bazen düşünür ya insan
çekip gitmeyi korkmadan
ve bırakarak başka gözler ardında
bu gizlidir, en derindir bu
kendine bile söylenmez
birinin seni merak etmesi isteğidir yolculuk...
en iyisini Serdar’ın Şükrü Abisi yaptıydı
yükleyip sırtına hiç kullanılmamış kızoğlankızlığını
kimsenin hiç bilemeyeceği bir yere gittiydi
hem de hiç korkmadan
merak edeni yoktu çünkü ardında
anlamsızlaştıydı yolculuğu durmadan...
şimdi gidiyorum işte öyle ben
saat üçü yirmi geçiyor ve muavin kendinden
kahve istenmesini sevmiyor...
kimse tanımıyor beni şimdi –muavin belledi biraz-
ve saat üçü yirmi bir geçiyor, kimse bilmiyor beni...
yolculuğum son derece anlamlı aslında
ve görüyorum ki bazen anlam bu kadar yoğun olduğunda
anlamsızlaşıveriyor...
bir çift göz merak etse, beklese yeterdi aslında
dönemezsem kapanacak...
...kitaplar dolusu sırları vardır bazılarının
öyle gizlidir ki yaşadıkları
gerçekte kendileri değildir varolan
sanki öyle biri yanımdaki adam.
ne biliim...
biri vardı bir zaman gözlerinde öldüğüm
diriltmişti elleri mavi cesedimi
ruhunu gözlerime koydu sonra, sevmişti beni
ellerim gözlerini diriltmişti belki...
birden hatırladım şimdi yitik sevgiliyi
bırakıp gitmiştim bakmadan ardıma, küçüktüm
elimi eline süremezdim küçüklükten
ne bilirdim, çok sevmiş meğer, hasta olmuş
üzülmüştüm duyunca çok
yaptığı hareketin onu kırabileceğini önceden kestiremeyen,
oyuncağı kırık bir çocuk gibiydim...
geçen duydum, nişanlanmış biriyle
üzüldüm mü?...bilmiyorum
ama öyle derinden diliyorum ki şimdi bir yıldız kayarken
“mutlu oluruz inşallah unutup birbirimizi...”
...sır adam uyumamış, öksürüp duruyor,
yazdıklarımı mı okuyor yoksa?
sanki çoktan yitirilmiş bir eşle
devamlı sorunlu bir çocuğu var gibi,
ne biliim...
şehirler dolusu bir keman sesi kulağımda
uzamakta sürekli yanlış basılan nota
şu gece otobüslerini neden yataklı yapmazlar sanki?
“bir kahve rica etsem...”
çok uzakta iki minik yıldız durmadan
göz kırpıyorlar birbirlerine, tersine dönüyor şarkılar
yeryüzünde insanoğlu yalnız artık...
camdan bakınca dışarıya kendimi görüyorum yalnız
bütün yollar, bahçeler, dağlar, tepeler ben olmuş
muavin kahve getiriyor, muavin ben.
bakıyorum
bütün koltuklarda ben oturuyor
çirkin, suratsız...irkiliyorum
ve birden hepsi dönüp bana bakıyorlar sırıtarak
sıçrayarak uyanıyorum
boynum ağrımış...saat dördü beş geçiyor.
...adam uyumuş yanımdaki yampirik oturarak
sır değil artık, çaresiz bir ifade var suratında
oyuncağı kırılmış değil de
hiç oyuncağı olmamış bir çocuk çaresizliği
boynu ağrıyacak birazdan...
bazen mecburen yaşıyorum, mecburiyetten
zorla, tükürükle yapıştırılan asi bir saç gibiyim hayatın kafasında
yol dümdüz, karanlık bir kuyu gibi
biran ileriye değil de aşağıya gittiğimi düşünüyorum
sonra vazgeçiyorum, korkuyorum çünkü...
karşıdan gelen ışıklar bile çift çift
bir motosiklet falan geçse kendimi iyi hissedeceğim sanki...
ben duruyorum durduğum yerde,
hiç kımıldamıyorum, vallahi!
hızla geçip giden ben değilim, onlar
evler, arabalar, dağlar, ovalar
göremesem de biliyorum, oradalar...
saat dördü yirmi beş geçiyor, önümde bir beş saat
bitmez bu yol, bekleme, o da yalnızlığın gibi
bazen mola veriyor, bazen son hız gidiyor
önümde tam beş saat, bitmez bu yol, bekleme...
...hadi uyu sen de çaresiz sır adam
kendine özlenen bir rüya seç
beş saat nedir ki yitik bir ömürde?...