Ben bir öğretmen değil, bir uyandırıcıyım. -Robert Frost |
|
||||||||||
|
Birkaç kere, “bırak elimi, söz veriyorum, kaçmayacağım,” dedimse de, annemi kandıramadım. Kendi evimizin kapısından içeri girinceye kadar elimin üstündeki mengene hiç gevşemedi. Bir köleymişim gibi, babamın dizleri önüne çömeltildim. Gözlerimi kaldırıp da babamın yüzüne bakmaya cesaret edemiyordum. Babam da sanki soru sormaya… Bu suskunluğu bozmak görevi anneme düştü. “Sen, oğlum öğretmen olacak diye böbürlene dur, oğlun anarşist olmuş efendi!” Sorgulanacak mıyım, dayak mı yiyeceğim, olacak olan şey bir an önce olsa da kurtuluversem şu sıkıntıdan ya! Babam, soğuk bir sesle, “anlat!” diye emretti. Anlatmamı istediği, elbette ki Ankara’dan kaçarak gelişime sebep olan detaylardı. Bu noktada biraz kaçak dövüşsem iyi olabilir diye düşünerek, “Kızılay’da, arkadaşlarla dolaşıyorduk. Tam da geçtiğimiz yolda anarşistler bombalı pankart asıyorlarmış. Son ana kadar fark etmediydik, ama birdenbire polisler ortaya çıkıp da o civardaki herkesi tutuklamaya başlayınca paniğe kapıldık, biz de kaçmaya başladık. Polisler de kovalamaya başladı. Birlikte olduğum arkadaşlarımı yakalayıp tutukladılar. Ben yakalanmadan kaçmayı başardım. Arkadaşlarıma işkence edip adımı, okulumu öğrenecekler, gelip tutuklayacaklar diye okuluma da gidemedim. Gidecek başka bir yerim de yoktu, mecburen Eskişehir’e geldim,” diye yarısı doğru, yarısı yalan bir şeyler anlattım. Anlattıklarımla ikna oluverse, dayak yemeyecektim ama… Ama, Safinaz ablaya her şeyin doğrusunu anlattığımı bir an için unutmuştum. Çipiş gözlü müzevirci Ankara’dan dönüşümü müzevirlerken, ona anlattığım detayları da anlatmayı ihmal etmemişti. Suratımda patlayan ilk tokat, bunu anımsatmaya yetti de arttı bile; anlaşıldı, anlattıklarımla ikna edememiştim. Babam da, “Yalan söyleme, ulan!” diye bağırarak, bana inanmadığını belli etmişti. Annem eksik kalır mı? “O bombalı pankartı asanlardan biri de senmişsin! Bilmiyoruz sanma!” Ben, kemküm etmeye çabalarken, annem aynı süratle devam etti. “Ya patlasaydı o bomba? Ya insanlar ölseydi!” Bunlar bombanın sahte olduğunu galiba bilmiyorlardı. “Esas bomba değildi ki o, bomba süsü verilmiş bir kutuydu,” dedim. Dediğimle birlikte ikinci tokatı, bu defa öbür yanağıma yedim. Bu ikici tokat biraz sert gelmişti, az kalsın yana doğru yıkılıyordum. Babam gene bağırdı. “Hani bir ilgin yoktu, ulan!” “Yoktu, valla…” “Bombanın sahte olduğunu nereden biliyorsun madem ki, puşt!” Galiba, kendi ağzımla yakalanmıştım. Bir sol direkt, hemen arkasından sağ direkt; artık oturarak kalmam mümkün değildi, zaten ben de bir külçe gibi sırt üstü devrildim, kaldım. Babam bu kadarla kalsaydı iyi olurdu ya, maalesef hızını alamamıştı henüz. Üstüme çömelip, tokat, yumruk, Allah ne verdiyse girişti. Bir yandan da söyleniyordu. “Bombalı pankart ha… Teröristlik ha… Polislerle çatışma, ha…” Bir sürü ‘ha…’, tabii ki her ‘ha’ bir yumruk, ya da tokat demekti. Annem, “yeter bu kadar!” diyerek onu üstümden çekiştirene kadar pestilim çıkmıştı. Babam da yorulmuş, nefes nefese kalmıştı; üstümden kalkıp yerine oturdu. Derin derin nefeslenerek epeyi bir nefesini toparlamaya çalıştı. Bir ara sinirden titreyen sesiyle, “al, götür şunu önümden!” diyerek anneme seslendi. Annem, kollarımdan tutup çekiştirerek adeta sürükler gibi beni odadan çıkartıp, lavabonun önüne götürdü. “Yıka şu suratını!” Lavabo üstündeki aynada yüzümü gördüğümde, gördüğüm morarmış, kızarmış, patlamış, kanamış et parçaları sinirlerimi bozdu, başladım kikirdeyerek gülmeye. Musluğu açmış, avucumu suyla doldurarak suratıma çarpmıştım ki, bu darbeyle canım acıyınca daha çok gülmeye başladım. Annem enseme bir şaplak atarak, “yediğin dayak az geldi anlaşılan; baban güldüğünü duysun da, gelip biraz daha dövsün!” diyerek beni odama doğru sürdü. Odamın kapısını üstüme kapatan annem babamın yanına döndü. Yatağıma oturdum. Suratımda elimi sürdüğüm her yer sonsuz bir acı veriyordu ve her acıda gülmeyi sürdürüyordum. Öbür odadan annemle babamın tartışma sesleri duyulmaya başlandı. Bir ara kendimi toparlayarak gülme krizinden kurtulmayı başardım. Gittim, kulağımı kapıya dayayıp tartıştıkları şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Tartıştıkları ben değildim. Bu iyiydi işte… Annem, açığa alınmış olan babamın eve girmeyecek olan maaşıyla ilgili kaygılarını dillendirmeye uğraşıyordu. Babam ise, baştan savma cevaplarla onu susturmaya… Annem, “olmazsa gider, Esin’in yanında kalırız. Senin maaşın, şuyun, buyun halloluncaya kadar onun maaşı idare eder bizi,” dediğinde, babam öyle bir tepki gösterdi ki, bir an ayaklanıp annemi de dövmeye başlayacağından umutlandım. Doğrusu ya, ben dayak yerken tüyünü bile kıpırdatmayan annemin öyle bir dayak yemesi çok hoşuma giderdi. Babam, öyle bir şeyi düşkünlük sayarak kabul edilemez buluyordu. “Ankara’ya gidip sendika yöneticileri ile görüşerek, gelişmeler hakkında bilgi alacağım. Bir, iki günlüğüne gider gelirim. Ondan sonra ne yapacağımıza karar veririz. Siz de istiyorsanız, bu arada Esin’in yanına gidebilirsiniz. Oğlun gerçekten aranıyorsa, oraya bakmak kimsenin aklına gelmez hem…” Plan yapılmıştı bile; babam Ankara’ya gidecek, biz de annemle Seyitgazi’ye… *
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |