Ben zamanın takvim yaprağıyım!
Ey mesâfeleri aşıp, gönlü ile gönlümü tutan! Hasretiyle yakan. Firakıyla sızlatan Sızılarıma Büşra olur musun? Gönüle inşirah, fırtınalara sükûn düşüren sadiye olur musun ey yâr Hayat sanki topraktan tüten bir yeşil buğu. Güz yağmurlarından sonra kırlar, yüreklerini yarıp yeryüzüne zümrüt rengi düşürmüş. Ve mavi Marmaranın mavi sularını beyaz bir tül örtü gibi martılar kaplamış. Suyun akıntısına set çekmiş gibi.
Ey aziz İstanbul senin raksına dalarken içim titriyor derinden. Hasret çekenlerin ızdıraplı nefesleri, bizde geçer en yanık bir musiki yerine. Duyar gönüller en büyük zevkini Sarayburnundan Kız Kulesine martıların kanadın da uçururken büşrayı. Gül dudaklar öpecek ay yüzlü alnını. Göreceksin bizim diyarımızda binbir baharı. Her an her saniye yedi tepesinde duyarsın O vahyin kutlu sedasını. Davet edilirsin Habeşi Bilalin sesiyle Sultanahmete. Serilir Marmaraya bir ikindi vaktinde seccaden ışıl ışıl. Dalgalarla oynaşan beyaz martılar, onları seyre dalan yorgun gözlerinden düşer bakışlar. Adalardan eser yüreğinin kuytusuna soğuk bir rüzgâr. Hasretini taşır kıyıdan kıyıya vapurlar. Denize iğne oyası gibi işlenir her bakışta bir sadiye ve çeyiz sandığı gibi durur mavi suların ortasında Kızkulesi yâr.
Akşamın ufkuna karışır martılarla vapurların çığlığı. Kelam eyler kutsiyete bürünmüş sessiz kaldırımlar. Güz mevsiminde hasrettir gonca gül kokusuna Aziz Mahmud Hüdai yolu. Bir rüzgar düşer ansızın soluklanır nefesler, seyrine dalar gözler Topkapı Sarayının. Işıkları yanar sessizce gecenin. Duygular tırmanır Galata yokuşunu. Yırtılır zamanın tül perdesinde hasret. Anadolu Hisarında soluklanır İstanbulun bütün hicranı. Gittikçe siyahlaşan kanatlarımı topluyorum sessizce. Biliyorum yine akşam oldu ve üstümüzü örttü bir perde. Evsizler, kimsesizler, gurbet sılasıyla yananlar, sıla türküleriyle inleyen sineler sessizce bekliyor büşra-ı nidayı. Akşamın bir yanı sevinç bir yanı melal. Hüzün yüklenir şimdi kaldırımlar. Karışıyorum bende ıslak bir kum tanesi gibi yüreğimi sımsıkı tutan hicranın denizine. Son akşamın vedası yazılır üşüyen İstanbulun semasında uçan martıların kanatlarına. Kırık bir tebessüm düşer günün son sedasından akşamın alacalı merhabasına. Bekler gözler pencerelerde gelecek olan büşrayı sadiyeyi.
Ben zamanın takvim yaprağıyım. Zamanı oyuncağında saklayan çocuk gibiyim. İçimde gittikçe kıvrılan bir ip yumağı ve ilmek ilmek örülür sessizce bir visal.
Saatin titreyen yelkovan ve akrebindeki zamanım. Titreyen kalemden dizelere düşen son bir damlayım. Müjdeleri bekleyen yitik bir maviyim. Aylardan Aralık diyor takvim yaprağı usulca kulağıma Ben zamanın hicranında hasret türküsüyle avunan kırık bir tebessümüm!
Sadiye: mutlu, uğurlu
Büşra: müjde, sevinçli haber
www.hayalkalpler.com
Ercan Gümüş Vedasız Mektuplar ]
]