"Bazen bir mısra yaşamı değiştirir." -Kafka |
|
||||||||||
|
Hani misafir umduğunu değil bulduğunu yer, derler ya, benimki umduğu yerde değil bulduğu yerde yatar, oldu. Yatar mı dedim? Yanlış oldu; bulunduğu yerde çiğnenir. Bayındır’dan İzmir’e resmi dairede yapılacak bir iş için gidip, paydos saatinden önce son imzayı attıramadığımdan gecelemek zorunda kalışımın öyküsüdür bu. Yan oda, arka bina, dördüncü kat, asansör bozuk, kalk ayağa, çık dışarı, düz bakış, ters bakış, sinci gülüş derken son imzaya gelmiştim ki; çalışma saati dolmuş. Yine de ısrarcı olup evrakı son imzayı atacak olan en yetkiliye uzattımsa da “Angaryanın yasak olduğunu bilmiyor musun?” soruazar tümcesi ile kendime geldim. İmzacıların üç beş tanesini ordan bundan, sohbetten toplamanın ne önemi olabilirdi ki; son imzaya iki dakika geciktiğime göre tüm kabahat bendeydi. Sonuç: “Yarın erken gel!” … İşin bitmesi, en önemlisi de olsa, tek imza için ertesi güne kaldı. Şimdi seksen doksan kilometre yolu tep geri dön, sabahın köründe aynı yolu gerisingeri; gözüm kesmedi. En iyisi geceleyip erkenden işi bitirmek. Çevrede otel çok ama, ablamı görmeyeli aylar oldu. Duyarsa gönül koyar. Birkaç arkadaşla da hasret giderip geç vakit gittim. Uyku saati gelmiş, hatta çocuklar uyumuş bile. Ablam “Senin için küçük odaya yatak serdim, rahatça uyu.” dedi. Yorgunluktan hemen uyumuşum. … Gece yarısı bir tıkırtıyla uyandım. Hırsızlık çoğaldı, insan kuşkulanıyor. Ortalık oldukça karanlık. İlk anda bir karartı gördüm. Ardında daha küçük karartılar. “Merhabalar!” ses yok. “Enişte sen misin?” yine ses yok. Eğilip dikkatlice baktım, dürülüp, adam gibi duvara yaslanmış halılar, yolluklar. Belli belirsiz boya kutuları; anlaşılan temizlik var. Başımı yastığa koyar koymaz yine dalmışım. Kaç dakika uyudum bilmiyorum; bu kez deprem oldu da enkazın altında kaldım sandım. Üstüme devrilenden zor soluk alıyorum. Yetişin ölüyorum, diye bağırmaya çalışıyorum, kimse duymuyor. Ben gık diyecek oluyorum, üstüme bir yük daha biniyor. Neyse ki, şen şakrak bağırışlardan yeğenlerin üstümde zıplayıp oyun oynadıkları anlaşılıyor. … Bu arada enişte ile yabancı adamların kapı önündeki konuşmalarından, benim geç vakit gelip küçük odaya yatışımın unutulduğunu, eve erkenden boyacıların geldiğini, boş oda diye tüm eşyanın benim üstüme yığıldığı anlıyorum. Ben “Cankurtaran yok mu?” diye bağırmaya çalıştıkça, duyulmayan sesimin üstüne yeğenlerin zıplamaları tuz biber ekiyor. Eğer biri beni hemen anımsamazsa, ilk boya şehidi olarak tarihe geçeceğim. Hiç de umulmaz ya, nasıl olduysa eniştenin aklına geldim: - Akşam geç vakit kayınçe zıpırttı geldiydi. Nerde bu herif? Boyacılardan bir ses çıkmadı, yine enişte: - Al işte, pantolonu da askıda. Donsuz mu çıktı gitti bu herif? Yapmaz deli de değildir hani! Enişte sohbetini nasıl bir hareketle taçlandırıyorsa, boyacı ustası da meraklı, daha ayrıntıları soruyor: - Yapma be usta; o kırkaltılık dedikleri türden mi? Çok tehlikeli yahu, sakın bir daha eve sokmayın. Bak, çoluğunuz çocuğunuz var. Ya birini boğup öldürse? Yetişmiş yavrucak geri gelir mi? Adam sanki cinayet romanı yazıyor: - Bizim eski mahallede vardı öyle biri. Haftada iki tanesini bindiriverirdi dörtkolluya. Genç yaşlı, esmer sarışın, usta çırak demezdi. Ümüğünü sıkar, uzatıverirdi şöyle hol boyunca. Eniştenin ciddiye aldığı yok aslında: - Eee? - Eesi, kırkaltılıkmış! En büyük zevki adam öldürmek. Bir gün iç çamaşırlarıyla sokağa çıkıp birine saldırınca, polis alıp götürdüydü de kurtulduyduk. Zaten bunlar, en dellendikleri, en kana susadıkları gün sokağa pantolonsuz çıkarlarmış. İnşallah sizin kayınbirader da yakalanmıştır. Enişteden ses çıkmıyor ama, ikinci yabancının sesi duyuluyor. Boyacının çırağı olmalı: - Ben gidiyorum. Ustası caydırmaya çalışıyor: - Gel buraya be. Üç kişiyiz, biz onu boğarız. Şurada bir ekmek parası kazanacağız. Ama, çırağın ödü kopmuş, kararlı: - Ne iş isterim, ne para. Can pazarı bu! Seninki de tatlıysa sıvış. Hızlı kaç, yakalanma! … Yalnız boyacı ustası da tedirgin, enişteye soruyor: - Kayınbiraderin dönüp gelmez değil mi? - ? … Artık boğulmak üzereyim. Son bir çabayla, çığlıklar atarak bir silkinmişim ki; baktım eniştenin yüzü bile sapsarı. Boyacı ustasının ayak sesleri merdivenlerde çınlıyor. Bu arada mutfaktan da ablamın sesi geliyor, kahvaltı hazır olmalı: - Mehmet uyandın mı? “Uyanmaz mıyım, raporumu bile aldım” dedim, içimden.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |