Zamana Mühürlü İsimler: Evliya Tezkireleri

Evliya Menkıbeleri, Doğu muhayyile edebiyatının önemli eserleri olarak, fantazyanın bütün imkanlarına sahipken, bu kaynakları görmezden gelmek anlaşılır gerekçelere dayanmamaktadır.

yazı resim

Fars ve Türk edebiyatlarında şairlerin biyografilerine dair yazılan eserlere verilen ad olan tezkire, zikr kökünden olmakla, hatırlanmaya vesile olan şey lerin kaydedildiği önemli kaynak eserlerdir.
İlk, İran edebiyatında ortaya çıkan tezkire, bir biyografi türü olarak Türk edebiyatında seçkin örneklerle günümüze kadar gelmiştir. Arap kültüründe Tabakât da denilen bu tür, günümüzdeki edebiyat tarihi ya da şiir antolojilerinin yerini doldurmuştur. Tezkireler, subjektif olma özellikleriyle gayri resmi tarihin takibedilebilidiği metinler olarak önemini korumaktadır. Bir çoğunun günümüze ulaştığı tezkireler; edip, şair, alim ve mutasavvıfları bir araya getiren önemli kaynaklar olarak görülmüşlerdir.
Tezkireler, Doğu düşünce dünyasına toplu bakışın en önemli anahtarlarından birisi olarak da görülebilir. Başta Devlatşahın Ali Şir Nevayie ithaf ettiği Tezkiretüş-Şuara olmak üzere, Abdurrahman Caminin 38 şairin tanıtıldığı eser olan Baharistân, 600den fazla şairin tanıtıldığı Nefehatül-Üns, tezkire geleneğine kaynaklık etmiş, kendinden öncekilerin etkisinin görüldüğü eserlerdir.
1590da, Alâüddevle el-Kazvininin yazdığı Nefaisül-meaşir adlı eserde, İran ve Hint asıllı tam 350 şaire yer verilmiştir. Yine 350 Buharalı şair ve edibin tanıtıldığı Tacik asıllı şair Sultan Muhammed-i Mutribînin Tezkiretüş-şuara-yi Mutribisi önemli bir birikimi günümüze kadar taşımıştır. Benzer örneklerden biri de Taki-i Kaşiye aittir. Kaşinin 631 şairin biyografisini kaleme aldığı Hulasatül-eşar, dönemin edebiyat antolojisini toparlamış gibidir. Lutf Ali Begin 1779da tamamladığı Ateşkedesi de zengin içerikli bir tezkire olarak tarihe geçmiştir.
Bir başka ilginç çalışma ise 1560 kişinin biyografisinin toplandığı Emin-i Ahmed Raziye ait olan Heft İklimi adlı eserdir. Yine, Bismil-i Şirazinin 185 şair ve edibi tanıttığı Tezkire-i Dilgüşası önemlidir. Ebu Nuaym el-İsfehaninin Hilyetül-evliyası, Sülemiin Tabakatüs-sufiyyesi de sonraki eserlere kaynaklık etmeleri bakımından ayrı bir yere sahiptir. Rıza Kulı Hanın 1871de Nasırüddin Şah Kaçar adına yazdığı Mecmaul- fuşahâ ise İran şiir tarihinin temel kaynaklarından bir olarak gösterilir. Bunların yanında, kadın şairler, mahalli, aynı nazım türünde yazan şairler, belli bir dönem şiir yazmış olanlar gibi spesifik alanlarda da tezkireler yazılmıştır.
Türkçe tezkirelere daha çok İran tezkireleri kaynaklık etmiştir. Attar, Abdurrahman Cami, Devletşah, Avfi gibi isimler Anadolu sahasını ele alan şuara tezkirelerini etkilemişlerdir.
Ali Şİr Nevai (Mecalisün nefâyis), Lâmiî Çelebi (Nefahât), Sehi Bey (Osmanlı sahasında ilk-Heşt Bihişt), Aşık Çelebi (Meşairüş-şuara-Bu eserin diğer tezkirelerden farkı, dönemin sosyal hayatını da anlatmasıdır), Kınalızade Hasan Çelebi (Tezkiretüş-şuara- verdiği şair sayısı bakımından tezkireler arasında ikinci sıradadır), Kafzâde Fâizi (Zübdetül-eşar-514 şair hakkında bilgiyle öne çıkar) gibi binlerce şuara tezkiresi ve bunlara yazılmış zeyller mevcuttur. Esrar Dedenin Mevlevi şairleri topladığı Tezkiret-i Şuara-yı Mevleviyye adlı eseri de sahasında ayrı bir yere sahiptir.
Son dönem tezkirelerine baktığımızda ise özellikle İbnülemin Mahmud Kemal tarafından Fatîn tezkiresine zeyl olarak yazılmış Son Asır Türk Şairleri, Saadettin Nüzhet Ergun tarafından hazırlanmış Bektaşi Şairleri, Mehmet Nail Tuman tarafından hazırlanan ve Cumhuriyet dönemi şairlerini de içine alan Tuhfe-i Naili gibi isimleri görmekteyiz.

ALİ ŞİR NEVAYİ - MECALİSÜN-NEFAYİS
Anadolu sahasında Ali Şir Nevayinin Mecalisun-nefayis adlı tezkiresi, bilinen ilk Türk şuara tezkiresidir. Nevai, Devletşahın Tezkiretül-şuarası ve Caminin Baharistanından sonra kendi çevresindeki şairleri de kapsayacak şekilde bu eseri kaleme almıştır. Bu çalışma daha sonra Osmanlı şuara tezkirelerine de kaynaklık etmiştir.
Sekiz bölümden oluşan ve iki bölümünün Türk ve İran şairlerine ayrıldığı eserin* ilk bölümü Nevayinin; zamanlarına yetişemediği şairlere, ikinci bölüm meclis hayatlarını gördüğü şairlere, üçüncü bölüm çağının şairlerine, dördüncü bölüm çağının tanınmış şairlerine, beşinci bölüm Horasanla bazı bölgelerin mirzadeleriyle azadelerine, altıncı bölüm Horasandan başka yerlerin tanınmış kişilerine, yedinci bölüm sultanlar ve şehzadelere ve sekizinci bölüm Sultan Hüseyine ayrılmıştır. 469 kişiden söz eden eserin başında Ali Şir Nevayi, Mevlana, Abdurrahman Cami ve Emir Devletşahın çağdaşı olmakla onların adını birer tezkire ile ebedileştirmelerini takdirle anmıştır.
Emir Kasım Envar ile başlayan eser; Mir Mahmud, Hafız Sad, Derviş Mansur, Seyyid Abdulhak, Seyyid Hasan Erdeşir, Abdurrahman Cami, Emir Devletşah, Mir Haydar gibi bir çok isimi anarak Ebul Gazi Hüseyin Bahadır Hanla sona eder.

FERİDÜDDİN ATTARIN EVLİYA TEZKİRELERİ
Feridüddin Attarın 1220 yılında (hicri 617) yazdığı Evliya Tezkireleri**, yetmiş iki evliyanın anıldığı ve adında tezkire ifadesini taşıyan ilk Farsça eserdir.
Attarın, bu eseri, uzun yıllar şuara tezkirelerine kaynaklık etmiştir. Cafer-i Sadık ile başlayıp Hallac-ı Mansur ile son bulan eserde, İmam Ebu Hanife, İmam Şafi, Ahmed bin Hanbel, Veysel Karani, Rabiatül Adeviyye, Muhammed Bakır, Beyazid Bistami, Cüneyd-i Bağdadî, ibni Atâ, Bişr-i Hafi, Ali Bin İsfehani, Ebu Muhammed Ceriri, gibi bir çok isim zikredilmiştir. 988 menkıbenin bulunduğu eserin çoğunluğu Arapça kaynaklardan derlenmiştir.
XIII. yüzyılda Ali Tusinin Attarın bu eserine ilaveler yaptığı ifade edilmekteyse de bunun kaynağı tıpkı Attarın eseri hazırlarken ifade ettiği kaynaklar gibi günümüze kadar ulaşmamıştır. Araştırmacıların, tezkirelerin kaynaklarına dair yaptıkları araştırmalarda; başta sözlü kültürün taşıdıkları olmak üzere, hal tercümeleri, tabakatlar, daha önceki tezkire örnekleri zikredilmiştir. Tezkire kültürünün varlığı ve bu alanda oluşmuş kronikler, Attarın eserini yazarken mihenk aldığı eserlerin günümüze kadar ulaşmamış olmasındaki şüpheli konumları bertaraf etmekle beraber, ekleme ve eksiltmelerin olması uzun bir dönem aralığı söz konusu olduğunda kaçınılmaz görünmektedir.
Attar eserinde, tezkire sözcüğünün içerdiği zikr den mülhem, ele aldığı isimlerin başına zikr sözcüğünü koymuştur. Onun bu atfı, aslında tezkirenin bir tür olmanın ötesinde zikirle kurduğu bağı muhkemleştirmek amacıyla evliya/veli isimlerinin yanına eklenmiştir. Kaynağını Kuran ve sünnetten alan ve kıssa kültürünün devamı niteliğinde olan menkıbe sahiplerine bu sıfatın eklenmiş olması, edebi inceliğin ruhani mahfazası gibi şık bir nitelik kazanmıştır.
Evliya Tezkireleri, tasavvuf tarihine kayıt düşmesi ve tasavvuf edebiyatı olarak bilinen alan içinde yekün bir yer tutmasıyla dikkati çeker. İsimlerinden çok eserleriyle anılmak istenilen sufi gelenekte tezkirelerin önemi, tarihe düşülen notlar olarak daha da önem kazanmıştır.
Tasavvufi hayatın sırlı perdelerinin aralandığı bu eserlerde, dönemin alimlerinin, yöneticilerinin tepkisini çekmemek için yumuşatılmış ifadeler mevcuttur. Zahir ile batının İslam coğrafyasında sürekli tartışıldığı ortamlarda evliya tezkireleri bazı yerlerde fazlaca tepki almış, bu nedenle müellifler daha dikkatli ve yumuşak bir üslup ile tasavvuf tarihinin bu eşsiz eserlerini inşa etmişlerdir.
Sufiler tarafından yaşanan ruhani hayatın, her okuyucuya eşit sirayet etmeyeceği gerçeğinden hareketle, günümüzde dahi bu tezkireler bir çok eleştiriye maruz kalmıştır. Kuranın batınî yorumu üzerine inşa edilen ruhani hayatların sıradışı tecrübeleri, bazen abartı, bazen uydurma, hurafe, bazen şirk, bazen de Hakktan sapma/sapıtma şeklinde suçlamalara maruz kalmış, günümüzde ise en popüler piyasa kurgularına fantastik vecheleri ile sirayet etmiştir.
MENKIBELER VE FANTAZYA
Son tesbitten hareketle, evliya tezkirelerinde anlatılan menkıbelerin fantastik olarak yorumlanması, elbette bir kavram karmaşasının üründür. Fantastik (uydurma, hayal ürünü, gerçek dışı) kurgular, edebiyata verdiği güç ile bugün inanılması güç olanın ya da varolmayanın etiketi haline gelmiştir. Halbuki gerçek dışı olanın gerçek ile zorunlu bir bağı vardır. Kendisini tanımlarken bile ona muhtaçtır. Kendinden olanı kendinden kopararak değilleme mantığı, bütünü de inkar etme mantığını getirecektir. Bu şu demektir: Gerçek dışı bir şey, kendisini bizzat dışa iterek içinden çıktığı şeyi yoksayar. Halbuki, tersten baktığımızda gerçek dışı şey, kendini o şeyin (gerçeğin) dışına alarak bizzat gerçeki ispatlamış, varlığını kabul etmiş sayılır. Çünkü olmayan bir şeyin dışıda yoktur.
Sözü uzatmadan; evliya tezkirelerinde geçen gerçek dışı olayları/olguları modern akıl hapishanesine tıkılmış insanlar olarak, yalnızca aklın sınırları içinde, bizzat gerçekin dışına atarak okursak, deli saçmasından başka bir şeyle karşılaşmayız. Ateşin yakmadığı bedenler, su üstünde yürüme, görünmez olma, bir anda birden fazla yerde bulunma, aklından geçenin uzak bir bölgede vuku bulması, maddenin/cisimlerin kuvvet uygulanmadan yerlerinden kıpırdaması ve harekete geçmesi gibi bir çok menkıbe olayını (aslında olgusunu) gerçek dışı kabul edebilme özgürlüğümüz var elbette. Fakat bu özgürlüğün, kısıtlanmış akılla ya da sıkıştırılmış önyargı bloklarıyla çepeçevre kuşatılmış olduğunu görebilmek için de yine o özgürlüğe ihtiyacımız var.
Modern insanın gerçek dışı algısı, akıl sınırlarının kendisine dayattığı bir inkar olarak Gerçek olanı asla perdeleyemez, onu görmezden gelsek bile o varolduğu, boşluğunu doldurduğu alanda durmaktadır ve diridir. Bu konuyu bir başka çalışmaya ayırmak üzere şimdilik nokta koyalım.
Gönül yonar edebistan 2013 ocak
*Ali Şir Nevayi, Mecalisün-nefayis, AÜ, Türk Araştırmaları Enstitüsü, 1995 Erzurum
** Feridüddin Attar, Evliya Tezkireleri, Kabalcı, 2007 İstanbul

Başa Dön