Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir. -Tolstoy |
|
||||||||||
|
HER YÖNE BEDAVA Eskiden yolda yürürken kendi kendine konuşanlara deli derlerdi. Günümüz koşullarında sayıları da çok arttı; ama hepsi deli değil. Özellikle, kulağından kablo sarkıtarak yürüyenler hiç değil. Onlar kendi kendilerine de konuşmuyorlar; telefonda birileriyle konuşuyorlar. Saatlerce konuşmalarının mantıklı bir nedeni yok. Ya paralarını harcayacak yer bulamıyorlar ya da bedavaya konuşuyorlar. Üstelik saatlerce konuşmalarına karşın ülke hâlâ kurtulmadığına göre, yarar zarar dengesi gözetildiğinde, bedavaya konuştukları kesin. Böyle sürekli telefonla konuşanların kendilerinden başka kimseye dokuncaları yok da, bir işinizi yapacağınızda bunlarla karşılaşırsanız sorun tam orada başlıyor. … En zoru zamanla yarışmak. Zorda kalanlar da genellikle son güne kalmış bir işi yetiştirmek zorunda olanlar. Az çekmiyorlar bu telefon tutsaklarından. Yaşadığım için biliyorum; yetkili, telefonunun konuşma yerini avucuyla kapatıp “Yarın mesai bitimine kadar yazıyı getir. Getiremezsen bu işin üstüne bir bardak soğuk su içersin!” deyip, kestirdi atmıştı. Son günlü işin yazısını almak için öteki devlet dairesinin kapısındayım. Kapıdaki görevliye kime başvuracağım sordum. Telefonla önemli bir konuşma yaptığı için sözle yardımcı olamadı; işaret parmağıyla bir hareket yaptı, sövüyor mu, üst kata çık mı, diyor, belli değil. Ben olasılıklardan iyi olanını seçip bir üst kata çıktım. Burası hemen girişten başlayan geniş bir çalışma odası. Sağlı sollu masalarda memurlar, ama hepsi telefonla konuşuyor. Hangisine başımı uzatıp soru sormaya yeltensem, işaret parmaklarını ok işareti gibi uzatıp, şefleri olduğu anlaşılan en dipteki büyükçe masada oturanı işaret ediyorlar. Yalnız bir tanesi, konuşacak kimsesi yok sanırım, kendinden geçmiş telefondan şarkı dinliyor. Şaka olsun, diye “Bizim koca eşek bu havalardan öldüydü” dedim; şarkıyı çok beğendiğimi sandı, başıyla da tempo tutmaya başladı. … Parmaklardan oluşan ok işaretlerinin yol göstericiliğinde şefin masasına doğru yürüyüşümü tamamlayıp, önüne dikildim. Şef de doğal olarak telefonla konuşuyor. Başında fazla dikilince bu da sol eliyle süpürge sallar gibi bir hareket yaptı. Hareketten, dışa doğru bakarsan “Defol git!”, içe doğru bir anlam çıkarmaya çabalarsan “Önemli bir konuda görüşme yapıyorum, biraz otur bekle” anlamı da çıkabiliyor. İşim ivedi, zorunlu olarak yine olumlu olasılığı yeğleyip oturdum. … Şef konuşuyor. “Hımm!”, “Demeee!”, “Yok yahu!” diye tepki göstere göstere, şaşıra şaşıra konuştuğuna göre, çok önemli bir konuyu istişare ediyor olmalı. Hiç sesimi çıkarmadan uslu uslu dinliyorum. Nasılsa konuşması bitince, sıra benim işime de gelecek. Nitekim, yarım saat bile sürmedi, konuşması bitti. Şef hâlâ kendi kendine şaşma ünlemleri çıkarmayı sürdürmekteydi ve ben de tam ağzımı açıp geliş sebebimi anlatmaya yeltenecektim ki, telefonu benden çok yaşayacakmış önce davranıp zırlamaya başladı. Şef çok iyiliksever bir insan, bu arayanın çok önemli olduğu anlaşılan bir sorunu vardı; şef en az yarım saat anlattı, yol gösterdi. Bu arada ben yine ağzımı açıp derdimi anlatacaktım ki, onun birini araması gerekti. Şef hiç boş durmadı, ya o birilerini aradı, ya da birileri onu. Yalnız hakkını da yememek gerek; kimsenin aramadığı ve onun da sanırım birkaç dakika arayacak kimse bulamadığı bir anda, bana bakıp “Sen niye bekliyorsun?” diye sordu. Ben “Bir kâğıt istediler” deyince “Hah tamam, kâğıt işi kolay” deyip bir başkasını aradı. Yalnız benim işin kolay bir iş olduğu anlaşılınca tedirginlikten de kurtuldu, o günün en uzun konuşmasını yaptı. Saat tutsan, belki bir saati aşar. Bu denli konuşmaya para dayanmaz, diyeceksiniz. Bence de öyle ama, bunların telefonları her yöne bedava olmalı. … Şefim bu iyilikseverlikle, sekiz on değil, üç konuşma daha yapsa, benim yazı yazılsa bile imzalanıp kaşelenmeye vakit yetmez. Bu gidişle bir bardak soğuk suya doğru yol alıyorum. İşi hızlandıracak bir yöntem bulmam gerek. Ama nasıl? Adamın karşısında saatlerdir oturuyorum; açıkça göz hapsi uyguluyorum. Üstelik ilk sıradayım. Hatta benden başka bir Tanrının kulu yok. Şef, telefonla çözülmedik sorun bırakmadı. “Gel senin işi de yapalım” demiyor. Şimdi ben yüz yüze oturduğum bu adama telefon mu edeyim. Sahi, neden olmasın! Hay aklımla bin yaşayayım. Başka türlü beni dinleyeceği yok. Telefonda bir güzel anlatırım ne istediğimi. Karşısında da oturuyorum ya, el hareketlerimle, mimiklerimle de desteklerim. Bakmışsınız yarım saatte yazımı yazdırıp yetiştirmişim öteki daireye. … Yalnız bu adamın telefonunu bilmiyorum. Şöyle sağa sola baktım, herkes telefonla iş görüşmesi yapıyor. Hatta az önce müzik dinleyen bile yoğun bir çalışmaya koyulmuş telefonla konuşuyor. Derdime bu katta çare bulamayacağım. Al kata indim. Bana ilk yol gösteren danışmacı kendinden geçmiş konuşuyor. Adam bencileyin ufak tefek ama, cılızca; yani tam dişime göre, yapıştım yakasına: - Ya şefin telefonunu verirsin ya da sonunu sen düşün! Numarayı ezberden biliyormuş, telefon konuşmasını kesmeden elindeki not kağıdına yazıp, tavlada zar atar gibi, bir defol git hareketi eşliğinde uzattı. Ben hemen üst katta şefin karşısındayım. Başladım aramaya. Aralıksız. Birkaç kişi benden atik davranıp önemli konularda konuşma yapsa da, sonunda ben de ulaşıp, bir güzel derdimi anlattım. Şefim, memurlardan birine, yazımın derhal hazırlanması talimatını verdi; yalnız, daireye kadar zahmet etmem gerekiyormuş. Karşısında oturan adamın ben olduğumu söyleyince çok şaşırdı. Yüzüme dikkatlice baktı: - Sen misin? Yüz yüze konuşmak varken, telefon etmeme çok şaşırdı: - Anladık şu aletle çok konuşuluyor da, seninki artık sapıklık derecesinde. Yazımı alırken elimi uzattım, sapıklık bulaşır, diye mi bilmem, tokalaşmadı. O gün işim bitti neyse ki.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |