"Ne elbiseler gördüm, içinde adam yok, ne adamlar gördüm sırtında elbise yok." -Mevlana |
|
||||||||||
|
Albay ve misafirlerini kendi halinde bırakıp uçağımı çitlembik gölgesinde çekip eve çıktım. Annemin bunca yaşına rağmen üşenmeden hazırlayıp pişirdiği pırasalı böreğin kokusu evin dışına kadar taşıyordu. İçeri girdiğimde babam elinde kavanozla ayran çalkalıyordu. Genelde mutfak işlerine elini bile sürmezdi. Eskiden olsa bu manzaraya şaşardım. Ama artık bunu torunları için yaptığını biliyordum. Küçükken beni kucağına bile almayan babam, torunlarına eşek olup evin içinde sırtında gezdirirdi. O zamanlar acayip kızardım. O manzara gözümün önüne geldikçe hala çocuklarımı babamdan kıskanırım. Neyse bunları şimdilik bir kenara bırakalım. Pırasalı böreğin yanında bunlar küçük ayrıntılar. Annemin böreğini görünce olan biten aklım da başımdan uçup gider. Gözüm kararır, kendimden geçerim. Tam kendimden geçmiş, böreğe saldırmıştım telefonum çaldı. Al sana kocaman bir aksilik. Metin, “Çabuk limana gel, seni bekliyoruz. Kemalettin Abim Seyfo gelmezse ben yokum diyor.” Zamanlama kesinlikle berbattı. Haftalardır annemi babamı ziyaret edememiştik. Bizimkiler telefonu duyunca boyunlarını büktüler. Yine de bana kıyamayıp gitmeme izin verdiler. Kemalettin Abi benim en zayıf olduğum, asla kıramadığım değerli bir dostumdu. Ona karşı zayıf olmamın nedeni ise upuzun başka bir hikâyeydi. Bir akşamüzeri felç gelmiş yıllarca yatağa çakılı kalmıştı. Herkesin iyi olmasından umudunu kestiği anda bir mucize olmuştu. Kendisi bile artık yatalak kalacağını kabullenmeye başladığı sıralarda gelen bu mucizeyle kısa zamanda sağlığına kavuşuvermişti. İyileşmekle kalmayıp işine geri dönmüştü. Şimdi onunla birlikte işe gitmeyi, sahilde yürümeyi kendim için bile bulunmaz bir fırsat sayıyordum. Ne derse iki etmiyorum. Fadıllı Köyünde akşam gölden dönen balıkçılar sepetlerden çıkardıkları balıkları çeşme başındaki leğenlere dökerler. Üzerlerine de bol bol taze kaynak suyu koyarlar. Balıklar ertesi sabah Gölyazı’daki mezata kadar leğenlerin içinde hoplayıp zıplarlar. Birkaç meraklı her zaman vardır. Çeşme başına gelip gölden yeni gelen balıkların başına toplaşırlar. Alıcı değillerdir, satıcı da… Leğendeki duru suyun içindeki dolanıp duran canlı balıkları izlemek onlar için dünyadaki en değerli resme bakmak gibidir. O akşam çeşme başına gelen adamlar köyün alt tarafındaki tarlada toplanan leyleklerden habersizdi. Tüylerinin beyaz kısımları azıcık kirlenmiş leylekler sessizce ve kıpırtısızca bir şey bekliyorlardı. Uzaktan, yoldan geçen traktörlerden biri durdu. Traktöründen inen Yusuf Amca kasketini biraz yukarı kaldırdı. Bir süre leyleklere baktı. Leylekler ona hiç aldırmadılar. “Bu ne ya böyle? Tarlaya leylek mi ekmişler? Ömrüm boyunca böyle bir şey görmedim. Bir yaşıma daha girdim,” dedi. Önce yürüyüp tarlaya doğru gitmek istedi. Sonra hayvanları rahatsız etmekten çekindi. Bu fikrinden caydı. Traktörüne atlayıp köyün yolunu tuttu. Çocukları ve eşimi babamlarda bırakıp külüstür arabama atladım. Nar kırmızısı arabam birkaç ay içinde kiremit rengine dönmüş ve kaportasının bazı yerleri kağıt gibi incelmişti. Üstelik yeni sayılırdı. Yaşını yeni doldurmuştu. Deniz kıyısında nemden arabalar çabuk çürür demişlerdi ama bu kadar da olmamalıydı. Limana