Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. -Cervantes |
|
||||||||||
|
Annem içerden seslendi: - Buban dışarı çıktı. Bak bakalım; at damına mı giriyor, Murat damına mı? Şu Murat yokken ne huzurluymuşuz. İnsan kimi şeylerin değerini ancak yitirince anlıyor. Murat eve geldiğinden beri, sanki “Utanç ve korku!” adlı bir film çeviriyoruz. … İlkokulun sonlarındayım. Tüm aile bireyleri köydeyiz. Bir gün kapının önünde iki taksi belirdi. Otomobilin adı o zaman taksiydi. Araba deyince, at arabası anlaşılırdı. Öndeki taksinin yolcu koltuğundan babam indi. Süren adama “Gel gel” yapa yapa taksiyi çift kapılı saman damına yerleştirtti. Murat taksiyi arka arkaya dama yerleştiren adam, babama “Haydi kazasız belasız” dedi; anahtarını babamın avucuna bıraktı, öteki arabaya bindi gitti. İkinci araç tozu dumana katıp gözden yitince doğal olarak sorgu süreci başladı. Sorgulama işini evin ikinci büyüğü olarak annem üstlendi. İlk birkaç sorunun yanıtından çıkan acı gerçek şuydu: Babam taksi almış! Sorgucubaşı annem, gerçeği iyice anlayıp bizim de anladığımızı tespit ettikten sonra sorgunun ayrıntılarına geçti: - Sürmesini biliyor muydun? Askerden filan. - Yok. Kısmet olmadı, ama öğrenilir gider. - Ehliyet? - O da yok, ama alınır gider. - Para? - Neler ödenmiyor, o da ödenir gider. - Beygirlerin suyu mu çıktıydı? - !... Sorgu bu aşamada kilitlendi kaldı. Çaresiz, o güne kadar hiç kimsenin şöför koltuğuna ilişmediği evimizde, bir taksimiz vardı. Annem, saman alırken komşular görüp rezil olmayalım diye üstünü çuvallarla, kilimlerle sıkı sıkı örttürdü. … Şimdi köyde hiç kimsede araba yokken bizde var. Ama saklı. Utanç abidesi gibi sarılıp sarmalanmış, saman damında duruyor. Evden çıkacağımız zamanlar bakılıyor, açılan saçılan en ufak yeri varsa özenle örtülüyor. Ata binip bir yere gidecek olanlar, önünden geçerken, şöyle örtünün üstünden bakıp burun kıvırmayı ihmal etmiyor. Ondan sonraki günlerimiz hep sıkıntı içinde geçmeye başladı. Biri görür duyar da “Haydi, binin bir görelim” deyiverir, diye. … Ama, bir süre sonra ortalıkta taksiler görülmeye, hatta korna çala çala kapımızın önünden geçmeye başladılar. Kadınlar, çocuklar neyse de, yaşı yeten erkek nesil tamaht eder oldu. Bu kez de, biri biner, devirir altında kalırsa korkusu başladı. Özellikle de abim dönüp dolaşıp “Mincen biyo naletlemeye!” diyor, başka bir şey demiyor. Önceden yalnızca utanılıyordu; bu duygu gitgide korkuya dönüştü. Abim ne zaman “Taksi” hatta “Tak” dese, “Aman etme eyleme!” deyip üstüne çullanıyoruz. Oysa biri kalkıp ata binecek olsa, annemin yönetmenliğinde “Hah işte, erkek adam böylü atı mine” diye övgüler yağdırıyoruz. Babam daha atılımcı biriydi. Bir gün hepkişi otururken, baklayı ağzından çıkardı. Evde dört tane yetişkin insan olduğu halde, Murat taksinin saklanmasından, binilememesinden iyice rahatsız olmuştu: - Mincen! Annem sürekli soruyla karşılık veriyordu: - Neye? - Taksiye. - Atla durukan? - Hee. - Ehliyetin? - Alcan. Babam gerçekten kararlıydı. Tek tek herkesin yüzüne baktı: - Hepiniz öğrenceksiniz. Bu kez herkesi daha büyük bir korku sarmıştı ki, rahatlatmak için bir öykü anlattı. Birinci Dünya Savaşı’na katılan bir amcadan dinlemiş. Bizimkilerde şöförlük en önemli meziyetmiş. Bilen yok denecek kadar az. Oysa ecnebi askerlerinin hepsi bilirmiş şöförlüğü. Saldırı sırasında askeri aracın şöförü mü vuruldu, hemen arkadan gelen yaya, geçermiş direksiyona, savaşa devam…Tıpkı at biner gibi. Savaşın bittiği yıl doğmuş babam. Kurtuluş savaşını bile çok iyi anımsamazdı. O yıllardan aklında kalan tek olay, büyüklerin isteğiyle “Padişahım çok yaşa, padişahım çok yaşa!” diye topluca bağırmalarıymış. Böyle manevi yönden destek verebilmiş devlete millete ancak. … Bu arada ehliyet almaya da çok heveslenmişti ama, olaylar istediği gibi gelişmiyordu. Gittiği yerden diplomanı al da gel, demişler. Yok da diyememiş; çıktı geldi. Önce diploma alması gerekiyor. “Neyse ki öğretmenle iyi tanışıyoruz” dedi. Ama, onun yanından daha da üzgün döndü: - Hiç tanıyamamışım şu öğretmen olacak herifi. Ne ters, ne uyumsuz adammış. Öğretmenin uyumsuzluğu önce okuma yazma öğrenmesini istemesi. Babamı en kızdıran da, kim öğretecek, deyince; beni kastedip “Küçük oğlun sana öğretir, korkma” demesi olmuş. “Ne korkcamışım!” dedi durdu. … Bir gün eve geldiğimizde saman damının kapısı açıktı, Murat yerinde yoktu. Bakanın yüzü aydınlandı. Mutluluk gözyaşları döktük uzun süre.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |