Yokluğun Varlığı (Arayış 1. Bölüm)

Hikayede, mazi ile istikbalin sanat yapısını birleştirme gayreti olarak tanımlanabilir veya geçmişin klasikleşmiş sanatını, gerçeği anlayabilme yolunda etkili şekilde kullanmanın mümkün olabilir mi? Sorusuna bir cevap niteliğinde mütevazı bir çalışmadır. Hikaye de hayatı tanıma, hakikati kavrama, yaratılış ruhunu hissetmenin klasik bir yolu gösterilmeye çalışılmıştır. Canlılığın sadece insanlar ve hayvanlar âleminden olarak örülü bilinmemesi gerektiği, aslında baktığımız fakat göremediğimiz birçok güzelliğin farkına varıp günlük yaşamımızda uygulayabilmenin çabasıdır. Hikayede, tüm canlıların konuşturulması, kişileştirilmesi söz konusu edilmiştir. Tamamıyla mecazi ve simgesel anlatımlar ön plana çıkmıştır. Manayı anlamak için insanın kendi içine dönmesi gerekir lakin kendi içine dönmesi için çevresinde saklı hakikatleri görmesi lazımdır. Görünen suretlerin içine nüfuz eden içsel tanımlamaları okuyabilme gayretidir. Aşkın insan üzerindeki binlerce rengini farklı bir bakış açısıyla yada meteryalist dünyanın bize unutturduğu aşkı yeniden hatırlamak...

yazı resim

Ayakların ucunun dahi değmediği bir yerdir aranan. Bir şehirdir iki sevgilinin aradığı. Âşık maşuk’unun peçesini orada kaldıracak. Mahreminin gizli hazinesini orada görecek. Ezelde yüreklerine takılan ebed halkalarını o şehirde görecekler.

Can yalın ayaktır. Üzerinde kefen renginde nurdan ay gibi bir elbise ile bir köşede siyah bir taşın üzerine oturdu. Gözlerini kıstı. Bir elini yanağına koydu. İç seslerinin konuşmasına kulak verdi. Doğrunun onun yüreğine taht kurmasını bekledi. Doğrunun dümdüz sapmaz yolunda o şehri bulmak istiyordu. Doğru dudaklarından kaçınca yalana dönecekti. Can, doğrunun olgunlaşabilmesi için gönül hapishanesinde yalanla ayrılık anlaşmasına ihtiyacın olduğunu bildi. Bunun için hakikat’in mührünün basılması gerekti. Hakikat bembeyaz kanatlarıyla yeşil mührünü Can’ın göğsü arasındaki sır denilen noktaya bastı. Can karanlık taşın üzerinde yaşadığı şehrinden uçup gidivermek istedi. Nefes değmemiş bir şehirde soluklarından kurtulmak istedi. Oturduğu yerde bir anda rüzgârın serinliğini hissetti teninde.

Rüzgâr kulağına bir şeyler fısıldadı. Ben gördüm o şehri. Seninde görmen için bedeninin benim kadar hafif, geçirgen ve her yeri kuşatması gerek. Her gittiğin yere can suyundan bir nebzede olsa akıtmalısın can vermelisin.

Can, rüzgârın sesine evet dedi. Rüzgâr Can’ın alnından öptü.

Alnı bir anda kupkuru oldu. Çünkü iki kaşının arası tamamen balçıktandı. Rüzgâr gül şehrinden gelmişti. Rüzgârın bağrından esen gül kokusu Canın topraktan kokan içini toprak kokan bedenini bir an olsun unutturdu. Rüzgâr gurbete gidince de. Can da toprağın kalbinden bir avuç toprakla nikâhlı olduğunu bildi. Sonra yerinden aniden kalktı.

Gitmeliyim. Gül kokusunun üzerime sinmesi için gitmeliyim dedi. Benim yerime düşünenin olduğu o şehri bulmalıyım. O yolu bulanların ayak izlerine yanaklarımı sürmeliyim. Şehrin tam göbeğine gitmeliyim. Göğsünde cehennem sıcaklığını hissetti. Beyninde ateşten solucanlar dolaşıyordu. Derinden bir istekti onu mekânsızlık yolunda adımlar atmaya iten. Şirin canı, ayak değmeyen yerde can kuşunu hibe eden erlerin yanına gitmek istedi. Gönül kuşunu vuracak bir gönül avcısı arıyordu. Ruhunu ıssız mekânlara beden bineğiyle sürmek istedi. Bağrından cehennem nidaları geliyordu. Gitmek istiyordu. Cennetin bahçeleri, baldan ırmakları, akılları uyutacak kokusu o şehirdeydi. Yüreğinde ne kadar bahçe varsa onu ebed suyuyla yeşertmeliyim dedi. Bu şehre varmak için tümsekler dereler, tepeler aşmalı ve taştan yüreğini kırmalıydı ki gölgelerin birbiriyle oynaştığı mekânın kalbine inebilsin. Yol uzundu. Ama gitmesi gerekti. Şehrin efendisi istemeyi vermişti gönlüne. Dilemeseydi istemeyi vermezdi. Ayakları söz dinlemiyordu. İçindeki karanlık perdeleri birer birer yırtıp siyahtan başka bir renk görmek istiyordu. Gözlerini açacak bir yar arıyordu. Kendindeki tüm renk cümbüşünü görmek için birisini almalıydı karşısına. Yarımdı tam olması için yanıbaşında canının yarısı olmalıydı. Bir ayna olmalıydı. Kendisini her an izleyebilmeliydi o aynadan. Kendi içindeki çift sesleri tek sese çevirecek yalnızca o aynaydı. Gönül evinin kapısının anahtarı ondaydı. Can bedeninde alev parçalarından iğnelerin ruhuyla bedenini diktiğini vücudunun her karesinde hissedince bu acıyla boynunu büktü, başını yüreğine yanaştırarak. Ey yüreğim! Bana aşk lazım, aşka safiyane bakan aşka âşık gözlerle ruhunu semaya hibe etmiş cesur yürekli sarraf lazım. Yüreğini yokluğun yorganında kaybetmiş, hiçliğin yastığında uyuyan uyanık lazım. Benliğin bendesindeki aşk şarabının son damlasını içmiş sevdiğim lazım dedi. Bu onun dudağında sürekli zikrettiği söz oldu. Söylediği sözler yedi yönden yine ona geri dönmekteydi. Can sessizliği topraktan bağrına ekti. Sessizliğin tohumlarından ses tomurcukları yeşermesini istedi. İstek dilek kuşuna can verdi. Dilek kuşu bağrından doğdu. Masmavi gökyüzüne gözlerini dikti.

Uğur Bozkurt

Başa Dön