Haziran ayı başlarıydı. Altı yıl yatılı olarak okuyacağım İlk Öğretmen Okulu sınavlarına katılmak için indim şehre. Saçlarımı iki tarafımdan ördü annem ve ilk kez beyaz kordela bağladı uçlarına. Bu olayın bende yaşattığı duyguları anlamak için DENİZ FENERİ adlı şiirimi okumak yeter kanısındayım. Tabii bu bağlama işinde diploma alırken giydiğim düğmeli ve pleli önlüğün sahibi olan halamın hala olan kızının yardımı vardı. İlk kez bedenime uyan bir elbise giydim. 1957 yılı depremi sırasında evlenen, en büyük ablamın öğretmen olan eşi de bir çift iskarpin aldı ayaklarıma. Tam bir şehirli çocuğuna dönmüştüm işte! Şehir merkezindeki bir ilkokulun kocaman sınıfında sınava tabi tutulduk iki gün boyunca. İlk gün Türkçe, Sosyal Bilgisi derslerinden yazılı olduk. Ucu, adımızı yazdıktan sonra kapatılan kağıtlar üzerine sorulan soruların cevaplarını yazdık. Türkçe sorusu şu idi: SORAN DAĞLARI AŞMIŞ, SORMAYAN DÜZ YOLDA ŞAŞMIŞ!..atasözünden ne anlıyorsunuz, yazınız!
Bir gülme gelip oturur yüzüme nedense bu soruyu anımsadığımda. O zaman gerçek anlamını düşünerek cevaplamıştım bu soruyu ama, şimdi olsa şunları yazardım:
‘Dağları aşacak amacım yok! Bir sevdam vardı, o da unuttu gitti beni. Dağ da yok bu yüzden!..Yol derseniz ecel terim..Bense yaşamak istiyorum!.Kaldırın yollardan arabaları; trenleri, uçakları ve gemileri... Taşlı da olsa yollar, dar da olsa, çamur da olsa yürümek istiyorum (!) Zaten ben ne zaman düz bir yolu özleyip yürümek istedimse; hep dar, hep kavisli, hep yokuş, hep çamur bir yol uzatıldı önüme...Hep bir şeylere çarptı ayaklarım bu yüzden, hep çamura bulandım, düştüm yüzükoyun toprağa..Üstümüze basıp geçti arkadan gelenler..Onlar vardılar varacakları yere(!) Ben hala burada kaldım! Kendi karanlığımda, geceye ışık yakmadan, sabahı özleyerek ama, çaresiz!..’ derdim.
Haksız mıyım yani!