaya’ya çatal fırlatıyordu. Bunun üzerine Ahmet Kaya apar topar mekândan çıkartılıyor ve bir süre sonra da yurtdışına gidip bir daha dönmüyordu. Biz sevdiklerimizi öyle çok severiz ki, onlar bizim için peygamberden bile öte yaratıklardır ve hiç hata yapmazlar, hata yapma hakları da yoktur. Bu ülkede her şeye rağmen bugün bile “Ahmet Kaya dinlemeyen biri var mı” diye sorsam, eminin alacağım cevap belli “Yoktur”. Acaba Serdar Ortaç Ahmet Kaya dinlemiyor mu? İnsanların Kürtçe konuşmaları, Kürtçe türkü, şarkı söylemeleri bir haktır. Kimse kendi milliyetini, anasını babasını kendisi seçmiyor. Siz bir hakkı yok sayıp, gasp ediyorsunuz. Bu ne ahlaka, ne vicdana, ne de insanlığa sığar. Ancak ülkenin genelinde bir resmi dil vardır ve onu kişi ve kurumlar arasında kullanmayı zorunlu kılabilirsiniz. Bunun için de ülke içinde yaşayan ve farklı milletlere mensup insanları bu resmi dili öğrenmeleri, insanların eşit hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri için gerekli olan bütün çalışmaları yaparsınız. Gerisi vatandaşın kendisine kalıyor. Ahmet Kaya ne yaptı? “Kürtçe bir klip yapacağım” derken bir topluluğun, bir ihtiyacını karşılamak üzere hayırlı bir iş yaptı. “Buna engel olmak isteyenler var” derken, hem yakındı bu yanlıştan, hem de destek istedi. Ancak “Kendine güvenen delikanlı varsa, engel olsun, bakalım” derken ciddi bir hata yaptı ve yapacağı güzel şeyleri kendi eliyle baltaladı. Demek ki, kendine güvenenler oluyormuş. Keşke olmasaydı. Ben altmış sekiz kuşağından sonra ortaya çıkan sanatçılar içinde, oldukça çok değer verdiğim sanatçılar arasında yer alıyordu Ahmet Kaya; hâlâ öyle… Sanırım, ülkenin geneli de benim gibi düşünüyor. Gururuna yedirmeyen kimseler de varsa eğer, onlar da eminim gizli saklı Ahmet Kaya dinliyorlardır. Ahmet Kaya’nın sesi ve icrası, Yusuf Hayaloğlu’nun şiirleri ve güfteleri bu toplum var oldukça, dinlenmeye devam edilecektir. Ben hepsine Allah’tan rahmet ve taksiratlarının affını diliyorum. 23 Ekim 19 Gölcük
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman AKTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |