Kurguyla gerçek arasındaki ayrım, kurgunun mantıklı olmak zorunda olması. -Tom Clancy |
|
||||||||||
|
*** Kapının önünde, kaldırımda, bağdaş kurmuş, sigarasını hiç dokunmadan içen ve titreyen ve sarhoş adamın yanına oturdu. Tam yanına değil. Onun rahatsız olmasını önleyecek bir boşluk bıraktı arasında. Kurtarırsa dünyayı bu gibi incelikler kurtaracaktı, biliyordu. Ufak huzursuzluklar, büyük yıkımları doğuruyordu çünkü. Bağdaş kurmuştu otururken o da, pantolonunun cebindeki sigarayı alabilmesi için bacağını sokağa doğru uzatması gerekti. Bu esnada, yanına oturduğu adam onu fark etti. Donuk gözleri üzerinde dolandı. Bu donuk bakışı ve ağzında eriyen sigarayı görünce kendisine sigara aldığı paketi ona doğru uzattı. Karşılıksız kalmadı bu suskun diyalog, adamın çirkin ve teni çatlamış eli sigaradan bir dal kopardı, ağzındaki dibi görmüş ve intiharı bekleyen sigaradan son çığlığı aldı. Eskisi yere, yenisi tahta. Yaşasın yeni kral! Bir süre yürüyen sokağa baktılar. Amaçsızca sağa sola yürüyen insanları seyrettiler. Kafası güzel insanlar, kendisi güzel kadınlar, onların peşinde dolaşan çakal sürüleri, derdinden önünü göremeyen ayyaşlar, ayyaşlıktan dert çekemeyen yolsuzlar, yolsuzluktan ayyaşlaşamayan dilenciler, dilenmekten insanın yüzüne bakamayan ufak çocuklar, çocukluğundan erken terfi almış genç kadınlar, kadınlığından vazgeçmiş bedenler, bedenlerini üç kuruşa satan fahişeler, fahişeliği marifet olarak bedenine işlemiş erkekler, erkekliğini parayla kazanan ve hala babalarının karnından çıkamamış veletler; polis sinyalleri, midyeci nidaları, kedi miyavları, yürüyen martılar, havlamaya üşenen başıboş köpekler, yere bağdaş kurmuş Çingeneler, yanıp sönen neonlar, yükselen müziğe karışan insan sesleri, kadın kahkahaları, kadeh ışıltıları ve tüm bu kargaşa ve tüm bu yalnızlık hallerine baktılar. İnsan bazen yanında susarak ona eşlik edecek birisini arıyordu. Bunu fark etmiyordu ama konuşmadan ona yarenlik edecek bir insana her daim ihtiyacı oluyordu insanın. O an, o boşluk, sigaraları bitene kadar, sessizce ve kalabalıkla doldu. İkisi de fark etti bunu. Tek laf etmediler. Sigarası bitince, bir öksürük tuttu. Çok sigara içmiyordu çünkü, böyle iş çıkışında arkadaşlarıyla buluşup alkol aldığı zamanlarda masadan sigara tırtıklamamak için paket alıyordu. Anlamıyordu sigaradan çünkü daimi içici değildi, iyi tütün hangisinde, hangisi koku yapar, hangisi balgam, bilmiyordu pek. Hayatta en ufak şeyin bile bin türlü değişik bilgisi mevcuttu çünkü. Anlamak ve öğrenmek için zaman ayırmak gerekiyordu üstelik. Ama insanlar bazı şeylere yetişebilmek telaşındayken, bazı şeyleri es geçiyor, görmezden geliyor, umursamıyor hatta terk ediyor, kırıyor ve döküyor ve dağınık bırakıyordu. Böyle düşündü, düşüncesini dışa vurdu; ‘Es geçiyoruz değil mi, insanları bile’ dedi solgun bir iç çekiş edasıyla. Yanında oturan ve titreyen adam bakışları yerdeki gölgelere odaklanmışken, başını salladı. Onaylıyordu onu bu kafa sallamasıyla. Cevap vermeye hazırlandı, belli ki çok içmişti, çok ağır hareket ediyordu. Yavaşça bakışlarını yerden söktü. Hareketleri adeta kurmalı oyuncakları andırıyordu. Dizlerini karnına çekti, derin bir soluk çaldı gökten. ‘Bazen’ dedi, ‘bazen bir insanı o kadar önemsiyorsun ki, diğer insanları es geçtiğinin bile farkında olmuyorsun.’ Solukları göğe yükselirken beyaz bir iz bırakıyordu. Gece soğuk olurdu bu aylarda. Aylardan Marttı. Şubat henüz yeni terk etmişti şehri, sokaklarda adım izleri seçilebiliyordu. Devam etti adam; ‘Bundan 1 sene 11 ay 13 gün önce’ dedi, saatine baktı, ‘hayatıma böyle birisi girdi ve ben o hayatıma girdikten sonra hiçbir şeyin aynı gitmeyeceğini anladım. Bazen olur ya, işte anlarsın, o sana baktığında, bir saniye öncesinden farklılaşır dünya. Salak bir gülümseme yayılır yüzüne, arkadaşların dalga geçer, sen inkar edersin, saçmalamayın amına koyayım dersin, ama saçmalayan sen olursun. Ya kusura bakma birader, bir sigara daha versene ayıp olmazsa. Kafanı da şişiriyorum değil mi?’ Kendi ağzına da sigarayı yerleştirirken hayır manasında salladı kafasını diğeri. Önce kendi sigarasını ateşledi, sonra onun. ‘İsim neydi hocam?’ ‘Salih ama arkadaşlar Anafor deler.’ ‘Anafor Salih, uf ne fiyakalı duruyor.’ Gülümsediler beraber. ‘Sigara için sağ ol bu arada.’ Derin bir nefes aldı Salih sigaradan. Başı döndü. ‘Sonra ne oldu?’ ‘Sonra mı abi, sonrası klasik hikaye. Birisi yolunu kaybeder, diğeri o kayboluştan haberdar olana kadar kendi derdine gömülür. Ben yolumu kaybettim onun yolunda yürümek, yürüyebilmek için. Geri de dönemedim. İstemedi beni. Başta arkadaş gibi yaklaştım. Görüştük baya bir süre. Onun başka bir görüştüğü çocuk vardı, biliyordum. Anlatırdı bana. Her anlattığında da içim ezilirdi, ses etmezdim. Edemezsin ki, karşındaki acı çekerken ne kadar kendi içine bakarsan bak, duydukların içindekilerden baskın oluyor. Abi bilsen, onun sevdiği çocuk da tam piçin tekiydi. Kız da bunun farkında ama işte, ben kendimde onun için neyi görüyorsam, onda da o çocuk için onlar vardı. Çocuk buna hiç yüz vermezdi, teselli ederdim. Düşünsene halimi, yanımda bir başkası için ağlayan bir kadına aşıktım ve gülümsemekten başka bir şey yapmasına gerek yoktu kendine aşık etmesi için.’ ‘Dur iki dakika bekle, hemen geliyorum ben.’ Yerinden kalktı, koşar adım içeri girdi Salih. Kaldırımdaki adam önce kavrayamadı gittiğini, sonra dizine dayadı çenesini. Beklemeye başladı bakışlarını sokağa gömüp. Elinde iki birayla döndü Salih. Birini verdi ona, birini de kendisine açtı. ‘Eyvallah yahu, ne güzel düşündün Anafor kardeş.’ ‘Eee, sonra ne oldu?’ ‘Sonra, bir gün yine böyle bir haldeyim, hiç unutmuyorum. Tanışalı 6 ay 27 gün olmuş’ tekrar saatine baktı. ‘O kadar içmişim ki, kalktım gittim onun evine. Arada gider kalırdım zaten, bir arkadaşıyla yaşıyordu, arkadaşı da beni tanıyordu. O da içmiş benim gibi, kafası güzel, ayaklarıyla yere tam basamıyor. Sanıyorum ki o an, bir melek uçuyor odanın içerisinde ayakları yerden kesilmiş. Yer yatağı var odasında, oda karanlık, karanlıkta görüyorum onun aydınlığını. Şarap getirdi, bardaksız içmeye başladık.’ Bir yudum aldı birasından. Uyuşan ayağını uzattı, ağzında bir küfür geveledi. ‘Anlattırma abi gözünü seveyim!’, yanağını sildi bunu söylerken. ‘Anlatma istersen güzel kardeşim canını yakıyorsa, kusura bakma böyle birden merak edince sordum ben de.’ ‘Yok kusur değil de, hatırladıkça geçmiş, derinin altında bıraktığı izlerin üzerinden yeniden geçer ya, o yüzden bilir misin abi o duyguyu? Unutamıyorsun zaten, unutamadıkça ve kendi ellerinle o izlerin üzerinden geçince, kayboluyorsun şu oturduğun yerde sokağın ortasında. Öyle bir yersizlik yurtsuzluk ki abi, Allah kimseyi düşürmesin bu sokağa.’ ‘Biliyorum, her insan biraz kendince tanışmıştır o sokakla.’ Bir süre sessiz oturdular, yavaş yavaş yudumladılar biralarını. Salih, cep telefonunu çıkardı bu esnada. Mesaj kısmına girdi, uzun uzun bir şeyler yazdı. Cebine geri koydu telefonunu. ‘Ya kusura bakma, ayıp oldu, ben senin adını sormadım. İsmin neydi?’ ‘Ant abi, Adana, Niğde, Trabzon.’ ‘İlk defa duyuyorum sanırım, değişikmiş.’ Yine sustular. Salih’in içeriden bir arkadaşı geldi. Salih’e ne yaptığını sordu. Eski bir arkadaşı olarak tanıttı Ant’ı. Birazdan içeriye döneceğini söyledi. ‘Sonra abi, ağlamaya başladı omzuma koyup başını. Ağlıyordu. Sevdiğim kadın, sevdiği adam için, benim omzumda ağlıyordu. Şarabı aldım, büyük bir yudum çektim. Başımı başının üzerine koydum. Kokladım saçlarını. O kokuyu unutamıyorum abi. İnsan bazı kokuları unutamaz bilir misin? O kokuyu her anımsadığında o kokunun yaşandığı zamana döner. Koku hafızası çok tehlikeli abi, çok tehlikeli, insanı intihara sürükler, intihara. Bir yudum daha aldım şaraptan, düşünüyordum o esnada, onun dudakları dokundu buraya. Çocukken de yapardım. İlkokula giderken. O zaman aşık olduğum bir kız vardı ya da aşk zannediyordum’ gülümsedi, ‘suyu bittiğinde hep benim suluğumdan su içerdi, ben de o içtikten hemen sonra su içerdim.’ Beraber keyifli bir kahkaha attılar. ‘Hepimizin böyle anıları var sanırım.’ ‘Öyle işte. Abi, hiç gerçekle hayali karıştırdığın oldu mu? Yani aslında o an oluyor ama, hayalmiş hissi yaşatıyor. Oldu mu hiç?’ ‘Evet oldu.’ ‘O zaman beni iyi anlarsın, çok iyi anlarsın beni. Öptü abi beni, hayal gibi geliyordu. O şarabın tadını, şişeden değil de onun dudaklarından aldım bi an. Hayal zannettim başta. Eli yüzüme değmeseydi, gerçek olduğunu fark etmezdim belki. Öptü. Ağzımdan. Karşı koymadım, karşılık verdim ben de ona. Yanağını okşadım, ağlıyordu hala. Kulaklarım uğulduyordu o an, belki hıçkırıyordu ağlarken duymadım. Sonra yavaş yavaş uzandık yatağa, seviştik. Uyudu koynumda, ufak bir bebek gibi soluyarak. Uyumadım hiç ben. Uyuyamazdım ki. Uyunur mu abi, uyursam ve uyanırsam her şeyin hayal olduğunu, rüya olduğunu görürsem diye korkuyordum. Uyumadım, kırpmadım, karanlıkta onu seyrettim. Bazı insanları, geceleri uyutmayan şeyler var. Benim o geceden sonra uyumama sebebim, onun bendeki uyuyuşuydu.’ Birer sigara daha tellendi ağızlarında. Gece sabaha yürüyordu artık. İnsanlar sokakları birer birer yalnızlığına terk ediyordu. Ayakta durmakta zorlanan, sağa sola kusan, oturduğu yerde sızan, bağırarak yürüyen insanlar kalmıştı. Yarın sabah bu olanları hatırlamayacaklardı üstelik. Kim bilir, belki bir daha içmemeye karar verecekler, bu sözlerini de çarçabuk bozacaklardı. ‘Sabah beni evden kovdu abi. Bir daha arama beni dedi. Nefret ediyorum senden dedi. İnsanın aşık olduğu kadının kendisinden nefret etmesi ne kadar ağır bir şey biliyor musun abi sen?’ Tutmuyordu artık hıçkırığını. Omuzlarını kontrol edemiyordu. Elini yüzüne bastırdı. Sigarası elinden düştü. Salih elini omzuna attı Ant’ın, sıktı. ‘Kusura bakma, deştim yaranı durup dururken, helal et hakkını.’ ‘Bir kere dinlemedi abi beni, bir kere anlatmama izin vermedi. Yüzüme bir daha bakmadı, beni gördüğü yolda yolunu değiştirdi, telefonlarıma çıkmadı, mesajlarıma dönmedi. İnanmadı abi bana, bir kere bile inanmadı.’ ‘Üzülme hadi kalk biraz yürüyelim, kafan açılır hem temiz hava iyi gelir. Hadi Ant, salma kendini, daha gençsin, yakışıklı adamsın ulan! Bozma kendini, toparlan!’ Koluna girdi, kaldırdı Ant’ı kaldırımdan. Birkaç saat öncesine kadar birbirinden haberi olmayan iki adam, kolkola ayazda yürüyorlardı. En büyük iyiliği hiç tanımadığınız insanlar yapardı bazen. Salih bir taksi durdurdu. Ant’ı arka koltuğa oturttu. Kendi ön koltuğa geçti. Şoföre ‘Acıbadem kaptan!’ dedi. Sokakları tarif etti. İki kez sağa saptılar, bir kez sola, bir kez ışıklarda beklediler. Parayı ödedi, indi arabadan. Ant sızmıştı. Yanağına ufak iki tokat atıp uyandırdı. Ant şaşkın açtı gözlerini, ayağını sokağa itti. Salih koltuğunun altına girip, yürüttü eve. Kapıyı açtı, asansörü çağırdı. Salih, kendini unutmuştu Ant’ı dinlerken. Benzer acıları farklı sokaklardan toplamak, ne çok acı var dedirtiyordu. Ant’ı yatağa uzattı. Ayakkabılarını ayağından çıkardı. Üzerine battaniye attı. Kendi odasına yürüdü. Yatağa bıraktı kendisini. Başı dönüyordu. Öksürüğe kapıldı bir süre, sigaraya küfretti. Cep telefonu yandı bu esnada. Mesaj gelmişti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Caner Almaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |