Yokluk - 3

Yoksulluk, yokluğun en acı hali belki de ve yokluğu en derin olarak yaşayan yoksulları çoğumuz fark etmiyoruz bile. Peki, acınası halde olanlar onlar mı sizce?

yazı resimYZ

Ocakta karıştırmakta olduğu çorbadan tüten buharı gördükçe mutlu oldu bir an. Mutfağın her yerine işlemiş dışarının soğukluğunu, içine dert olup saçlarını aklaştırmış sıkıntıların tamamını örttü buharın kokusu. Çekti içine sıcak kokuyu tekrardan. Tepsiye üç tabak, üç kaşık çatal koydu. Dünden kalan ekmeği ısıttı tost makinesinde. Ekmeği de tepsiye koyup, salona götürdü hepsini. Yerdeki sofraya koydu. Titrek ışık, titredi bir daha. Hepsi oturdular sofraya, içtiler çorbayı, yediler ekmeği. O akşam için, mutluydular.

Hava soğuk. Yanakları soğuktan kızarmış kadın elinden tuttuğu ufak yavrusuyla, fırına gidiyor. Çocuğun ayağında terlik var. Ayakları çıplak. Çıplak parmakları kızarmış ayaklarında. Bacağındaki pantolon kim bilir kaçıncı sahibinde. Üstündekiler keza öyle. Karışmış saçları ama yüzü temiz ufacık bir erkek yavru. Yanakları annesine çekmiş, soğuktan al al. Annesinin eline sarılmış, soğuktan annesi koruyacak diye umuyor. Fırına giriyorlar, içerisi sıcacık, hem de ekmek kokuyor. Taze ekmek. En son ne zaman taze ekmek yediklerini bilmiyorlar. Onlar için lükse kaçıyor taze ekmek çünkü. Fırıncılar bir önceki günden kalan ekmekleri daha ucuza satarlar, hem israf etmemiş olurlar hem de fakir fukara daha ucuza ekmek alır. Kadın da başı önde, tazesinden daha ucuz diye dünden kalmış ekmeklerin konulduğu dolaba gidiyor. İki tane alıyor. Ödeyip çıkmak istiyor hemen ama, ufak çocuk nazlanıyor. Hem ekmek kokusu cezp ediyor çocuğu hem de içerinin sıcaklığı. Kadın kucağına alıyor yavrusunu, ellerini koynuna sokuyor üşümesin diye çocuk. Başı omzunda annesinin, sonsuz bir güven duygusu içerisinde ayrılıyorlar fırından. Fırıncı arkalarından bakıp, haline şükrediyor.

Ayakkabısı su alıyor, su alan ayakları üşüyor. Soğuk almış ayakları gece ona diz ve baş ağrısı olarak geri dönüyor. Rutubetli evinde, hem ömrü, hem de kendi çürüyor ama hayat bazen hiç adil olmadığı için, katlanmak zorunda kalıyor. Fırıncı gibi o da haline şükrediyor, beterin beteri vardır diyerek. Ama iyinin de iyisi olduğunu biliyor kadın. Yürüyor markete doğru, çocuk kucağında, sarmaş dolaşlar.

Bir süpermarkete giriyor. Meyve sebze reyonunda, zedelenmiş, hafif geçmiş meyveleri sebzeleri ayırırlar ve indirimli olarak satarlar yoksul semtlerde. Lüks semtte sebzenin meyvenin eziği çöpe giderken, ezilmiş bir meyve varoşta bir çocuğun mutluluk sebebi olabiliyor. Yere konan o kasalardan, meyve seçiyor kadın. Çocuk kucağından inmiş, annesine yardım ediyor, annesiyle ezilmiş, az çürümüş meyve ayıklıyorlar. Çocuk mutlu, kadın çarçabuk seçme telaşında. Poşete dolduruyor kadın, tarttırıyor. Etiketi yapıştırılıyor poşete. Bunları yaparken, hep başı önde kadının. Tanıdık birileri var mı diye, komşuları görmesin diye bakınıyor gizli gizli. Bir paket makarna alıyor, birkaç tane de hazır çorba. Kağıt mendil alıyor sonra birkaç poşet. Parası yetmeyecek diye, iyice hesaplıyor aldıklarını. Hesaplı olmak zorunda. Çünkü para evlerine hiç de kolay girmiyor. Ama çok kolay tükeniyor. Hem de çok kolay.

Evlerine doğru yürüyorlar gölgeleri önde. Çocuk kendi kendine oyunlar yaratmış oynuyor yürürken. Konuşuyor, annesine sorular soruyor. Annesi duymuyor onu. Bir an önce eve dönüp, para kazanmaya çıkması gerekiyor. Onu düşünüyor, her akşam evlerine para girebilsin diye, insanlara ağız döküyor kadın. Kağıt mendil satmaya çalışıyor insanların sebepsizce bir aşağıya bir yukarıya yürüdüğü ünlü caddelerden birinde. Kocası hastalandığından beri (ki kocası da ağır iş şartlarından ve fakirlikten ötürü hastalanıyor bir merdiven altı kot taşlama atölyesinde), her gün çıkıyor sokağa. El mecbur, yaşama telaşıyla, insanların aşağılayıcı bakışlarına aldır(a)madan. Okuyamamış olmanın, bir vasfa sahip olamamış olmanın üzüntüsüyle, kadın başına evini çevirmeye çalışıyor her şeye rağmen. Dik durmaya çalışıyor.

Ev tek göz odalı, sobayla ısınıyor. Kış onlar için zor geçiyor bu yüzden, yakacak olmadığı zaman sokakta ufak çocuk yakacak topluyor kimi zamanlar bulabildiği kadar. Mahalle pazarlarından meyve sebze kasalarını topluyorlar pazar toplanışlarından sonra. Komşular yardım ediyor bazen ama varoşta herkesin ayrı bir derdi var. Yoksulluk kokuyor semtte. Kışın bu koku daha da ağırlaşır, herkes birbirinin yüzüne baktığında rahatlıkla görür bu kokunun bıraktığı ekşi izi. Kimse belli etmek istemez ama anlaşılır her şey bir bakışta. Dert yüzde gizlenemez, içte kalır ama bir insanın mutlu gülüşüyle acı çekerken ki gülüşü çok farklıdır, anlaşılır.

Çıkıyor kadın akşamın ayazıyla beraber. İnsanların insafına kalmış olan geçiminin peşinden koşmaya gidiyor. Her akşam dönüşte ağlıyor eve girmeden, yavrusu, kocası görmesin diye ağladığını. Ağır geliyor insanların aşağılar bakışları, dilenci yaftalamaları. İnsan, bilmeyince ne kadar kolay yapıştırıyor sıfatları başkalarına. Korkunç derecede insafsızdır insan. Ve yaşamadıkça bazı şeylerin duygusunu bilemez. Düşünmeye bile üşendiği için, statüsüne bakarak insanı ezer, hiç acımaz, çekinmez bundan. Üzüntü bile hissetmez, vicdanı olsa bile. Kadın her akşam böyleleriyle karşılaşır, karşılacaktır, bilir bunu. Ama bazısı da çıkar, cebinden sanki çıkartıp yüreğini koyar kadının eline. O sıcaklığı hisseder. Üzülse mi sevinse mi bilemez kadın. Kağıt mendili verirken ağlamamak için zor tutar kendisini. Ertesi günkü çorba parası çıktı diye, yavrusu aç kalmayacak diye sevinir bir yandan da. Çantasından diğer kağıt mendili çıkartır, bir başka insanın vicdanına yol almaya devam eder.

Eve dönüyor kadın. Çantasını asıyor askılığa. Kocası yatıyor çekyatta, zor nefes alıyor. Gözlerinden okunuyor kederi. Çocuk sobanın önünde ki halıya yatmış yüz üstü, sobanın üstüne mandalina kabukları dizmiş. Oda mandalina kokuyor. Mutfağa geçiyor kadın sıcak salondan. Mutfak soğuk, yer beton. Ayakları üşüyor, dizleri ağrıyor yorgunluktan. Cebindeki bozuk paraları mutfaktaki para kutusuna atıyor tek tek. Yarını kurtardığı için mutlu, ocağı yakıyor, tencereyi koyuyor üstüne.

Başa Dön