Yitik Anılar Şehrinde Bütün Bir Adam

Yaşadıklarımı, yaşayamadıklarımı, özlemlerimi, öteki olmam veya berikine sığınmamı, özlemlerimi, sıkıntılarımı, iç çekişmelerimi, umutlarımı bulduğum bir kitap. Faik Öcal’ın Yitik Anılar Şehri kitabı.

yazı resimYZ

Bir kitap okunduğunda, film veya tiyatro izlendiğinde mutlaka insan kendinden bir şeyler bulur. Hatta insan ne kadar kendinden bir şeyler bulursa o kadar okuduğu veya izlediği eserle daha çok bütünleşir ve olaylar akışını merak eder. Eğitim bilimle uğraşanlar insanın ilgisine hitap edildiğinde öğrenmenin ve merakın sürekliliğini belirtirler. Belki de kitap okumanın bir amacı da kendini geliştirme, merak, ilgi, öğrenme ihtiyacı vs. gibi içsel güdülenme kaynakları veya meslek edinme, statü gibi dışsal kaynaklardan ziyade kendinden bir şeyler bulmasından kaynaklı dürtülerdir. Bugüne kadar okuduğum kitaplarda kendimden çok şey buldum. Son okuduğum kitapta daha öncekilerden kat be kat daha fazlasını hatta kendimi bulduğumu söyleyebilirim. Yaşadıklarımı, yaşayamadıklarımı, özlemlerimi, öteki olmam veya berikine sığınmamı, özlemlerimi, sıkıntılarımı, iç çekişmelerimi, umutlarımı bulduğum bir kitap. Faik Öcal’ın Yitik Anılar Şehri kitabı. Sevgili Faik’ i tanımamdan ziyade aynı diyarın sesi olduğumuzdan veya aynı yollardan bugüne geldiğimizdendir belki benzerliğimiz. Kendimizi ötekilerden sıyırmaya çalışarak diğerleri gibi olmaya çalışmak, ne beridekiler ne de ötekiler gibi olamamak en azından beni kitapta anlatılanlara yaklaştıran. Belki de yıllarca bağır bağır bağırmak istediğimden misali söyleyeceklerimi söylediğindendir Sevgili Faik’ in söyledikleriyle aynılığımız. O’nun söylediklerini birlikte tekrar bir haykırmak ve de söylediklerine kendimce katkıda bulunmaktır tek meramım.
Olaylar size karışsa da olaylara karışma. En büyük nasihatti bize eylülün gelişiyle birlikte söylenilen. Kendimizi etiketli bir ideolojiye yakın görmediysek de aslında hep insanlığın, hümanizmanın yanındaydı duruşumuz. Ondandır Ersin’e acımamız veya diğerlerine öfkemiz. Kendimizi bir ideolojiye yakın görememek, sosyal etiketli hiçbir etkinliğe katılamamak farklı düşünmenin, kendince bir şeyler üretmenin, içinde kaybolunan ve anıların yitip gittiği şehirlerde kendin olmanın tek yoludur. Başkası gibi düşünmenin, başkalarının sloganlarını atmanın, başkalarının söylediği türküleri söylemenin sonucudur oyun oynadığımız diyarları unutmanın yolu. Ondandır ki unutmuyoruz kıyısında, içinde, yöresinde çamurdan oyuncaklar yaptığımız, bizi yıllardır besleyen Keysun Çayı’nı. Belki de bu yüzdendir otogarlarda, tren istasyonlarında ne gelirken ne de giderken tanıdık yüzle karşılaşmayı beklemediğimiz. Ama seviyoruz seyahatlerin başlangıç noktalarını. Bir başka seyahat noktasına vardığımızda aslında içimizde olan uhrevi yalnızlık kokan bir duygu değil. Yeni bir yitik şehirde tek başına bütünün parçalarını aramanın, ödünç alınacak kitapların derin heyecanı. Her eylül ayını iple çektiysek de hep bütün olmanın heyecanını taşıdığımızdan istediğimiz kişiye istediğimiz kadar âşık olamadık. Her ne kadar her yeni seyahat noktasında artık istediğim kadar özgürüm hiç olmadığım kadar desek de yani Nazım ın deyişiyle bütün işin gücün yaşamak olacak dediysek de bütün olma çabasının ağırlığı buna hiç izin vermedi. İşte belki de bundandır Haktan’ın yüzünün bir görünüp bir kaybolması.
