Her insan adil ve insanca yönetimi hak ediyor. Bu doğuştan gelen bir haktır. Sistemler, ister otokratik ister teokratik ister de demokratik olsun hepsi insan üzerine kurulmuştur. Bu demek oluyor ki şayet insan olmaz ise bu yönetimler içi boş balonlara dönüşeceklerdir. Oysa ki, dünyada ve Türkiye’de ki uygulamalar esas olanın yani “insanın” göz ardı edildiğini gösteriyor.
Kızgın, yenilmiş, usanmış, yıpranmış bir dünya toplumu ile karşı karşıyayız. Bu, gelir adaletsizliğinden, aslen dünya servetinin haksız bölüşülmesine, eğitimdeki eşitsizlikten sağlık sistemindeki dengesizliklere kadar uzanan, yüzyıllardır gidilen bir yoldur. Bu doğrultuda iyimser olmak için geleceği değiştirebileceğini düşünen bir topluluk olması gerekirdi. Ancak kabullenişin verdiği kısa mutluluklar, itirazın getireceği yıkımlara yeğ tutulmaktadır. Uzun vadede çekilmek istenmeyen sıkıntılar, aslında bize yeni dertler doğurmaktan öteye geçememekte birlikte, onları gelecek nesillere bırakmamız ise problemlerin en büyüğü olmaktadır. Bugünden, çocuklarımızı, bıraktığımız bu büyük sorumluklar altında ezilmeye mahkum ederek, dünyalarının, görmeleri gereken dünya olmasını engellemekteyiz. Bu ortamda farkındalık yaratacak bilim ve teknolojinin ise gerekli olan insanlara, ancak teknoloji çöplüğü haline geldiğinde ulaşması bile yeterince traji- komiktir. Aydın insanlar, bilinçlendirme işlemini bir hizmet haline getirmeli, bunu bir görev addetmelidir. Çoğu zaman reddedilmesine rağmen, bıkmadan usanmadan.
Tüm bunların çok zor oldukları malumdur ki, bu yüzyılda da vatandaş olarak hakkını bilmeyen insanlar mevcuttur. İlkel kabilelerde bile uyulması gereken kurallar vardır, yazılı olmasa bile. Uymayan insanlar cezalandırılır ama uyanlar ödüllendirilmez. İlkel olsun olmasın tüm yönetimlerin asli görevi ise öncelikle, ceza vermek değil cezaya maruz bırakılmayı engellemek ve ceza önlemeye muktedir olmaktır. Ve bunu ispat ederse bir yönetim ancak kurallara uyan insanları ödüllendirmiş olur.
09.04.2014