Elini hızla giden arabanın camından dışarıya uzatıyor. Yaşların, tane tane kırıştırdığı elini; özgürlüğü, parmaklarının arasından geçerken yakalamak ister gibi sağa sola kıpırdatıyor. Mavi gökyüzünün olabildiğince hızlı esen rüzgarı, elini koparıp atacakmışçasına paralıyor. Bu mu istediğin al sana, al sana dercesine. Gözlerini arabanın gölgeliğindeki resimlere çeviriyor. Küçük bir kız çocuğu, kareli kırmızı elbisenin içinde dil çıkarıyor elindeki oyuncak sarı fille. Arkasında flu görünen eşi duruyor, sarı uzun saçları ile beyazlar içinde. Sesleri arabayı dolduruyor birden. Koltuğun arkasından o minicik ayakları ile babasının sırtını tekmeliyor. Annesi, babasına çaktırmadan ayağını tutmaya çalışıyor küçük kızın, uzanmış arkaya. Müzik, eski radyoda takılmış plak gibi dönmeye devam ediyor sessizliğin içinde. Eli buz gibi olmuş dışarıda, rengi, ölü insanların rengi. Beden yaşarken nasıl bu denli ölü olur, özgürlüğü arayan bu el. Yolda onu karşılayan insanlar var. Ellerini kaldıramıyorlar. Sanki biraz önce canlarından can kopmuşçasına….Çocuklar, ölümden habersiz birbirlerine sataşıyorlar.
Tüm zamanların yazarları ise onlara, hep bir ağızdan şu dizeleri okuyorlar yankılar içinde….
Haziranın tatlı telaşı, yaz gibi sardı bizi. Bizde yaz gibi bir an önce ısınmak, bir an önce ıslanmak, bir an önce çimlerde debelenmek, bir an önce üzüm asmalarının, mısır tarlalarının içinde kovalamaç oynamak ve sonunda yorgun yapraklar gibi sararmak için can atıyoruz.
Zeus'un Kızı; Avuçlarında Rüzgar
Haziranın tatlı telaşı, yaz gibi sardı bizi. Bizde yaz gibi bir an önce ısınmak, bir an önce ıslanmak, bir an önce çimlerde debelenmek, bir an önce üzüm asmalarının, mısır tarlalarının içinde kovalamaç oynamak ve sonunda yorgun yapraklar gibi sararmak için can atıyoruz.