Keysun Çayı’nın yöresinde oynadığımız oyunların yanında işlemediğimiz toprak, ayak basmadığımız yer de yoktur. Birileri bizi maraba olarak gördüyse de alın terimiz, emeğimiz aldığımızın karşılığının kat be kat üstündeydi. Başkaları için yetiştirdiğimiz nohutun, patatesin, kavunun miktarını hiç hesaplamadık. Ama emeğimizin karşılığını hiçbir zaman alamadık. Çoğu zaman da karnımızın tokluğu çalıştığımızın karşılığı oldu. Belki de o yüzdendir nohutu, şehriyeyi, patates kızartmasını sevmemişliğimiz.
Yapmak istediğimizi yapamama kaynaklı geç kalınmışlık hissi ile boş yere kandığımızı sanarak kendimizi cezalandırdığımız veya başkalarınca kandırıldığımız da çok olmuştur. Ama bir düşünsene sunilikler de, ruhumuzu daralttığımız durumlar da birazcık da hani uçukluk da gerekliydi bütünleştirmeye çalıştığımız yönlerimizde. Belki de onları yaşamadığımızdandır yenilerle yaşadığımız kuşak çatışmaları. Bazen de ondandır belki de iç çekişmelerimiz veya erken ağaran saçlarımıza sebebiyet. Olgun sansınlar diye kaçtık hep uçuk denilen hafife alınan kanmalarda. Ancak bizim de hakkımızdı şımarık çocuk misali horoz şekerini yalayarak yemek veya komşunun bahçesinden zevkine de olsa bir şeyler aşırmak. Belki çok yavan ama anlatılacak anımız olurdu hani olgunlaşmış yaşlarımızda.
Ayıp ve günah gömleği daha ilk nefes alışımızda bize giydirildi. Ondandır ki bildiğimiz türküyü belki ayıplanır diye kendimize söyledik. Kimse duymasın belki ayıplar veya horlarlar diye. Kahkahamızı da, üzüntümüzü de sevincimizi de gözyaşımızı da hep içimize akıttık. Onun için sevdiğimizi hep simgelerle, sembollerle, rumuzlarla anlatmaya çalıştık. Kimse bilmesin, el alem ne der, ayıp olur utanırız diye. Gökyüzünden gökkuşağını indirsek yine de büyü bozulmayacak ve onun adını yazmak için dolaylı yollara başvururduk herhalde. Yazılarımızda en güzel ifadeyi, en belagatli dili, en oturaklı cümleleri onun için yazsak da yani ondan kaynaklı da olsa senin için yazdık diyemedik.
Geçmişimizi araştırmadığımız, kültürümüze ve tarihimize sahip çıkamadığımız ve bundandır geri kalmışlığımız derken gerçekten çok haklı ve yerinde bir tespit. Her şeyi ithal ettik ve giydiklerimizden, içtiklerimizden utanır olduk. Ama anlatmak gerek; içtiğimiz ayranın, giydiğimiz şalvarın, dinleyerek coştuğumuz davul ile zurnanın ve de ağıt yakmanın samimiyetini ve insaniliğini.
Sevgili Faik, bir anlatı ustası olarak bütünleşmiş halin ile bütünün parçalarını bir aziz emanetçi edasıyla Anadolu’ nun güzel seslerinden olan sesimizi de katarak, anlatacağını biliyorum. Ben de okuyucuların gibi yazarlık ve anlatı serüvenini merakla takip edeceğim.
]

Başa Dön