..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Ama gene de dünya dönüyor! -Galilei
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Gülmece (Mizah) > Mehmet Önder




4 Şubat 2012
Çıkmaz Sokağın Lambası  
Mehmet Önder
Bir anda "Karanlıkların Prensi" ile gözgöze eldik.


:ADHA:





ÇIKMAZ SOKAĞIN LAMBASI



Çıkmaz sokakta oturmanın zorlukları ortada; bizim kapı bir de, çıkmaz sokak L yaptıktan sonra daha en dipte kalıyor. Zaten kıvrımdan sonra üç kapı var; ortada bizim fakiranenin kapısı, sağımızda Faika teyzelerin tek kanatlı sessizce açılıp kapanan ahşap kapısı, solda evleri iki cepheli olduğu için, yalnızca yıldan yıla odun kömür gelince kullandıkları arka kapıları.
     Faika teyze için hep eve adam alıyor, diye dedikodu yaparlardı ama, ben hiç görmemiştim. Şimdi görmediğim şey için söz söylemek olmaz. Zaten bizim sokağın derdi de bu değil; bizim sokağın tek derdi sokak lambasının sık arızalanması.
Çıkmaz sokağın dönemece kadar olan kısmında sorun yok, ana caddenin sokak lambaları yeteri kadar aydınlatıyor. Ama, çıkmaz sokağın le yaptığı dönemeçte, yalnız bizimle Faika teyzelerin kullandığı kısma bakan lamba sık sık bozuluyor.
     Üstelik bizden başka rahatsız olan da yok. Lamba haftalarca yanmasa, kılını kıpırdatan olmuyor. Elektirik idaresidir, belediyedir, kaymakamlıktır; bu lamba yüzünden hepsinin gözünde sevimsiz, mıymıntı insanlar olup çıktık.

     …

     Yıllar önce Bermuda Şeytan Üçgeni diye bir kitap okumuştum. Amerika açıklarında bir yerde, deniz, üç nokta arasından geçen gemileri içine çekiyor, hatta uçakları bile yutuyordu. Acaba bizim çıkmaz sokağın tam kıvrıldığı noktada bir elektromanyetik alan var da, takılan tüm lambaları o mu patlatıyor. Biz de elektirikçileri yok yere mi suçluyoruz. Olur ya, tam o noktada dışarıdan geçen, başıboş bir akım, bizim sokak lambasına yükleniverip patlatıyordur.
     Aslında elektirikçilere bunu da söyledim, “Olmaz öyle şey, biz en sağlamından takalım da, bakalım bir şey olacak mı?” deyip gittiler. Olacağı mı var, o en sağlam dedikleri lamba da üç gün dayanmadı. Bir sabah baktık lambanın kırıkları direğin dibine serpilmiş. Kaldık mı yine kış günü, zifiri karanlıkta.
Olmayacak, dünyanın en sağlam lambasını getirsen, boş. Bir gün iki gün; en kabadayısı dört gün demiyor.

     …

     Elektirikçiler en son, “Al bakalım, o ‘Başıboş akım’ dediğin bu lambayı patlatsın da görelim!” deyip değişik bir ampul takıp gittiler. Hem bunun ışığı daha çok, gözlerine güveniyorsan yerdeki karıncayı say.
     Ertesi sabah sokağa adımımı atacağım ki, o da ne? Sekiz on yaşında bir çocuğun elinde sapan, lambaya taş atıyor. O an bizim en iyisinden lamba da bir “Boom!” sesiyle çevreye saçıldı.
     Bende tehdidin bini bir para. Asmaktı, kesmekti savuruyorum. Çocuk durur mu, anında gözden yitti.


Ertesi gün sokakta yürüyorum, küçük bir çocuğun elinden tutmuş bir adam önüme geçti:
- Biraz konuşalım!
Çocuk bizim lambacı. Lamba kırma özgülüğünü kullanmasına engel olduk diye şikayetçi mi oldu, yoksa özür dilemeye mi geldiler şimdi anlayacağız.
- Konuşalım.
- Yeğenimi korkutmuşsun.
     Adam da şöyle bakanın ilk ş’yi uzata uzata “Maşşallah!” diyeceği türden. Anlayacağınız çok da diklenmeye gelecek gibi değil. Aslında ben bu adamı da bir yerlerden tanıyorum ama, nereden? Düşünüyorum, sanki “Karanlıkların Prensi” diye bir film izlemişim de, bu adam da orada başrol oynamış gibi. Yüzüne baktıkça karanlıklar geliyor aklıma. Bu durum -Hayvanseverlerden özür dileyerek- hayvansal görünümlü cüssesinin ürkünçlüğünü daha bir arttırıyor.
Doğallıkla konuşmayı, alttan alan bir tavırla sürdürüyorum:
- Lambayı kırıyor?
- Gereksiz bir lamba için küçücük çocuk korkutulur mu!
     Al bakalım, bu densiz çocuk sürekli lambayı kıracak, gece kuşu gibi el feneri ile dolaşacağız; ama çocuğa kızmayacağız. Sanki bizim karanlıkta kalmamızda büyük ülke çıkarları var.
     - Bizim sokağın kapkaranlık olmasından çıkarı olan mı var?     
      Adama pişkin mi desem, yalama olmuş mu desem, karanlığı bile savunuyor:
     - Tabi ki var. Bütün ülkenin çıkarı var; biliyorsun, sokak lambalarını devlet ödüyor, yazık değil mi halkın parasına? Memleket israfla değil, tasarrufla kalkınır.
     - Her yer ışıl ışıl, ülke bir bizim çıkmaz sokağın lambasıyla mı kalkınacak?
Iıh. Anlamıyor, daha doğrusu anlamak istemiyor. Ona kalsa, bizim çıkmaz sokağın zifiri karanlıkta kalması Avrupa Topluluğu’na girmemizi bile sağlar. Hiç bir zaman almayacaklarmış, desem; yanıtının hazır olduğundan kuşkum yok, “Tabi”, diyecek, “Bu israfçılıkla bizi hiçbir topluluğa almazlar.”
     
     …

     Günler, aylar geçiyor; biz yeni yeni lambalar deniyoruz. “İşte bu lamba, uçak çarpsa kırılmaz.” deneninden, çekiçle kırılmama deneyi yapılanlara değin her türlü lambayı denedik. Boş. O sapanlı çocuk, “Karanlıkların Prensi” amcasından aldığı cesaretle hepsini tuzla buz etti. Ta ki, o birden elektiriklerin kesiliverdiği güne kadar.
     Evde, uzun süre karanlıkta oturunca, annem elime bir şişe tutuşturdu; bir yerlerden gazyağı bulup geleyim, diye. Kapıdan çıktım, karşıdaki Faika teyzenin kapısında karaltılar. Doğal olarak beni gören yok. Karaltılardan biri ötekini ikna etmeye çalışıyor:
- Boşayacam, dedim ya. Minik kuşuna inanmıyor musun?
     Ardından Faika teyzenin sesi yanıt veriyor:
- Ama üç yıl oldu İsmail, bir gören duyan olacak.
     Tam o anda elektiriklerin geleceği tutmaz mı, üstelik bizim son lamba kırılmadan. Bir anda “Karanlıkların Prensi” ile gözgöze geldik.
     Arkasından gazyağı şişesini fırlattım, ama denk gelmedi.
     Faika teyzeler de taşındı sonra; şimdi hangi semtin çıkmaz sokağının lambasını kırdırıyorlar kim bilir?



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.



Mehmet Önder kimdir?

30. 11. 1959'da İzmir'in Bayındır ilçesine bağlı Furunlu Köyü'nde doğdum. İlkokulu köyde, lortaokulu Çırpı Mustafa Adanır Ortaokulu'da okudum. Bayındır Lisesi'nde bir dönem okuduysam da devam edemedim. Sonra radyo tamirciliği başta olmak üzere birçok işte çalıştım. Ege Tıp Fakültesi'nde memur olarak işe başladım. Buradaki on bir yıla yakın çalışmam süresinde önce İzmir Namık Kemal Akşam Lisesi'ni, ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdim. İlk Beş yılını İzmr merkezde, kalanını Bayındır'da olmak üzere yirmi iki yıla yakın bir süredir serbest avukatlık yapmaktayım. Evliyim, Alp Deniz adında sekizinci sınıf öğrencisi bir oğlum var.

Etkilendiği Yazarlar:
Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.