ulaştığımda gün ikindiye yaklaşıyordu. Ekip Saray Lokantası önündeki dubaların üzerinde bir masaya tünemiş biraları peş peşe götürüyordu. Biraz sonra zaten kayıkla denize açılıp rakı balık yapacaktık. Peşin peşin biralara ne gerek vardı şimdi? Arkadaşlar lokantadan kalktılar. Birlikte kayıkların bağlı olduğu burcun altına gittik. Osman kayıkların bağlandığı demiri tutup hepimizin tekneye inmesine yardım etti. Benim bindiğim kayığın kamarası vardı. Kamaradan içeri girdim. Basamaklardan aşağıya indim. Bu kayıkta önceden böyle basamaklar yoktu. Zaten kayığın nalı aşağıya inilecek, kamaralar yapılacak kadar derin de değildi. Kamaraları bırak teknenin aşağısı uzay gemisi gibiydi. Gövdeye takılan camlardan denizin dibi berrak bir şekilde görünüyordu. Benim film burada koptu. Gözlük ve şnorkelle yüzlerce kez daldığım deniz bu değildi. Kayıklar limandan çıkarken ben büyülenmiş gibi suyun altını seyrediyordum. Sular bazen aniden koyu lacivert bir karanlığa, bazen de yemyeşil çayırlar ve minik balıkların dolaştığı yemyeşil yamaçlara dönüşüyordu. Hızlıca Gümüş Balığı, Zargana ve İstavrit sürelerinin arasına giriyorduk. Balıklar göz açıp kapayıncaya kadar gümüş ışıltılar saçarak kayboluyorlardı. Büyük bir keyifle dizin dibini izlerken Kemalettin Abi arkadaşlar merdivenlerden indi. Osman, “Nasıl güzel olmuş mu?” dedi. “Bayıldım,” dedim. “Avuçla para döktüm ama değdi doğrusu. Gezi teknesi olarak düşündüm bunu. Önümüzdeki haftadan sonra başlıyoruz. Binenler gelip bir daha binecekler, “diyordu. Osman konuşurken merdivenlerden çok güzel bir kadın indi. Uzun, dümdüz siyah saçları, kalem gibi kaşları vardı. Burnu, ağzı, gözleri, her şeyi yerli yerindeydi. Denizden iyice bronzlaşmış omuzlarını açıkta bırakan bir açık sarı bir tişört giymişti. Şortu ise paçaları kesilmiş bir kot pantolondan yapılmıştı. Gitti, Kemalettin Abinin yanına oturdu. Onun bu yaşlarda üniversitede okuyan bir kızı vardı ama bu kız o değildi. Öyleyse bu kadın kimdi? Fazlaca meraklı görünmeyi oldum olası hiç sevmemişimdir. Aklıma takıldığı halde genç kadının kim olduğunu sormadım. Benden başka hiç kimse onun varlığına aldırmıyordu. Demek ki bir tek ben tanımıyordum. Sonra kadın birden “ Aaa bakın çilek” , dedi. Lamboz şeklindeki camı açıverdi. Hepimizin üzerine sular fışkırdı. Sonra yine hızlıca pencereyi kapattı. Elinde iki tane orta boy çilek vardı. Birini kendi yedi, ötekini Kemalettin Abiye verdi. Teknenin altındaki camların açılması, içersinin ıslanması, denizin dibinde çilek yetişiyor olması herkes için normaldi. Bir tek benim aklım karışmıştı. İşte o zaman balatalara baktırmaya karar verdim. Fadıllı Köyünde akşamüzeri iki yüze yakın leylek bir tarlada toplanmıştı. Gübrelik yığınlarında solucan aramak için oraya toplanmışlar desem olmuyordu. O tarlada gübre yığınları yoktu. Yeni sürülmüş bir tarla da değildi. Yarım saate kalmaz uçup köydeki evlerin bacalarına gideceklerdi. Leyleklerin hepsi neden birbirlerinden uzakta duruyorlardı? Susmak için, kıpırtısızca bekleşmek için bu kadar leyleğin bir araya toplanmasını aklım almıyordu. Sorular aklımın içinde dönüp dururken bu acayip görüntünün de keyfini çıkarıyordum. Bir arada uçan yüzlerce leyleği her yaz sonunda görebilirsiniz. Ama bunu asla… Seyfullah
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |